ÖTEK BAKAN
Vakit gece yarısına yaklasıyordu ve Basbakan ofisinde tek basına oturuyor, beyninden en ufak bir mana bırakmaksızın
geçip giden uzun bir notu okuyordu. Uzak bir ülkenin baskanından telefon bekliyordu, ve lanet adamın ne zaman
arayacagını merak etmek, uzun, yorucu ve zor geçen bir haftanın nahos hatıralarını bastırmaya çalısmak dısında
kafasında daha fazlasını kaldıracak yer yoktu. Basbakan önünde duran kagıdın üstünde yazılanlara odaklanmaya her
yeltendiginde, politik rakiplerinden birinin zevkten dört köse olmus yüzünü daha net bir sekilde görebiliyordu. Bu
istisnai rakip, henüz o gün haberlerde görünmüstü ve geçen hafta olan korkunç olayların her birini tek tek saymakla
kalmamıs (sanki kimsenin hatırlamaya ihtiyacı varmıs gibi), her birinin neden devletin hatası oldugunu açıklamıstı.
Basbakan’ın, haksız ve yanlıs olan bu suçlamaları düsününce bile nabzı hızlandı. Devleti nasıl o köprünün
yıkılmasına engel olabilirdi Allah askına? Birinin köprüler için yeterince masraf yapılmadıgını öne sürmesi çizmeyi
asıyordu. Köprü on yasında bile degildi ve en iyi uzmanlar bile neden asagıdaki ırmagın derinliklerine bir düzine araba
göndererek ikiye ayrıldıgını açıklamaktan yoksundu. Ayrıca ne cüretle biri o iki igrenç ve halka iyi tanıtılmıs cinayetin
polis yetersizliginin sonucu oldugunu ya da devletin her nasılsa West Country’de çıkan, insan ve mal kaybına neden
olan o tuhaf kasırgayı önceden görmüs olması gerektigini öne sürerdi ve Genç Bakanlar’ından biri olan Herbert
Chorley’nin bu hafta çok garip davranması sonucu simdi ailesiyle daha fazla vakit geçirecek olması onun suçu muydu?
“Ülkeyi korkunç bir hava sardı,” diye bitirmisti sözlerini rakip, kendi genis gülümsemesini saklamaya zahmet
bile etmeyerek.
Maalesef, bu tamamıyla dogruydu. Basbakan bunu kendi bile hissediyordu; insanlar gerçekten de normalden
daha fazla mutsuz görünüyordu. Hava bile kasvetliydi; temmuzun ortasında serin bir sis... Olamazdı, normal degildi...
Notun ikinci sayfasını çevirdi, bunun ne kadar böyle devam ettigine baktı ve kötü bir is oldugu için pes etti.
Kollarını basının üstünde esneterek gözlerini ofisinde kederle gezdirdi. Mevsim dısı soguga karsı sımsıkı kapatılmıs
uzun sürme pencerelerin karsısında güzel, mermer bir söminesi olan sık bir odaydı bu. Basbakan hafifçe titreyerek
kalktı ve cama bastıran ince sise bakarak pencereye dogru yürüdü. Tam o anda, arkası odaya dönükken arkasında
hafifi bir öksürük duydu.
Karanlık camdaki kendisinin korkmus görünen aksiyle burun buruna donakaldı. Bu öksürügü biliyordu. Daha
önce de duymustu. Bos odaya dogru yavasça döndü.
“Merhaba?” dedi, kulaga hissettiginden daha cesur gelmeye çalısarak.
Dmkansız oldugunu bilmesine ragmen, kısa bir anlıgına kimsenin ona yanıt vermeyecegini umdu. Fakat,
kulaga hazırlanmıs bir beyanat okuyormus gibi gelen gevrek, kesin bir ses hemen yanıt verdi. Ses – Basbakan’ın ilk
öksürükten tahmin ettigi gibi – kurbagaya benzeyen ve uzun gümüs bir peruk takan odanın en uç kösesindeki kirli
yaglı boya tablosunda resmedilmis küçük adamdan geliyordu.
“Muggle’ların Basbakan’ına. Acilen görüsmemiz gerek. Lütfen derhal yanıtlayınız. Saygılarımla, Fudge.”
Tablodaki adam Basbakan’a soran gözlerle baktı.
“Ee,” dedi Basbakan, “dinle...benim için pek müsait bir zaman degil...Bir telefon bekliyorum, anlıyorsunuz
ya...Sey’in Baskan’ından— ”
“O isi ayarlarlayabiliriz,” dedi portre anında. Basbakan’ın ümidi suya düstü. Dste bundan korkuyordu.
“Ama onunla gerçekten konusmayı umu—”
“Baskan’ın aramayı unutmasını saglayacagız. Bu aksam yerine yarın aksam arayacak,” dedi küçük adam.
“Lütfen Mr. Fudge’ı derhal yanıtlayınız.”,
“Ben...ah...pekala,” dedi Basbakan halsizce. “ Evet, Fudge’la görüsecegim.”
Kravatını düzelterek masasına aceleyle geri döndü. Tam sandalyesine oturup yüzünü rahat ve etkilenmemis
bir ifade oldugunu umdugu bir sekle uyarlamıstı ki, mermer sömine rafının altındaki bos ızgaranın üstünde parlak yesil
alevler can buldu. Alevlerin arasında bir topaç gibi hızla dönen iri cüsseli bir adamın belirmesini tek bir saskınlık ya da
korku belirtisi bile göstermemeye çalısarak izledi. Saniyeler sonra, güzelce bir antika halının üstüne tırmanmıs, elinde
limon yesili silindir sapkayla uzun ince çizgili pelerinin kollarından külleri silkeliyordu.
“Aa...Basbakan,” dedi Cornelius Fudge, gerilmis elini öne uzatarak. “Sizi tekrar görmek ne güzel.”
Basbakan bu iltifatı dürüstçe karsılayamazdı, o yüzden hiçbir sey söylemedi. Fudge’ı gördügüne hiç de
memnun degildi, çünkü sık ortaya çıkısları, sırf kendileri bile korkutucu olmakla beraber, genellikle çok kötü haberler
alacagı anlamına geliyordu. Dahası Fudge besbelli endiseden bitkin görünüyordu. Daha zayıf, daha kel ve daha griydi,
ve burusuk bir bakısı vardı. Basbakan bu bakısı daha önce politikacılarda görmüstü ve bu hiçbir zaman iyi bir bilesim
degidi.
“Size nasıl yardımcı olabilirim?” dedi, kısa bir anlıgına Fudge’ın elini sıkarak ve masasının önündeki en sert
sandalyelerinden birine dogru isaret ederek.
“Nereden baslayacagımı bilmek çok güç,” diye mırıldandı Fudge, sandalyeyi çekip oturarak ve yesil silindir
sapkasını dizlerine yerlestirerek. “Ne haftaydı ama, ne haftaydı...”
“Siz de kötü bir tane geçirdiniz öyleyse?” diye sordu Basbakan resmi bir tavırla. Fudge’ın fazladan yardımı
olmadan yeterince derdi oldugunu iletmeyi umuyordu.
“Elbette, evet,” dedi Fudge gözlerini bitkince ovarak ve Basbakan’a somurtup baktı; “Sizin geçirdiginiz haftayı
ben de geçiriyordum, Basbakan’ım. Brockdale Köprüsü... Bones ve Vance’in ölümleri... West Country’deki olaylar da
cabası...”
“Siz—ee—size—demek istedigim, sizin insanlarınızdan bazıları—bu—olaylarla alakalıdırlar, öyleyse?”
Fudge Basbakan’a sertçe bir bakıs attı. “Elbette öyle,” dedi. “Eminim ki neler olup bittigini anladınız?”
“Ben...” diye tereddüt etti Basbakan.
Dste tam olarak bu tip bir davranıs biçimi Fudge’ın ziyaretlerinden hoslanmamasına neden olmustu. Koskoca
Basbakan’dı ve yeni yetme bir okul çocugu muamelesi görmekten hosnut kalmıyordu. Ama elbette bu onu Basbakan
oldugu ilk aksam Fudge’la yaptıgı ilk görüsmeden beri böyleydi. Daha dün gibi hatırlıyordu ve ölene kadar aklından
çıkmayacagını da biliyordu.
Bu ofisin içinde tek basına duruyordu ve bunca yıl hayalini ve planını kurdugu zaferin tadını çıkarıyordu ki
arkasında tıpkı bu geceki gibi bir öksürük duymustu ve dönüp o küçük çirkin portreyi onunla konusur bulmustu. Sihir
Bakanı’nın gelip kendisini tanıtmak üzere oldugunu ilan ediyordu.
Dogal olarak, uzun kampanyanın ve seçimin zorlulugunun sonunda onu delirttigini sanmıstı. Bir portrenin
kendisiyle konustugunu görünce büsbütün korkmustu, fakat bu, kendini ilan etmis bir büyücünün sömineden dısarı
sekip elini sıktıgında nasıl hissettiginin yanında hiç kalırdı. Fudge bütün dünyada hala gizlice büyücü ve cadıların
yasamakta oldugunu açıklarken ve Sihir Bakanlıgı bütün büyücü halkının sorumlulugunu üstlendiginden ve büyü dısı
halkın onların kokusunu almasını engellediginden, onun kafasını onlarla fazla mesgul etmesine gerek olmayacagını
temenni ederken dili tutulup kalmıstı. Fudge, bunun çok zor bir is oldugunu çünkü süpürgelerin sorumlu bir biçimde
kullanımını düzenlemeden ejderha nüfusunu kontrol altında tutmaya kadar (Basbakan bu noktada masasını destek
amaçlı kavradıgını hatırladı) her seyi kapsadıgını söylemisti. Fudge daha sonra babacan bir tavırla hala sasakalmıs
Basbakan’ın omzuna vurarak.
“Endiselenecek bir sey yok,” demisti, “büyük ihtimalle beni bir daha göremeyeceksiniz. Sizi yalnızca bizim
tarfımızdan gerçekten ciddi, Muggle’ları da–büyü dısı kisiler yani—etkileyecek birseyler varsa rahatsız edecegim. Onun
dısında, herkes kendi yoluna. Ve sunu söylemeliyim ki, bunu selefinizden daha iyi kaldırıyorsunuz. Beni camdan dısarı
fırlatmaya kalktı, beni karsı tarafça planlanmıs bir isletmece sandı.”
Bu sözlere karsı, Basbakan en sonunda sesini bulmustu. “Siz—siz bir isletmece degilsiniz öyleyse?”
Bu onun son, ümitsiz bir ümidiydi.
“Hayır,” dedi Fudge kibarca. “Korkarım ki hayır. Bakın.”
Ve Basbakan’ın çay kupasını bir fareye çevirmisti.
“Ama,” dedi Basbakan nefes nefese, çay kupasının bir sonraki nutugunun kenarını çignemesini izlerken, “ama
neden—neden kimse bana bir sey—?”
“Sihir Bakanı, kendisini sadece günümüzün Muggle Basbakan’ına gösterir,” dedi Fudge, asasını ceketinin içine
geri sokarak. “Bunu gizliligimizi korumak için en iyi yöntem olarak görüyoruz.”
“Peki öyleyse,” diye sızlandı Basbakan, “neden önceki Basbakan beni uyarmadı--?”
Fudge buna gerçekten çok gülmüstü.
“Aziz Basbakan’ım, hiçbir kimseye söyleyecek misiniz?”
Hala gülen Fudge, sömineye biraz toz atmıs, zümrüt yesili alevlere dalmıs ve emici bir sesle yok olmustu.
Basbakan da hareket etmeden durmustu ve anlamıstı ki yasadıgı sürece hiçbir zaman bu rastlantıyı yasayan tek bir
kisiye anlatmaya cüret etmeyecekti, ki zaten su koca dünyada kim ona inanırdı ki?
Soku atlatmak biraz zaman almıstı. Bir süre boyunca kendini Fudge’ın yorucu seçim kampanyası sırasında az
uyumanın getirdigi bir halüsinasyon oldugunu inandırmaya çalısmıstı. Bu rahatsız bulusmanın tüm hatıralarından
kurtulmak için yaptıgı nafile çaba ile, fareyi bundan çok memnun olan yegenine vermisti ve özel kalem sekreterine,
Fudge’ın gelisini bildiren o çirkin küçük adam portresini indirmesini söylemisti. Ama Basbakan’ın korktugu gibi, portre
kaldırılmasının imkansız oldugunu kanıtlamıstı. Birkaç marangoz, bir iki müteahhit, bir resim tarihçisi, ve Maliye Bakanı
basarısızca tabloyu duvardan sökmeye çalıstıgında, Basbakan bu çabayı bırakmıstı ve sadece ofisteki döneminin
sonuna kadar tablonun hareketsiz ve sessiz bir sekilde kalmasını umut etmeye karar vermisti. Sık sık göz ucuyla
tablonun sakinini esnerken, ya da burnunu kasırken; hatta bir iki kere arkasında çamur kahverengisi bir branda
bırakarak çerçevesinden resmen kalkıp gittigini gördügüne yemin edebilirdi. Ama kendini resme fazla bakmamaya ve
böyle bir sey oldugunda her zaman kendine gözlerinin yanıldıgını söylemeye alıstırmıstı.
Sonra, üç yıl önce, bu geceki gibi bir gecede, Basbakan ofisinde yalnızken, portre Fudge’ın yakın zamanda
gelecegini ilan etmisti ve Fudge sırılsıklam ve hatırı sayılır bir panik içinde sömineden fırlamıstı. Basbakan’ın neden
Axminster’ın her yerine su damlatmakta oldugunu sormasına gerek kalmadan, Fudge Basbakan’ın daha önce hiç
duymadıgı bir hapishane, “Serious” (ciddi) Black adında bir adam, kulaga “Howarts,” gibi gelen bir seyden ve Harry
Potter adında bir çocuk, yani Basbakan’ın uzaktan yakından bir anlam veremedigi bir seyler hakkında bagıra çagıra
atıp tutmaya baslamıstı.
“...Azkaban’dan yeni döndüm,” demisti Fudge nefes nefese, silindir sapkasının kenarından epeyce bir suyu
cebine dökerek. “Kuzey Denizi’nin ortasında, bilirsiniz, berbat bir uçustu... ruh emiciler basımın etini yiyor”—bunu
söylerken ürpermisti—“daha önce hiçbir firarla karsılasmamıslardı. Herneyse, size gelmek zorundaydım, Basbakan’ım.
Black tanınmıs bir Muggle katili ve Kim-Oldugunu-Bilirsin-Sen’e tekrar katılmayı planlıyor olabilir...Ah tabi, daha Kim-
Oldugunu-Bilirsin-Sen’in kim oldugunu bilmiyorsunuz!” Basbakan’a bir an umutsuzca bakmıstı ve, “Eh, oturun, oturun,
ben en iyisi size herseyi anlatayım...Bir viski alın...” demisti.
Basbakan kendi ofisinde bırakın kendi viskisinin ona önerilmesini, oturulmasının söylenmesinden bile hiç
hoslanmamıstı, ama yine de oturdu. Fudge asasını çekti, yoktan kehribar renkli sıvıyla dolu iki büyük bardak var etti,
bir tanesini Basbakan’ın eline dogru uzattı, ve bir sandalye çekti.
Fudge bir saatten fazla süre boyunca konusmustu. Bir noktada, belli bir ismi yüksek sesle söylemeyi
reddetmisti ve Basbakan’ın viskisiz eline sıkıstırdıgı bir parsömen parçasına yazmıstı. En sonunda Fudge gitmek için
ayaga kalktıgında, Basbakan da kalkmıstı.
“Öyleyse diyorsunuz ki...” Sol elindeki isme gözlerini kısarak baktı. “Lord Vol—”
“Adı Anılmaması Gereken Kisi!” diye hırladı Fudge.
“Özür dilerim... Adı Anılmaması Gereken Kisi’nin hala yasadıgını söylüyorsunuz öyleyse?”
“Eh, Dumbledore öyle diyor,” dedi Fudge, ince çizgili pelerinini çenesinin altına sıkıstırarak, “ama onu hiç
bulamadık. Bana soracak olursanız, destegi olmadıgı sürece tehlikeli degil, o yüzden endiselenmemiz gereken kisi
Black. O uyarıyı harekete geçireceksiniz öyleyse? Harika. Eh umarım birbirimizi tekrar görmeyiz, Basbakan’ım! Dyi
geceler.”
Ama birbirlerini bir daha görmüslerdi. Bir yıldan kısa bir süre sonra taciz edilmis gibi görünen Fudge kabine
odasında yoktan var olmustu ve Basbakan’ı Kuidiç (en azından kulaga öyle geliyordu) Dünya Kupası’nda sıkıntılı bir
durum olustugunu ve birkaç Muggle’ın “isin içine karıstıgını,” söylemisti ama, Basbakan’ın endiselenmesine gerek
yoktu, Kim-Oldugunu-Bilirsin-Sen’in isaretinin tekrar görülmesi hiçbir sey demek degildi; Fudge bunun baglantısız bir
olay oldugundan emindi ve Muggle Drtibat Ofisi onlar konusurken bütün hafiza degisiklikleriyle mesguldüler.
“Ah, neredeyse unutuyordum,” diye eklemisti Fudge. “Üç Büyücü Turnuvası için üç yabancı ejderha be bir
sfenk ithal ediyoruz, epey alısılmıs bir sey bu, ama Sihirli Yaratıkların Düzenlenmesi ve Kontrolü Departmanı bana
kural kitabına göre sizi ülkeye epey tehlikeli yaratıkları getirdigimizden haberdar etmemiz gerektigini söylüyor.”
“Ben—ne—ejderhalar mı?” dedi Basbakan tükürür gibi.
“Evet, üç tane,” dedi Fudge. “Ve bir sfenk. Eh, size iyi günler.”
Basbakan ejderhaların ve sfenklerin bunun en kötüsü olacagını umut üstüne umut etmisti, ama hayır; iki
yıldan kısa bir süre sonra, Fudge bu sefer Azkaban’dan toplu firar oldugu haberleriyle atesten tekrar fırlamıstı.
“Toplu firar mı?” diye tekrar emisti Basbakan boguk bir sesle.
“Endiselenecek bir sey yok!” diye bagırdı Fudge, bir ayagını çoktan alevlere koyarak. “Hepsini çabucacık
yakalayacagız—sadece bilmeniz gerektigini düsündüm!”
Ve Basbakan “Bekle bakayım orada bir dakika!” diye bagıramadan yesil kıvılcım yagmuru arasında yok
olmustu.
Basın ve karsı taraf ne derse desin, Basbakan aptal bir adam degildi. Fudge’ın ilk bulusmalarındaki
temennilerine ragmen birbirlerini epeyce çok gördükleri ve Fudge’ın her gelisinde biraz daha saskın olusu gözünden
kaçmamıstı. Sihir Bakanı hakkında (ya da, kafasında Fudge’dan bahsettigi zaman söyledigi gibi, Öteki Bakan hakkında)
düsünmekten hoslanmadıgı halde, Basbakan kendini Fudge’ın bir dahaki sefere daha ciddi sorunlarlara ortaya
çıkacagından korkmaktan alamıyordu. O yüzden Fudge darmadagın, sinirli, ve sertçe saskın bir sekilde atesten bir kez
daha çıktıgında Basbakan’ın onun neden burada oldugunu tam olarak bilememesi, bu oldukça kasvetli hafta boyunca
olan her seyden daha kötüydü.
“Ee—Büyücü toplumunda neler oldugunu ben nereden bileyim?” diye diklendi, Basbakan. “yönetecek bir
ülkem ve yeterli derdim var su an sizin yardımınız—”
“Aynı dertleri paylasıyoruz,” diye lafını kesti Fudge. “Brockdale Köprüsü dayanıksız degildi. O gerçek bir
kasırga bile degildi. O cinayetler Muggle’ların isi degildi. Ve Herbert Chorley’nin ailesi onsuz daha güvendedir. Su anda
onu St. Mungo’nun Sihirsel Hastalıklar ve Yaralanmalar Hastanesi’ne gönderme düzenlemeleri yapıyoruz. Bu gece
gitmeli.”
“Neden...Korkarım ben...Ne?” diye geveledi Basbakan.
Fudge büyük, derin bir nefes aldı ve dedi ki, “Basbakan’ım, size söylemekten büyük üzüntü duyuyorum ki o
geri döndü. Adı Anılmaması Gereken Kisi döndü.”
“Döndü mü? ‘Döndü’ derken...yani yasıyor mu? Yani—”
Basbakan, Fudge’ın ona bütün öteki büyücülerden daha çok korkulan, on bes yıl önceki esrarengiz ortadan
kaybolusundan önce bin korkunç suç islemis olan büyücüden bahsettigi, üç yıl önceki o korkunç sohbetin ayrıntılarını
hafızasında yokladı.
“Evet, yasıyor,” dedi Fudge. “Bu demektir ki—Kem küm—canlı bir adam eger öldürülemiyorsa nasıl yasıyor?
Pek anlayamıyorum ve Dumbledore adam gibi açıklamıyor—ama her neyse, gerçekten bir vücudu var; yürüyor,
konusuyor ve öldürüyor, o yüzden sanırım, konusmamızın amacına göre, evet, yasıyor.”
Basbakan buna ne diyecegini bilemedi, ama konustukları her konuda bilgi sahibi varmıs gibi görünmek
istegine dair inatçı bir huy, ona önceki konusmalarından hatırladıgı detayları aratıyordu.
“Serious Black—ee—Adı Anılmaması Gereken Kisiyle beraber mi?”
“Black? Black?” dedi Fudge dikkati dagılarak, silindir sapkasını parmaklarında hızla döndürerek. “Yani Sirius
Black mi? Merlin’in sakalı, hayır. Black ölü. Megerse biz—ee—Black hakkında yanılmısız. Aslında masummus. Ve Adı
Anılmaması Gereken Kisi’nin yanında da degilmis. Yani,” diye ekledi kendini savunurcasına, sapkasını daha hızlı
çevirerek, “bütün kanıtlar bunu gösteriyordu—elliden fazla tanıgımız vardı—ama her neyse, dedigim gibi, öldü.
Aslında, öldürüldü. Sihir Bakanlıgı binasında. Aslına bakarsanız bir sorusturma olacak...”
Sasırtıcı olarak, Basbakan bu noktada Fudge için geçici bir acıma hissi duydu. Ama bu, kendini begenmislik
pırıldamasıyla anında söndü. Kendisi söminelerde belirme yeteneginden yoksun olabilirdi, ama onun yönetimi altında
devlet departmanlarından hiçbirinde hiçbir zaman bir cinayet islenmemisti... Hiç degilse simdiye kadar...
Basbakan gizlice masasının tahtasına vururken, Fudge devam etti, “Ama Black geçti gitti. Demek istedigim su
ki, bir savasın içindeyiz Basbakan’ım, ve bazı adımlar atılmalı.”
“Savasta mı?” diye tekrarladı Basbakan gergince. “Herhalde bu biraz fazla abartılmıs bir terimdi?”
“Adı Anılmaması Gereken Kisi simdi Ocak’ta Azkaban’dan kaçan müritleriyle birlesti,” dedi Fudge, gittikçe
daha hızlı konusarak ve sapkasını sadece limon yesili bir leke gibi görünecek kadar hızlı çevirerek. “Açıga çıktıklarından
beri bir kargasaya sebep oldular. Brockdale Köprüsü—o yaptı Basbakan’ım, beni eger onun için kenara çekilmezsem
toplu bir Muggle cinayeti ile tehdit etti ve—“
“Aman Tanrım, yani bütün o insanların ölümü ve benim paslanmıs sondaj kulesi ve çürümüs genisletme
eklemleri ve baska bilmemneler hakkında sorular cevaplamak zorunda kalmam senin suçun muydu!” dedi Basbakan
öfkeyle.
“Benim mi suçum?” dedi Fudge rengi degiserek. “Sen olsaydın santaja öylece boyun egecegini mi söylemek
istiyorsun?”
“Belki hayır,” dedi Basbakan, ayaga kalkarak ve odada volta atarak, “ama santajcıyı bir igrençlik yapmadan
yakalamak için elimden ne geliyorsa yapardım!”
“Gerçekten de benim elimden geleni yapmadıgımı mı sanıyorsunuz?” diye sordu Fudge ateslice. “Bakanlıktaki
her Seherbaz onu ve müritlerini yakalamaya çalıstı ve çalısıyor, ama dünyadaki en güçlü büyücülerden biri hakkında
konusuyoruz maalesef, otuz yıldır yakalanmaktan kaçmıs bir büyücü!”
“Öyleyse bana West Country’deki kasırgadan da onun sorumlu oldugunu söyleyeceksiniz?” dedi Basbakan,
sinirleri attıgı her adımla artarak. Bu korkunç felaketlerin nedenini kesfedip de halka açıklayamamak onu çileden
çıkarıyordu, bunun devletin suçunun olmasından daha da fazla.
“O bir kasırga degildi,” dedi Fudge sefilce.
“Afedersiniz!” diye havladı Basbakan, simdi resmen ayaklarını vura vura yürüyerek. “Agaçlar sökülü, çatılar
koparılmıs, sokak lambaları egilmis, korkunç yaralanmalar—”
“Ölüm Yiyenler’di,” dedi Fudge. “Adı Anılmaması Gereken Kisi’nin müritleri. Ve...ve devlerin de ise karıstıgını
sanıyoruz.”
Basbakan sanki görünmez bir duvara çarpmıs gibi oldugu yerde kaldı. “Neyler ise karısmıs?”
Fudge yüzünü burusturdu. “Geçen sefer büyük bir etki yaratmak istediginde devleri kullandı,” dedi. “Yanlıs
Bilgilendirme Ofisi yirmi dört saat çalısıyor. Gerçekte neler oldugunu gören Muggle’ların hafızalarını degistiren Hafıza
Degistirici takımlarımız vardı. Sihirli Yaratıkların Düzenlenmesi ve Kontrolü Departmanı’nın çogunu etrafta kosturduk,
ama devi bulamıyoruz—bir felaketti.”
“Yapma ya!” dedi Basbakan öfkeyle.
“Bakanlık’ta moralin epey düsük oldugunu inkar etmeyecegim,” dedi Fudge. “Bütün bunların üstüne, Amelia
Bones’u kaybettik.”
“Kimi kaybettiniz?”
“Amelia Bones. Sihirsel Kanun Uygulama Departmanı’nın bası. Sanıyoruz ki Adı Anılmaması Gereken Kisi onu
kendisi öldürdü, çünkü çok yetenekli bir cadıydı ve—ve bütün kanıtlar gösteriyor ki gerçek bir dövüs sergiledi.”
Fudge bogazını temizledi ve, göründügü üzere, bir gayretle silindir sapkasını döndürmeyi bıraktı.
“Ama o cinayet gazetelerdeydi,” dedi Basbakan öfkesinden bir anlıgına saparak “Bizim gazetelerimizde.
Amelia Bones...sadece kendi basına yasayan orta yaslı bir kadın dendi. Korkunç—korkunç bir cinayetti degil mi?
Epeyce tanınmıstı. Polis çok saskın, görüyorsunuz ya.”
Fudge iç geçirdi. “Eh, elbette öyleler,” dedi “içerden kilitlenmis bir odada öldürülmüstü, degil mi? Öteki
taraftan, biz tam olarak kimin yaptıgını biliyoruz, ki bu bizi onu yakalamak için daha ileriye götürmüyor. Ve Emmeline
Vance vardı, belki bunu duymadınız—“
“Ah evet duydum!” dedi Basbakan. “Aslında buradan kösenin etrafında oldu. Gazeteler onu allayıp pulladılar,
“Basbakan’ın arka bahçesine kanun ve emir ihlali—’
“Ve sanki bu yeterli degilmis gibi,” dedi Fudge, Basbakan’ı dinlemeyerek, “ruh emiciler her yeri sardılar,
insanlara sagda solda ortada saldırarak...”
Daha mutlu bir anında bu cümle Basbakan’a anlasılmaz gelirdi, ama simdi daha zekiydi.
“Ruh emicilerin Azkaban’daki tutsakları korudugunu sanıyordum,” dedi dikkatle.
“Öyle yapıyorlardı,” dedi Fudge halsizce. “Ama artık degil. Hapishane’yi bıraktılar ve Adı Anılmaması Gereken
Kisi’ye katıldılar. Bunun bir hayal kırıklıgı olmadıgını söyleyemem.”
“Ama,” dedi Basbakan, dogan bir korkuyla, “siz bana onların insanlardan umut ve mutlulugu emen yaratıklar
oldugunu söylememis miydiniz?”
“Dogru. Ve çogalıyorlar. Bütün sisi yaratan sey de bu.”
Basbakan dizleri çözülerek en yakın sandalyeye çöktü. Görünmez yaratıkların köylerin ve kasabaların
arasından geçerek seçmenlerine umutsuzluk dagıtması onda bayılacakmıs gibi bir his uyandırıyordu.
“Görüyorsunuz ki, Fudge—birseyler yapmalısınız! Bu Sihir Bakanı olarak sizin sorumlulugunuz!”
“Aziz Basbakan’ım, bütün bunlardan sonra benim hala Sihir Bakanı oldugumu gerçekten düsünemezsiniz,
degil mi? Üç gün önce kovuldum! Bütün Büyücü toplumu iki hafta boyunca benim isten çıkarılmamı çıgırıyor. Ofisteki
bütün dönemim boyunca onları böyle birlesmis görmemistim!” dedi Fudge, gülümsemek için cesur bir çaba ile.
Basbakan bir anlıgına ne diyecegini bilememisti. Bırakıldıgı duruma karsı duydugu kızgınlıgına ragmen,
karsısında oturan çekmis gibi görünen adama acıyordu.
“Çok üzgünüm,” dedi en sonunda. “Eger yapabilecegim bir sey varsa?”
“Çok naziksiniz Basbakan’ım, ama yapabileceginiz bir sey yok. Ben buraya sizi son olan olaylar konusunda
bilgilendirmek ve size halefimi tanıstırmaya geldim. Su ana kadar burada olur sandım, ama elbette, su anda çok
mesgul bütün olanlar yüzünden.”
Fudge bir tüy kalemin ucunuyla kulagını karıstıran uzun kıvırcık gümüs peruk takan çirkin küçük adam
portresine baktı. Fudge’ın bakısını yakalayan portre dedi ki, “Biraz sonra burada olacak, Dumbledore’a yazdıgı bir
mektubu bitiriyor.”
“Ona sans dilerim,” dedi Fudge ilk defa acı bir sesle konusarak. “Son iki haftadır Dumbledore’a günde iki kez
yazıyordum, ama ondan tık yok. Eger çocugu ikna etmeye hazırlıklı olsaydı, ben hala... Eh, belki Scrimgeour daha
basarılı olur.”
Fudge besbelli kederli bir sessizlige dinmisti, ama bu neredeyse anında bir anda gevrek, resmi sesiyle
konusan portre tarafından bozulmustu.
“Muggle’ların Basbakan’ına. Bir toplantı rica ediyorum. Acil. Lütfen derhal yanıtlayınız. Rufus Scrimgeour, Sihir
Bakanı.”
“Evet, evet, iyi,” dedi Basbakan dikkati dagılarak, ve ızgaradaki alevler tekrar zümrüt yesiline döndügünde,
yükseldiginde ve ortalarında ikinci bir dönen büyücü belirdiginde ve onu kısa bir an sonra antika halının üstüne
tükürdügünde irkilmedi bile.
Fudge ayaga kalktı ve bir anlık bir tereddütten sonra yeni gelenin kendini toplamasını, uzun siyah cüppesinin
tozunu silkelemesini ve etrafına bakmasını izleyerek Basbakan da aynısını yaptı.
Basbakan’ın ilk, aptalca fikri Rufus Scrimgeour’un yaslı bir aslana benzemesiydi. Yelesinde ve çalıya benzeyen
kaslarında çizgi çizgi grilikler vardı, Tel-kenarlı gözlüklerin ardında meraklı sarımsı gözleri vardı ve hafifçe topallayarak
yürümesine ragmen uzun ince boyuyla ve uzun adımlarıyla belli bir zarafeti vardı. Dnsanda derhal bir kurnazlık ve
sertlik hissi bırakıyordu; Basbakan, Büyücü toplumunun bu tehlikeli zamanda neden Scrimgeour’u Fudge’a yegledigini
anladıgını sandı.
“Nasılsınız?” dedi Basbakan kibarca, elini uzatarak.
Scrimgeour onu kısa bir süre tuttu, gözleriyle odayı taradı, ve cüppesinin altından bir asa çekti.
“Fudge size herseyi anlattı mı?” diye sordu, kapıya dogru uzun adımlarla yürüyerek ve asasıyla anahtar
deligine dokunarak. Basbakan kilidin tıkırdadıgını duydu.
“Ee—evet,” dedi Basbakan. “Ve eger sakıncası yoksa, o kapının açık kalmasını tercih ederim.
“Rahatsiz edilmemeyi tercih ederim,” dedi Scrimgeour kısaca, “ya da izlenmemeyi,” diye ekledi, asasını,
perdelerin çekilmesini saglayarak pencerelere yönelterek. “Evet, pekala, ben mesgul bir adamım, o yüzden isimize
dönelim. Dlk olarak, güvenliginizi konusmalıyız.”
Basbakan sesini yükseltebildigi kadar yükseltti ve cevapladı: “Zaten sahip oldugum güvenlikten tamamiyle
memnunum efen—“
“Ama biz degiliz,” diye lafını kesti Scrimgeour. “Eger Basbakan’ları Dmperius lanetinin altına girerse bu
Muggle’lar için yetersiz bir koruma olacak. Dısarıdaki ofisinizdeki yeni sekreter—”
“Kingsley Shacklebolt’tan kurtulmuyorum eger bunu demek istiyorsanız!” dedi Basbakan sıcagı sıcagına.
“Gerçekten verimli, ötekilerinin yaptıgının iki katı isin altından kalkıyor—”
“Çünkü o bir büyücü,” dedi Scrimgeour, gülümsemenin “g”sini bile göstermeden. “Size korumanız için
gönderilmis olan iyi egitilmis bir Seherbaz.”
“Bekle bakalım bir dakika!” diye bildirdi Basbakan. “Ofisime öylece insanlar koyamazsınız, benim için
çalısanları ben seçerim—”
“Shacklebolt’tan memnun oldugunuzu sanıyordum?” dedi Scrimgeour sogukça.
“Öyleyim—yani—öyleydi—”
“Öyleyse problem yok, degil mi?” dedi Scrimgeour.
“Ben...eh, Shacklebolt isinde...ee...harika olmayı sürdürdügü sürece,” dedi Basbakan özürle, ama Scrimgeour
onu duymusa benzemiyordu.
“Simdi, Genç Bakanınız Herbert Chorley konusunda,” diye devam etti. “Ördek taklidi yaparak etrafı
eglendiren.”
“Ne olmus ona?” diye sordu Basbakan.
“Besbelli kötü yapılmıs bir Imperius Laneti’ne tepki gösterdi,” dedi Scrimgeour. “Beynini sersemletti, ama o
hala tehlikeli olabilir.”
“Sadece vak vaklıyor!” dedi Basbakan halsizce. “Herhalde birazcık dinlenmek...Belki içkiyi bırakmak...”
“St. Mungo’nun Sihirsel Hastalıklar ve Yaralanmalar Hastanesi’nden bir Sifacı takımı onu biz konusurken bile
inceliyorlar. Su ana dek üç tanesini bogmaya kalkıstı,” dedi Scrimgeour. “Bence en iyisi onu simdilik Muggle
toplumundan almak.” “Ben...eh...Dyi olacak, degil mi?” dedi Basbakan endiseyle.
Scrimgeour sömineye dogru çoktan yol almaya baslayarak sadece omuz silkti.
“Eh, söylemek istediklerim bunlardı. Gelismelerden sizi haberdar edecegim, Basbakan’ım—ya da, en azından,
ben muhtemelen kendim gelemeyecek kadar çok mesgul olacagım, o zaman Fudge’ı gönderecegim. Danısman
kapasitesi içinde kalmaya razı oldu.”
Fudge gülümsemeye çalıstı, ama basarısızdı; sadece bir dis agrısı varmıs gibi görünüyordu. Scrimgeour atesi
yesile döndüren esrarengiz toz için ceplerini karıstırıyordu bile. Basbakan bir an ikisine ümitsizce baktı, sonra bütün
aksam bastırmaya çalıstıgı sözler en sonunda agzından fırladı.
“Ama Tanrı askına—siz büyücüsünüz! Sihir yapabilirsiniz! Eminim ki—eh—her seyi çözebilirsiniz!”
Scrimgeour yavasça yerinde döndü ve Fudge’a saskın bir bakıs attı, ve Fudge bu sefer gülümsemeyi
basararak kibarca dedi ki: “Sorun su ki, öteki taraf da büyü yapabiliyor, Basabakan’ım.”
Ve bununla beraber, iki büyücü parlak yesil atese birbiri ardına girerek yok oldular.
Happysweety
Spinner’s End
Millerce uzaklıkta, Basbakan’ın penceresinin aksi yönüne dogru hızla esen rüzgâr; yabani otlar ve çöp yıgınlarının
arasından akan kirli nehri sürüklüyordu. Artık kullanılmayan bir fabrikanın devasa bacasına belirsizlik ve ugursuzluk
hâkimdi. Ne kapkara suyun fısıltısından baska bir ses vardı, ne de yıgınların altında balık ve patates kızartması kokusu
aldıgı bazı paketlere umutla ve yavasça yaklasan bir deri bir kemik tilkiden baska bir hayat belirtisi.
Ama sonra, aniden cılız bir patlama sesiyle, nehrin kıyısında ince uzun ve kukuletalı bir figür belirdi. Tilki dondu,
ihtiyatla gözlerini bu olagan dısı olaya sabitlemisti. Figür kısa bir süre bulundugu yeri kontrol ediyormus gibi göründü,
sonra ısıkla birlikte, hızlı ve büyük adımlarla ilerledi, uzun pelerini çimenlere sürtünürken ses çıkarıyordu.
Dkinci ve daha yüksek bir patlama sesiyle diger bir figür cisimlendi.
“Bekle!”
Kulak tırmalayan çıglıktan ürken tilki çalılıkların arasına sindi. Yıgınların üzerinden yuvasına dogru sıçradı. Yesil parlak
bir ısık oldu ve ciyaklayan tilki ölü olarak yere düstü.
Dkinci figür, hayvanı ayakucuyla çevirdi.
“Yalnızca bir tilki,” dedi umursamazca bir kadın sesi kukuletanın altından. “Belki bir seherbazdır diye düsünmüstüm—
Cissy, bekle!”
Ama parlak ısık sırasında durup bakan kisi, az önce tilkinin düstügü yıgınların üzerinden basıp gitmisti bile.
“Cissy—Narcissa—beni dinle--”
Dkinci kadın ilkine yetisti ve kolunu yakaladı, ama digeri kolunu kurtardı.
“Geri dön, Bella!”
“Beni dinlemelisin!”
“Yeterince dinledim. Kararımı verdim. Beni yalnız bırak!”
Narcissa isimli kadın, bir çizgi boyu uzanan eski parmaklıkların, nehri, dar ve kaldırım taslı caddeden ayrıldıgı yere,
yani yıgınların sonuna ulastı. Diger kadın, Bella, takip etmeye devam etti. Birlikte, yolun karsısındaki pencereleri boguk
ve kapkaranlık olan bir dizi yıkık dökük tugla bir eve baktılar.
“Burada mı yasıyor?” diye sordu Bella küçümseyen bir sesle. “Burada? Bu Muggle ahırında? Kendi türümüzden buraya
ayak basan ilk kisiler olmalıyız--”
Ama Narcissa dinlemiyordu; paslı parmaklıklardan kendine bir bosluk bulup sıyrıldı ve hızlıca yolu geçti bile.
“Cissy, bekle!”
Pelerini arkasında hısırtı çıkaran Bella, Narcissa’yı takip etti, onu ikinci ve neredeyse birincisinin aynısı olan evlerle dolu
bir sokaga girerken gördü. Bazı sokak lambaları kırıktı; iki kadın aydınlık ve kör karanlık arasında kosuyordu. Takip
eden kadın, digerini, baska bir köseyi döndügü sırada yakaladı. Bu kez kolunu sıkıca yakalamayı basardı, kendine
dogru çevirdi ve böylece yüz yüze geldiler.
“Cissy, bunu yapmamalısın, ona güvenemezsin--”
“Karanlık Lord ona inanıyor, degil mi?”
“Karanlık Lord… bence… yanılıyor,” Bella nefes nefese kaldı, ve etrafa bakıp gerçekten yalnız olup olmadıklarını kontrol
ederken kısa bir süre boyunca kukuletasının altındaki gözleri parladı. “Hem ne olursa olsun, bize plan hakkında
konusmamamız söylendi. Bu Karanlık Lord’a ihanet etmek olur--”
“Bırak, Bella!” diye hırladı Narcissa ve pelerinin altından bir asa çıkarıp tehdit edercesine digerinin suratına tuttu. Bella
yalnızca güldü.
“Cissy, kendi kardesine mi? Yapamazsın--”
“Artık yapamayacagım hiçbir sey yok!” dedi Narcissa histerik bir sesle, asasını bir bıçakmısçasına indirirken baska bir
ısık parlaması oldu. Bella, yanmanın etkisiyle kardesinin kolunu bıraktı.
“Narcissa!”
Ama Narcissa aceleyle devam etti. Simdi, mesafesini koruyup tugla evlerin olusturdugu terkedilmis labirentin
derinliklerine inerken, takipçisi kolunu ovalayarak tekrar pesindeydi.
Sonunda, Narcissa, yükselen fabrika bacasının havada asılı duran kocaman bir isaret parmagı gibi göründügü yere,
Spinner’s End isimli sokaga girdi. Perdelerin arasından los ısıgın sızdıgı en sondaki bodrum daireye ulasana kadar,
tahta ve kırık pencerelerin yanından geçerken adımları kaldırımda yankılanıyordu.
Sessizce lanet eden Bella ona yetismeden önce, kapıyı çaldı. Kesik kesik soluyup, onlara gece meltemini tasıyan kirli
nehrin kokusunu alarak, birlikte beklediler. Birkaç saniye sonra kapı açıldı. Kapı aralıgından onlara bakan, uzun siyah
saçları ortadan ikiye ayrılmıs, soluk yüzlü ve siyah gözlü bir adam göründü.
Narcissa kukuletasını indirdi. Yüzü o kadar solgundu ki karanlıkta parlıyordu; uzun sarı saçları sırtına dökülüp ona
bogulmus bir insan görüntüsü veriyordu.
“Narcissa!” dedi kapıyı biraz daha aralayan adam, böylece ısık Narcissa ve kız kardesini de aydınlattı. “Ne hos bir
sürpriz!”
“Severus,” dedi Narcissa fısıldayarak. “Seninle konusabilir miyim? Acil bir durum.”
“Tabii ki.”
Adam, kadının içeri girmesi için geri çekildi. Hala kukuletalı olan kız kardesi davet edilmemis olarak kardesini takip etti.
“Snape,” dedi kısaca yanından geçerken.
“Bellatrix,” diye yanıtladı Snape, kapıyı arkalarından kapatırken ince agzını bükerek hafifçe yapmacık bir sekilde
gülümsedi.
Dogruca, karanlık bir hücreymis hissi veren, küçücük bir oturma odasına girdiler. Duvarlar, çogu siyah ve ya
kahverengi deri kaplı olan kitaplarla kaplanmıstı; yıpranmıs bir kanape, eski bir koltuk, sallanan bir masa, tavandan
sarkan mum dolu avizenin los ısıgı altında grup halinde duruyorlardı. Genellikle kullanılmadıgı için, evde bir terk
edilmislik havası vardı.
Snape Narcissa’ya nazikçe oturmasını isaret etti. Narcissa pelerinini çıkardı ve bir kenara fırlattı, kucagına koydugu,
birbirine kenetlenmis beyaz ve titreyen ellerine bakarak oturdu. Bellatrix kukuletasını daha yavas indirdi. Kadesinin
sarısın oldugu kadar esmerdi. Agır göz kapakları ve sert bir çene yapısı vardı. Narcissa’nın arkasına gelene dek
gözlerini Snape’ten ayırmadı.
“Peki, senin için ne yapabilirim?” diye sordu Snape, iki kardesin karsısındaki koltuga otururken.
“Biz… yalnızız, degil mi?” diye sordu Narcissa usulca.
“Evet, tabii ki. Yani, Kılkuyruk burada, ama hasaratları saymıyoruz, degil mi?”
Asasını arkasındaki kitaplarla dolu dolaba dogrulttu, gürültüyle gizli bir kapı açıldı ve üzerinde donup kalmıs küçük bir
adamın oldugu dar bir merdiveni açıga çıkardı.
“Senin de süphesiz anladıgın gibi, Kılkuyruk, misafirlerimiz var,” dedi Snape tembelce.
Adam, son birkaç merdivenden kamburunu çıkarak, agır agır indi ve odaya girdi. Küçük sulu gözleri, nokta bir burnu
ve suratında hos olmayan aptal bir sırıtısı vardı. Sol eli parlak gümüs bir eldivenle kaplı olan sag elini tasıyordu.
“Narcissa!” dedi cikleyen bir sesle. “Ve Bellatrix! Ne kadar da--”
“Eger isterseniz, Kılkuyruk içeceklerimizi getirecek,” dedi Snape. “Ve sonra da yatak odasına dönecek.”
Kılkuyruk, sanki Snape ona bir sey fırlatmısçasına irkildi.
“Senin usagın degilim!” diye cikledi, Snape’ten gözlerini kaçırarak.
“Gerçekten mi? Ben de, Karanlık Lord seni buraya bana yardımcı olmak için yolladı diye bir izlenim içindeydim.”
“Yardımcı olmak için, evet—ama içeceklerini hazırlamak ve—ve evini temizlemek!”
“Daha tehlikeli islere yardımcı olmak için can attıgın hakkında en ufak bir fikrim yoktu Kılkuyruk,” dedi Snape yumusak
bir sesle. “Bu kolayca ayarlanabilecek bir sey: Karanlık Lord’la bir konusayım--”
“Eger istersem onunla kendim konusabilirim!”
“Tabii ki konusabilirsin,” dedi Snape dudak bükerek. “Ama aynı zamanda, içkilerimizi getir. Ev cini yapımı saraplardan
olsun.”
Kılkuyruk bir an tereddüt etti, onunla tartısabilecekmis gibi görünüyordu, ama sonra döndü ve ikinci bir gizli kapının
yolunu tuttu. Bardakların çınlama seslerini duydular. Saniyeler içinde tozlu bir sise ve bir tepsi üzerinde üç bardakla
geri döndü. Elindekileri sallanan masa üzerine koydu ve kitap-kaplı kapıyı arkasından kapayarak uzaklastı.
Snape, üç bardagı da kan kırmızı sarapla doldurdu ve ikisini kız kardeslere verdi. Narcissa mırıldanarak tesekkür
ederken, Belllatrix hiçbir sey söylemedi, onun yerine Snape’e ters ters bakmayı sürdürdü. Snape rahatsız olmusa
benzemiyordu; aksine egleniyor gibi görünüyordu.
“Karanlık Lord’a,” dedi bardagını kaldırırken ve içkisini bir dikiste bitirdi.
Kızkardesler de aynısını yaptılar. Snape bardakları tekrar doldurdu. Narcissa ikinci içkisini aldıgı sırada, aceleyle,
“Severus, buraya bu sekilde geldigim için üzgünüm, ama seni görmek zorundaydım. Bana yardım edebilecek tek kisi
oldugunu düsünüyorum--”
Snape tek elini kaldırarak susmasını isaret etti, sonra asasını tekrar gizli merdivenin kapısına dogrulttu. Büyük bir
gürültü ve ciyaklamayı, Kılkuyruk’un merdivenlerden aceleyle yukarı çıkma sesleri takip etti.
“Özür dilerim,” dedi Snape. “Son zamanlarda kapı dinlemeye basladı, ne yapmaya çalıstıgını bilmiyorum… Ne
diyordun, Narcissa?”
Derin bir nefes aldı ve anlatmaya basladı.
“Severus, biliyorum burada olmamam lazım, kimseye bir sey anlatmamam söylendi, ama--”
“Öyleyse diline hâkim ol!” diye hırladı Bellatrix. “Özellikle de simdiki ekipte!”
“’Simdiki ekip’?” diye tekrar etti Snape alaycı bir sesle. “Ve benim bundan ne anlamam gerekiyor, Bellatrix?”
“Sana güvenmedigimi, Snape, senin de gayet iyi bildigin gibi!”
Narcissa aglıyormusçasına iç çekti ve elleriyle yüzünü kapadı. Snape bardagı masaya koydu ve tekrar oturdu, elleri
koltugun üzerindeydi, Bellatrix’in ters ters bakan yüzüne gülümsedi.
“Narcissa, bence Bellatrix’in içindekileri kusmasını dinlemeliyiz; bu sıkıcı yarıda kesilmeleri önler. Pekâlâ, devam et,
Bellatrix,” dedi Snape. “Bana güvenmemene sebep olan sey ne?”
“Yüz tane sebep var!” diye bagırdı, kanepenin arkasından uzun adımlarla masaya dogru gidip bardagını hızla masaya
çarparak. “Nereden baslayayım! Karanlık Lord gücünü yitirdiginde neredeydin? Neden ortadan kayboldugu zaman onu
bulmak için en ufak bir harekette bulunmadın? Dumbledore’un yanında yasadıgın onca yıl boyunca ne yaptın? Neden
Karanlık Lord’un Felsefe Tası’nı elde etmesini engelledin? Neden Karanlık Lord’un yeniden dogusu sırasında hemen
gelmedin? Birkaç hafta önce, biz, Karanlık Lord için kehaneti ele geçirmeye çalısırken neredeydin? Ve neden, Snape,
bes sene boyunca senin merhametine kalmıs durumdayken, Harry Potter hala hayatta?”
Durdu, gögsü hızla sisip iniyordu, yanakları kızarmıstı. Arkasında, yüzü hala elleriyle kapalı olan Narcissa, hareketsizce
oturuyordu.
Snape gülümsedi.
“Sana cevap vermeden önce—ah evet, Bellatrix, cevap verecegim! Söyleyeceklerimi ve Karanlık Lord’a ihanet ettigim
masalının asılsız oldugunu, diger arkamdan konusanlara iletebilirsin. Cevap vermeden önce, bir sey sormama izin ver.
Gerçekten, Karanlık Lord’un bu soruların her birini tek tek sormadıgını mı düsünüyorsun? Ve eger ben yeteri kadar
tatmin edici cevaplar vermeseydim, su anda karsında oturup, seninle konusuyor olabilir miydim sanıyorsun?”
Bellatrix duraksadı.
“Sana inandıgını biliyorum, ama…”
“Yoksa yanıldıgını mı düsünüyorsun? Ya da onu bir sekilde kandırdıgımı mı? Karanlık Lord’u, en büyük büyücüyü,
dünyanın gördügü en becerikli Zihnefendar’ı kandırmak?”
Bellatrix bir sey demedi, ama ilk kez az da olsa rahatsız olmus görünüyordu. Snape konunun üzerinde durmadı. Tekrar
içkisini aldı, tek yudumda bitirdi ve devam etti. “Karanlık Lord güçten düstügünde nerede oldugumu merak ediyorsun.
Bana emrettigi gibi Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’ndaydım, çünkü Albus Dumbledore hakkında casusluk
yapmamı istemisti. Karanlık Lord’un emri oldugundan isi almaya cüret ettigimi biliyorsun, degil mi?”
Bellatrix neredeyse fark edilmeyecek bir sekilde, onaylarcasına basını bir yukarı bir asagı salladı ve sonra agzını açtı,
ama Snape önce davrandı.
“Ortadan kayboldugunda, onu bulmak için neden çabalamadıgımı soruyorsun. Avery, Yaxley, Carrows’lar, Greyback,
Lucius ile birlikte” – kafasını Narcissa’ya dogru hafifçe egdi – “aynı nedenden dolayı. Dsinin bittigine inanıyordum.
Bununla övünmüyorum, yanılmıstım, ama öyle iste… Eger, o zaman inançlarını kaybedenleri affetmeseydi, su anda
çok az sayıda müride sahip olurdu.”
“Bana sahip olurdu!” dedi Bellatrix hırsla. “Onun için Azkaban’da yıllarını geçiren bana!”
“Evet, gerçekten, takdire deger,” dedi Snape sıkılmıs bir sesle. “Belki yardımcı olsaydım, hapiste onun için bu kadar
yatmamıs olurdun, ama iyi niyetin süphe edilmeyecek kadar güzel--”
“Dyi niyet!” diye haykırdı; öfkesinden çılgına dönmüs gibiydi. “Ben ruh emicilere katlanırken, sen Hogwarts’ta kalıp
rahatça Dumbledore’un evcil hayvan rolünü oynadın!”
“Tam olarak degil,” dedi Snape sogukça. “Karanlık Sanatlara Karsı Savunma ögretmenligini bana vermeyecekti,
bildigin gibi. Sey gibi düsünüyordu, ee, beni kötü yola sürükleyecegini, beni eski halime döndürecegini.”
“Senin, Karanlık Lord için olan fedakârlıgın bu muydu, gözde dersini ögretmemek mi?” diye alay etti Bellatrix. “Neden
orada o kadar zaman kaldın, Snape? Dumbledore hakkında, öldügüne inandıgın efendine casusluk yapmak için mi?”
“Hemen hemen,” dedi Snape, “Buna karsın, Karanlık Lord görevimi hiç bırakmadıgım için memnun: On altı senelik bilgi
birikimim vardı, yani Azkaban’ın ne kadar kötü oldugu hakkında bitmek bilmeyen anılardan daha ise yarar bir yenidenhos
geldin hediyesi.”
“Ama kaldın--”
“Evet, Bellatrix, kaldım” dedi Snape, ilk kez sabrını yitirdigini belli ederek. “Azkaban’a tıkılmaya tercih edecegim bir
isim vardı. Ölüm Yiyenler’i avlıyorlardı, biliyorsun. Dumbledore’un koruması beni hapsin dısında tutuyordu; en uygunu
oydu ve ben de kullandım. Tekrar ediyorum: Karanlık Lord kaldıgımdan dolayı beni suçlamıyor, peki sen neden
yapıyorsun anlamıyorum.”
“Sanırım ikinci bilmek istedigin,” diye devam etti Snape, sesini biraz daha yükselterek, çünkü Bellatrix sözünü kesmeye
hazırlanıyordu, “neden Karanlık Lord ve Felsefe Tası arasında durdugum. Bunun cevabı kolay. Bana güvenip
güvenemeyecegini bilmiyordu. O da, tıpkı senin gibi, sadık bir Ölüm Yiyen’den Dumbledore’un yardakçısına
dönüstügümü düsünüyordu. Acınacak durumdaydı, çok zayıf ve vasat bir büyücünün vücudunu paylasıyordu. Önceki
müttefikleri Dumbledore’a ya da Bakanlıga dönmüslerdir diye, kendini onlara açıga çıkarmaya cesaret edemedi. Bana
güvenmemesi beni derinden yaralamıstı. Gücüne üç sene erken ulasabilirdi. Sadece açgözlü ve degersiz olan Quirrell
tası çalmaya yeltendiginde, kabul ediyorum, onu engellemek için yapabilecegim her seyi yaptım.”
Bellatrix'in agzı sanki kötü tadlı bir ilaç almısçasına büküldü.
“Ama o geri döndügünde gelmedin, Karanlık Dsaret’in yandıgını hissettiginde hemen ona gelmedin--”
“Dogru. Dki saat sonra geldim. Dumbledore’un emri üzerine geldim.”
“Dumbledore’un emri üzerine--?” diye basladı nefret dolu bir tonla.
“Düsün!” dedi Snape tekrardan sabırla. “Düsün! Dki saat beklemeyle, yalnızca iki saatle, Hogwarts’taki casusluk
görevimin kalıcı olmasını garanti altına aldım! Dumbledore’un, yalnızca o emir verdi diye Karanlık Lord’un tarafına
geçtigimi düsünmesini saglayarak, onun ve Zümrüdüanka Yoldaslıgının hakkındaki tüm bilgileri ulastırabilecektim! Dyice
düsün, Bellatrix: Karanlık Dsaret, aylardır gittikçe belirginlesiyordu. Geri dönmek üzere oldugunu biliyordum, bütün
Ölüm Yiyenler bilir! Ne yapmak istedigimi düsünecek çok zamanım vardı, bir sonraki hamlemi planlamak için, Karkarof
gibi kaçmak için, degil mi?”
“Seni temin ederim, Dumbledore’un kendi adamı oldugumu düsünmesine ragmen, Karanlık Lord’a ona sadık kaldıgımı
anlattıgımda, geç kalmamdan kaynaklanan hosnutsuzlugu tamamen ortadan kayboldu. Evet, Karanlık Lord, onu
sonsuza dek terk ettigimi düsündü, ama yanılmıstı.”
“Ama ne ise yaradın?” diye dudak büktü Bellatrix. “Ne gibi yararlı bilgiler edindik senden?”
“Bilgilerim direkt olarak Karanlık Lord’a iletilir,” dedi Snape. “Eger seninle paylasmamayı seçiyorsa--”
“Benimle her seyini paylasır!” dedi Bellatrix bir anda patlayarak. “Beni en vefalı, en sadık müridi olarak--”
“Öyle mi?” dedi Snape, sesinden inanmadıgı anlasılıyordu. “Bakanlık fiyaskosundan sonra da mı?”
“Benim suçum degildi!” dedi Bellatrix kızararak. “Eskiden Karanlık Lord en deger verdigi seyi emanet ederdi bana, eger
Lucius--”
“Sakın—sakın kocamı suçlamaya kalkısma!” dedi Narcissa kardesine bakarak, alçak ama etkili bir sesle.
“Suçluluk payı aramak gereksiz,” dedi Snape yumusak bir sesle. “Olan, oldu.”
“Ama senin tarafından degil!” dedi Bellatrix öfkeyle. “Hayır, digerlerimiz tehlike içindeyken, sen, bir kez daha yoktun,
degil mi, Snape?”
“Geride kalmam emredildi,” dedi Snape. “Belki Karanlık Lord’la aynı fikirde degilsindir, belki Ölüm Yiyenler’le
Zümrüdüanka Yoldaslık’ı arasındaki bir savasa katılırsam Dumbledore’un farkına varmayacagını düsünüyorsundur?
Ve—bagısla beni—tehlikeden bahsediyorsun… Altı tane gençle savasıyordunuz, degil mi?”
“Senin de çok iyi bildigin gibi, çok geçmeden Yoldaslıgın yarısının gelmesiyle birlikte birlesmistiler!” diye hırladı
Bellatrix. “Ve, hazır Yoldaslık konusu açılmısken hala karargahın yerini söyleyemeyecegin konusunda ısrar ediyorsun,
degil mi?”
“Sır Tutucu ben degilim; yerin ismini söyleyemem. Büyü olaylarının nasıl isledigini anlıyorsun, sanırım? Karanlık Lord,
Yoldaslık hakkında ona ulastırdıgım bilgilerden hosnut. Bu bilgiler, büyük ihtimalle senin de tahmin ettigin gibi, son
günlerde esir alma olayları, Emmeline Vance’in ölümü ve Sirius Black’ten kurtulmak için bize kesinlikle yardım etti,
sana onun isini bitirme serefini bahsettim.”
Basını egdi ve Bellatrix’i tebrik etti. Bellatrix’in yüz ifadesi yumusamadı.
“Son sorumu atlıyorsun, Snape. Harry Potter. Geçtigimiz bes sene boyunca onu her durumda öldürebilirdin. Yapmadın.
Neden?”
“Bu konuyu Karanlık Lord’la konustun mu?” diye sordu Snape.
“O… son zamanlarda, biz… ben sana soruyorum, Snape!”
“Eger Harry Potter’ı öldürmüs olsaydım; Karanlık Lord yeni bedenine kavusup yenilmez olmak için onun kanını
kullanamayacaktı--”
“Çocugu kullanacagını önceden gördügünü mü iddia ediyorsun!” diye alay etti.
“Dddia etmiyorum; planları hakkında en ufak bir fikrim yoktu; zaten Karanlık Lord’un öldügünü düsündügümü açık açık
söylüyorum. Anlatmak istedigim sadece, Karanlık Lord’un Harry’nin hayatta kalmıs olmasından dolayı neden üzgün
olmadıgı, en azından bir sene öncesine kadar…”
“Ama neden sag kalmasına izin verdin?”
“Beni anlamıyor musun? Beni Azkaban’dan uzak tutan yalnızca Dumbledore’un korumasıydı! Sence favori ögrencisini
öldürmem karsıma geçmesine neden olmaz mıydı? Ama bundan daha fazlası da var. Sana hatırlatmalıyım ki, Harry
Potter Hogwarts’a ilk geldiginde hala, kendisinin harika bir kara büyücü oldugu ve Karanlık Lord’un saldırısından nasıl
hayatta kaldıgı hakkında birçok hikâye ve söylenti dolasıyordu. Gerçekten, Karanlık Lord’un çok sayıda müridi, Potter’ın
bizi tekrar bir amaç için bir araya getirebilecek düzeyde oldugunu düsündü. Merak ettigimi kabul ediyorum ve onu,
satoda aptal bir durumda oldugu sırada öldürmeye o kadar da hevesli degildim.”
“Tabii ki, alısılmısın dısında bir yetenegi olmadıgını anlamam kısa sürdü. Birçok sıkıcı ve zor anları, yalnızca sıf sans ve
bazı yenetekli arkadaslarının bir araya gelmesi sonucunda atlattı. Notları vasat olmasına ragmen, babası kadar
tiksindirici ve halinden memnundu. Onu, ait olmadıgına inandıgım Hogwarts’tan attırmak için elimden geleni yaptım,
ama onu öldürmek ya da gözümün önünde öldürülmesine izin vermek? Dumbledore’un dibinde böyle bir riske girmem
için aptal olmam gerekirdi.”
“Ve bütün bunlardan sonra, Dumbledore’un senden hiç süphe etmedigine inanmamız gerekiyor, öyle mi?” diye sordu
Bellatrix. “Senin gerçek sadakatin hakkında hiçbir fikri yoktu ve sana hala tamamıyla inanıyor, öyle mi?”
“Rolümü iyi oynadım,” dedi Snape. “Ve Dumbledore’un en büyük zaafını unutuyorsun: Dnsanların iyi olabileceklerine
inanır. Onun tarafına geçtigimde, Ölüm Yiyen’lik günlerim sırasında yaptıklarımdan ne kadar pisman oldugum hakkında
palavralar attım ve kollarını açarak beni kucakladı—buna ragmen, söyledigim gibi, Karanlık Sanatlar’a yaklasmama bile
izin vermedi. Dumbledore çok büyük bir büyücü—ah evet, öyle” (Bellatrix’in çıkardıgı ses üzerine), “Karanlık Lord
bunun dogrulugunu kabul ediyor. Bununla birlikte, Dumbledore’un yaslandıgını söylemekten mutluluk duyuyorum.
Geçen ay Karanlık Lord’la yaptıgı düello yüzünden sarsıldı. Tepkileri eskisinden daha da yavaslamıstı, bu yüzden ciddi
bir yaralanma yasadı. Ama bunca yıl içinde, Severus Snape’e olan güvenini yitirmedi ve yalanlarım Karanlık Lord için
çok degerli oldu.”
Bellatrix hala düsünceli görünüyordu, Snape’e sonraki saldırısının en iyisinin ne olduguna karar verememis gibiydi.
Onun sessizligini avantaj bilen Snape, kız kardesine döndü.
“Simdi… Benden yardım istemeye mi gelmistin, Narcissa?”
Narcissa kafasını kaldırıp baktı, umutsuz görünüyordu.
“Evet, Severus. Sanırım—sanırım bana yardım edebilecek tek kisi sensin, baska gidecek kimsem yok. Lucius hapiste
ve…”
Gözlerini kapadı ve göz kapaklarının ardından iki iri gözyası süzüldü.
“Karanlık Lord konusmamı yasakladı,” diye devam etti Narcissa, hala gözleri kapalı olarak. “Kimsenin plandan haberdar
olmasını istemiyor… Bu… Çok gizli. Ama--”
“Eger yasakladıysa, konusmamalısın,” dedi Snape bir kerede. “Karanlık Lord’un sözü kanundur.”
Narcissa güçlükle soluk alıp veriyordu. Bellatrix eve girdigi andan beri ilk kez hosnut olmusa benziyordu.
“Dste!” dedi zafer çıglıgıyla. “Snape bile konusma dedigine göre, sessizligini koru!”
Ama Snape ayaklanıp uzun adımlarla küçük pencereye yürüdü ve perdenin arkasından terkedilmis sokaga dikkatle
baktı. Ve sonra hızla sürüyerek perdeyi kapadı, kaslarını çatarak tekrar Narcissa’ya döndü.
“Planı biliyorum,” dedi kısık sesle. “Karanlık Lord’un söyledigi az sayıda kisiden biriyim. Yine de, bilmiyor olabilirdim,
Narcissa, Karanlık Lord’a olan bu büyük ihanetinden dolayı suçlanabilirdin.”
“Kesinlikle biliyorsundur diye düsündüm!” dedi Narcissa, daha rahat nefes alarak. “Sana çok güveniyor, Severus…”
“Planı biliyor musun?” dedi Bellatrix, kısa süren hosnut olmus yüz ifadesinin yerini öfke aldı. “Biliyor musun?”
“Elbette,” dedi Snape. “Ama nasıl bir yardım istiyorsun, Narcissa? Eger Karanlık Lord’un fikrini degistirmesi için onu
ikna edebilecegimi hayal ediyorsan, sanırım umut yok, hem de hiç.”
“Severus,” diye fısıldadı, yaslar solgun yanaklarından asagı dogru kayarken. “Oglum… Tek oglum…”
“Draco övünüyor olmalı,” dedi Bellatrix kayıtsızca. “Karanlık Lord ona çok büyük bir onur bahsediyor. Ve Draco için
sunu söyleyebilirim: görevinden kaçmıyor, kendini kanıtlama sansı buldugu için memnun ve heyecanla bekliyor--”
Narcissa gözlerini Snape’e dikip, yalvararak aglamaya basladı.
“Çünkü henüz on altı yasında ve nasıl yalanlar döndügü konusunda en ufak bir fikri yok! Neden, Severus? Neden
benim oglum? Bu çok tehlikeli! Bu Lucius’un hatasının intikamı, biliyorum!”
Snape bir sey söylemedi. Gözyaslarından uzaga baktı, ama onu duymuyormus gibi davranamadı.
“Bu yüzden Draco’yu seçti, degil mi?” diye üsteledi. “Lucius’u cezalandırmak için?”
“Eger Draco basarılı olursa,” dedi Snape, Narcissa’dan uzaga bakmayı sürdürerek, “digerlerinden daha yüksek bir
onurla onurlandırılacak.”
“Ama basaramayacak!” diye hıçkırarak agladı Narcissa. “Nasıl olur da Karanlık Lord’un kendisi--?”
Bellatrix bir anda solugunu içine çekti; Narcissa sinirlerine hâkim olamıyor gibiydi.
“Demek istedigim… Henüz kimse basaramadı… Severus… lütfen… Sen, her zaman Draco’nun en sevdigi ögretmeni
oldun… Lucius’un eski arkadasısın… yalvarıyorum sana… Karanlık Lord’un en degerli, en güvendigi danısmanısın…
onunla konusacak mısın, onu ikna edecek misin?”
“Karanlık Lord ikna olmayacak ve ben bunu deneyecek kadar aptal degilim,” dedi Snape bıkkınlıkla. “Karanlık Lord
Lucius’a kızgın degilmis gibi davranamam. Sorumluluk Lucius’ta olmalıydı. Kendini yakalattı, digerleriyle birlikte
kehaneti getirmesi gerekirken basarısızlıga ugradı. Evet, Karanlık Lord kızgın, Narcissa, çok kızgın hem de.”
“Öyleyse haklıyım, Draco’yu intikam almak için seçti!” diye tıkandı Narcissa. “Basarılı olmasını degil, denerken ölmesini
istiyor!”
Snape bir sey söylemeyince, Narcissa sahip oldugu azıcık hâkimiyetini de yitirmis göründü.
Ayagı kalktı ve Snape’i sasırtarak cüppesinin yakasını tuttu. Yüz yüzeydiler, gözyasları gögsüne damlayan Narcissa
nefes nefeseydi, “Bunu yapabilirsin. Bunu Draco yerine yapabilirsin, Severus. Sen basarırsın, tabii ki basarırsın ve seni
hepimizin ötesinde ödüllendirir--”
Snape, cüppesini sıkıca kavramıs olan Narcissa’nın bilegini tuttu ve cüppesinden kurtardı. Gözyaslarıyla dolu yüzüne
bakarak, yavasça, “Zaten sonunda benim yapmamı isteyecegini düsünüyorum. Ama ilk Draco’nun denemesi
gerektigine karar verdi. Görüyorsun, eger Draco beklenmedik bir sekilde kazanırsa, Hogwarts’ta biraz daha kalabilecek
ve ise yarar casusluk görevimi sürdürebilecegim.”
“Diger bir sekilde, Draco’nun ölüp ya da ölmemesi onun için bir sey fark etmiyor!”
“Karanlık Lord çok kızgın,” diye tekrarladı Snape yavasça. “Kehaneti duyamadı. Senin de benim kadar iyi bildigin gibi,
Narcissa, kolayca affetmez.”
Narcissa dizlerinin üzerine çökerek, yerde, hıçkıra hıçkıra ve inleyerek agladı.
“Oglum… Tek oglum…”
“Gurur duymalısın!” dedi Bellatrix zalimce. “Eger ogullarım olsaydı hepsini Karanlık Lord’un hizmetine vermekten
memnuniyet duyardım!”
Narcissa küçük umutsuz bir çıglık attı ve uzun sarı saçlarını kavradı. Snape onu durdurdu. Kollarından tutarak ayaga
kaldırdı ve kanepeye oturmasını sagladı. Sonra sarap doldurdu ve bardagı Narcissa’nın eline sıkıstırdı.
“Narcissa, bu kadar yeter, iç sunu. Beni dinle.”
Bir süre durdu; sarabı agzına götürerek titrekçe bir yudum aldı.
“Belki… Draco’ya yardım etmem mümkün olabilir.”
Narcissa ayaga kalktı, yüzü kâgıt kadar beyazdı; gözleri irilesmisti.
“Severus—ah, Severus—ona yardım eder misin? Zarar görmemesini saglar mısın?”
“Deneyebilirim.”
Bardagını masanın karsısına dogru savuran Narcissa koltugundan kayıp dizleri üzeri üzerine çöktü; Snape’in ayaklarına
kapandı, onun elini iki eliyle birlikte kavradı ve dudaklarını üzerine yerlestirdi.
“Eger onu koruyacaksan… Severus, yemin eder misin?” Bozulmaz Yemin eder misin?”
“Bozulmaz Yemin?”
Snape’in yüzü ifadesizdi, anlasılmıyordu. Yine de Bellatrix bir zafer edasıyla kıkırdadı.
“Dinlemiyor musun, Narcissa? Ah, eminim deneyecektir. Sıradan, bos, asla gerçeklestirilmeyecek sözler… Ah, Karanlık
Lord’un emri üzerine tabii ki!”
Snape Bellatrix’e bakmadı. Narcissa elini tutmaya devam derken, siyah gözleri, Narcissa’nın ıslak mavi gözlerine
odaklıydı.
“Elbette, Narcissa, Bozulmaz Yemin ederim,” dedi yavasça. “Belki de kız kardesin Yemindar’ımız olmaya razı olur.”
Bellatrix’in agzı açık kaldı. Snape, Narcissa’nın karsısında, dizleri üzerinde egildi ve böylece aynı hizada oldular.
Bellatrix’in saskın bakısları arasında sag ellerini birlestirdiler.
“Asana ihtiyacın olacak, Bellatrix” dedi Snape sogukça.
Bellatrix hala saskın olarak asasını çıkardı.
“Ve biraz daha yaklasman gerek,” dedi Snape.
Bellatrix öne dogru bir adım attı, asasını diger ikisinin birlesmis ellerinin üzerine yerlestirdi ve baslarında dikilir halde
durdu.
Narcissa konustu.
“Severus, oglum Draco, Karanlık Lord’un dileklerini yerine getirmeye çalısırken ona göz kulak olacak mısın?”
“Olacagım,” dedi Snape.
Asadan çıkan, alev gibi, ince bir ısık çizgisi ellerinin etrafını kırmızı, sıcak bir telmis gibi sardı.
“Ve, o zarar görmesin diye, onu korumak için elinden geleni yapacak mısın?”
“Yapacagım,” dedi Snape.
Asadan ikinci bir ısık çıkarak, bir önceki halkayla birlesip yanan bir zincir olusturdu.
“Ve, kanıtlanması gerekli olanda… eger Draco basarısız olacaga benziyorsa…” diye fısıldadı Narcissa (Snape’in eli diger
elin içinde titredi, ama geri çekmedi), “Karanlık Lord’un, Draco’ya, yerine getirmesi için emrettigi isi üstlenecek misin?”
Bir anlık sessizlik oldu. Bellatrix, asası digerlerinin ellerinin üzerinde, gözlerini dört açmıs bir sekilde izledi.
“Üstlenecegim,” dedi Snape.
Bellatrix’in saskın yüzü, asadan fırlayan üçüncü bir esiz alevle ısınarak kızardı. Isık digerleriyle birleserek, birbirine
kenetlenmis elleri, atesten bir yılanmısçasına kavradı.
(LETHE)
Olacak ve Olmayacak
Harry Potter yüksek sesle horluyordu. Dört saat boyunca, yatak odası penceresinin yanındaki sandalyede oturup
kararan havayı izledikten sonra, yüzünün bir kısmı pencereye dayalı, gözlügü yamulmus ve agzı açık olarak uyuya
kalmıstı. Nefesinden bugulanan cam, dısarıdaki sokak lambasının göz kamastırıcı turuncu ısıgını daha da parlak
gösteriyordu. Ve suni ısık yüzüne tüm canlılıgıyla vurarak, o gür ve taranmamıs saçlarının altında bir hayalet varmıs
izlenimini veriyordu.
Odada, etrafa saçılmıs bir sürü ıvır zıvır ve az miktarda çöp vardı. Baykus tüyleri, elma koçanları, postayla gelmis
sekerlemelerin yerdeki çöpleri, yatagın üzerine rasgele atılmıs bir cüppenin ortasında karman çorman bir sekilde duran
büyü kitabı, ve çalısma masasının üzerinde duran lambanın ısıgıyla aydınlanan gazete yıgınları. Bir haberin baslıgı
söyleydi:
HARRY POTTER: SEÇDLMDS KDSD?
Adı Anılmaması Gereken Kisi’nin bir kez daha göründügü su son günlerde, Sihir Bakanlıgı’nda yasanan esrarengiz
huzursuzluk hakkındaki söylentiler devam ediyor.
“Konusma yetkimiz yok, bana bir sey sormayın,” diye isyan etti, dün gece Bakanlık’tan ayrılırken ismini vermeyi
reddeden bir Hafıza Degistirici.
Bununla birlikte, Bakanlık’taki üst düzey yetkililerden biri, huzursuzlugun kaynagının efsanevi Kehanet Oda’sı oldugunu
dogruladı.
Bakanlık büyücülerinin simdiye kadar böyle bir yerin varlıgını bile reddetmelerine karsın, büyüyle ugrasan kesim,
Azkaban’dan firar etmek isteyen mahkumlara, kehaneti çalmaya çalısan Ölüm Yiyenler’in hizmet ettigine inanıyorlar.
Dogal olarak kehanet bilinmiyor, ancak spekülasyonlar, su ana dek Ölümcül Lanet’ten kurtulup sag kalmayı basaran
tek kisi olarak bilinen Harry Potter, ve o gece, kafalarda soru isareti bırakarak, Bakanlık’ta bulunmasıyla ilgili
yaygınlasıyor. Bazıları, bizi Kim-Oldugunu-Bilirsin-Sen’den kurtaracak tek kisi olarak kehanette yer aldıgını söyleyerek,
Potter’a ‘Seçilmis Kisi’ diyecek kadar ileri gittiler.
Bugün kehanetin nerede oldugunun – tabi eger varsa – bilinmemesiyle birlikte (bkz. sayfa 2, sütun 5)
Birinci haberin bitisiginde, bir ikincisi yer alıyordu. Bu seferkinin baslıgı:
SCRIMGEOUR FUDGE’IN YERDND ALDI
Bu ilk sayfa haberinin büyük bir kısmı, aslana benzer yeleli, gür saçlı ve oldukça tahrip olmus suratlı bir adamın büyük,
siyah-beyaz bir fotografıyla kaplıydı. Resim hareket ediyor—adam yüksek bir yerde durmus el sallıyordu.
Önceden Sihirsel Yasaları Uygulama Departmanı’nda Bas Seherbaz olan Rufus Scrimgeour, Sihir Bakan’ı olarak
Cornelious Fudge’ın yerini aldı. Yeni Sihir Bakanı’yla, bu yakınlarda Büyücüsura’daki Bas Sihirbaz’lık görevine yeniden
kavusan Albus Dumbledore’un arasının açık olmasına ragmen, atama, büyüyle ugrasan kesim tarafından coskuyla
karsılandı.
Scrimgeours, isi alması üzerine Dumbledore ile bir kez bulustugunu kabul etti, ama diger tartısma konuları hakkında
yorum yapmayı reddetti. Albus Dumbledore (bkz. sayfa 3, sütun 2)
Kagıdın sol tarafında, katlanmıs bir diger kagıt duruyordu, böylece bakanlıgın, ögrencilerinin can güvenligini temin
ediyor olmasıyla ilgili bir baslık görünüyordu.
Sihir Bakanı Scrimgeour, Bakanlık’ın, bu son bahar Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’na dönecek olan ögrencilerin
güvenligini saglamak için sıkı önlemler aldıgıyla ilgili yeni bir açıklamada bulundu.
“Bakanlık, apaçık ortada olan nedenlerden dolayı, uyulması zorunlu olan yeni gizli güvenlik planları hakkında detaylı bir
açıklama yapmayacaktır,” dedi Bakan, ancak bir üst düzey yetkili, Hogwarts’ı korumak için, okulun, içinde bir miktar
koruyucu büyüler ve tılsımların oldugu bazı karısık lanetlerle donatıldıgını ve küçük bir Seherbaz ekibinin yalnızca okulu
korumakla görevlendirildigini açıkladı.
Çogu kisi, ögrencilerin güvenligi için Yeni Bakanlık’ın aldıgı önlemlerden dolayı rahatlamıs durumda. Mrs. Augusta
Longbottom, “Torunum Neville – Haryy’nin yakın arkadası, aklıma gelmisken, Haziran’da, Bakanlık’ta Ölüm Yiyenler’e
karsı onunla birlikte savasmıstı –
Ama hikayenin geri kalan kısmı, sayfanın üzerinde duran büyük kus kafesi yüzünden okunmuyordu. Kafesin içinde
olagan üstü kar beyazı bir baykus vardı. Ara sıra kafasını çevirerek, kehribar rengi gözleriyle odayı tarıyor, sahibini
görmeye çalısıyordu. Bir yada iki kez sabırsızca gagasını tıkırdattı, ama Harry onu duyamayacak kadar derin uyuyordu.
Odanın tam ortasında büyük bir sandık duruyordu. Kapagı açıktı; sanki doldurulmayı bekliyordu; eski bir iç çamasırı
paçavrası, sekerlemeler, bos mürekkep siseleri ve en dibe yerlestirilmis kırık bir tüy kalem haricinde neredeyse
bombostu. Hemen yanında, yerde duran mor brosürün üzerindeki yazılar göze batıyordu.
----DLGDLD KDSDYE----
Sihir Bakanlıgı Tarafından
EVDNDZD VE ADLENDZD KARANLIK GÜÇLERE KARSI KORUMAK
Simdiki günlerde, sihirle ugrasan kesim, kendilerine Ölüm Yiyen diyen bir takım örgüt tarafından tehdit altındadır.
Asagıda bulunan bazı güvenlik adımlarını uygulamak, sizin, ailenizin ve evinizin saldırılar karsısında korunmasına
yardımcı olacaktır.
1. Evden yalnız ayrılmamanız tavsiye edilir.
2. Karanlık olan saatlerde daha dikkatli önlemler alınmalıdır. Yolculuklarınızı, mümkün oldugu kadar gece
olmadan önce tamamlamalısınız.
3. Bütün ev halkının acil durumlarda Kalkan ve Sasırtma Büyüleri yapabildiklerinden emin olana kadar, güvenlik
bilgilerini ev içinde sık sık gözden geçirin, ve duruma göre, küçük yastaki aile üyeleri için Yarı-Cisimlenme uygulayın.
4. ??
5. Bir aile üyesinin, is arkadasın, is arkadasının ya da komsunun garip bir sekilde davrandıgını fark ederseniz
vakit kaybetmeden Sihirsel Yasaları Uygulama ekibiyle temasa geçin. Dmperius Lanet’inin etkisinde olabilirler (Bkz.
sayfa 4).
6. Karanlık isaret herhangi bir yerde göründügünde, YAKLASMAYINIZ, ve hemen Seherbazlık ofisiyle temasa
geçiniz.
7. Henüz onaylanmayan bulgular Ölüm Yiyenlerin inferi kullanabileceklerini gösteriyor (bakınız sayfa 10).
Herhangi bir Inferius izine rastlarsanız veya karsı karsıya gelirseniz acilen Bakanlıga bunu bildirmelisiniz.
Harry uykusunda homurdandı, bası gözlügünün biraz daha yana yatmasına neden olarak bası pencereye birkaç santim
kala kadar kaydı. Birkaç yıl önce Harry tarafından tamir edilen alarmlı saat yüksek sesle tıkırtılar çıkarıyordu, saatin on
bir olmasına bir dakika kaldıgını gösteriyordu. Bir tarafta da Harry’nin elinde ince ve yana yatık bir yazıyla yazılmıs
parsömen parçası vardı. Üç gün önce gelmesinden bu yana Harry bu mektubu defalarca okumus ve her ne kadar sıkı
bir rulo halinde dagıtılmıs olsa da artık dümdüz olmustu.
Sevgili Harry,
Eger sana da uygun olursa tatil günlerlinin geri kalanını geçirmek için davet edildigin Kovuga kadar eslik etmek üzere
Cuma gecesi saat on bir de Privet Drive 4 Numara’da olacagım.
Kabul edersen Kovuga giderken halletmem gereken bir seyde bana asistanlık yapmanı istiyorum bu benim için bir
seref olacaktır. Bulustugumuzda daha detaylı açıklarım.
Cevabını aynı baykusla yollamanı rica ederim. Cuma aksamı görüsmek dilegiyle,
En büyük saygılarımla,
Albus Dumbledore
Uyumadan önce Harry, sokagın her iki ucunu da gören penceresinde dikilmis, aksam saat yediden beri her bes
dakikada bir bu mektuba göz atıyordu. Dumbledore’un bu kelimelerine bakmayı sürdürmenin bir anlamı olmadıgını
biliyordu; istendigi gibi evet cevabını aynı baykusla geri yollamıstı ve simdi Dumbledore gelse de gelmese de
beklemekten baska çaresi yoktu.
Fakat Harry henüz toparlanmamıstı. Okulların kapanmasından henüz iki hafta sonra Dursleys’lerden kurtulacak olması
gerçekten çok hostu. Ama bir türlü bir seylerin ters gidecegi fikrinden kurtulamıyordu. Belki mektup direk
Dumbledore’a ulasmamıstı, belki Dumbledore onu almaktan vazgeçerdi, belki de mektubun Dumbledore tarafından
yazılmadıgını ögrenirdi ya da bur bir saka, numara veya bir tuzak olabilirdi. Bütün esyalarını toplayıp asagı indirdikten
sonra geri esyalarını çıkarma gibi bir zahmete katlanamazdı. Ayrılacagına dair gösterdigi tek tepkisi kar rengi baykusu
Hedwig’i kafesine kapatmak olmustu.
Alarmlı saatteki yelkovan on ikiyi gösteriyordu ki, tamda bu zamanda dısarıdaki sokak lambalarının ısıkları kayboldu.
Ani karanlık tıpkı bir uyarıymıs gibi aniden uyandı Harry. Aceleyle gözlügünü düzeltti yapısan yanagını camdan çekerek
burnunu cama dayadı ve gözlerini kısarak karsı kaldırımlara baktı. Boylu biri uzun bir pelerinin içinde bahçedeki yolda
yürüyordu.
Elektrik çarpmıscasına yerinden fırladı, önündeki sandalyeyi devirdi, yerde yetisebildigi her seyi ama her seyi sandıga
tıkmaya basladı. Henüz bir tomar cüppeyi, iki ders kitabını ve bir paket cipsi sandıgına atmıstı ki kapı zili çaldı.
Oturma odasındaki Vernon enistesi “Hangi akıllı gecenin bu saatinde kapıyı çalar ki?” diye bagırdı. Bir elinde pirinçten
teleskopu diger elinde bir çift spor ayakkabı dondu kaldı. Dursleys’leri Dumbledore’un gelecegi konusunda uyarmayı
tamamıyla unutmustu. Asagıda “Dyi aksamlar siz Dursleysler olmalısınız. Sanırım ki Harry size bu aksam onun için
gelecegimi anlattı.” diyen boguk bir ses duydugunda panik ve gülmek arası bir karısım hissetti hemen sandıgını
kapatarak kapıyı sertçe açtı.
Dkiser ikiser merdivenlerden kosarak iniyorduki, mümkün oldugunca amcasına fazla yaklasmaması gerektigini görerek
henüz yarı yolda aniden durakladı. Kapının hizasında uzun, ince, bir adamı yani sakalı beline kadar inen ve yarım ay
gözlükleri kanca burnunda, uzun bir seyahat pelerini ve sivri uçlu sapkasıyla Dumbledore’du. Dumbledore gibi gür ama
siyah bıyıklı ve siyah bir gecelik giyen Vernon Dursley kapıdaki ziyaretçesine ince gözleriyle dik dik bakıyordu.
“Görüsünüzden belligi oldugu kadarıyla Harry benim gelecegim hakkında sizi uyarmamıs,” dedi Dumbledore yumusak
bir sesle. “Ancak, gene de beni sıcak bir sekilde evinize davet ettiginizi varsayalım. Hazır bu zor zamanlarda kapı
esiginde durmak pek akıllıca olmaz,”
Zarifçe esikten içeri girdi ve arkasından kapıyı kapadı.
“Son ziyaretimden beri uzun zaman oldu” dedi Dumbledore, kanca burnunun arkasından Vernon amcaya bakarak.
“Agapuntezleriniz bayagı büyümüs”
Vernon Dursleys tam olarak bir sey söylemedi. Konusmanın sonunda ona çatıp çatmayacagından emin olamadı ama
yakında…–amcasının sakagındaki damarın atması tehlikeye isaretti- ama geçici de olsa Dumbledore, Vernon’u nefessiz
bırakmıstı. Karsısındaki her ne kadar görünüs itibariyle büyücü ucubesi olsa da kabadayılık yapmayı yedirememisti
anlasılan.
“Aa, iyi aksamlar Harry,” dedi Dumbledore, yarım ay gözlüklerinin ardından çok memnun bir ifadeyle bakıyordu.
“Harika, Harika…”
Bu kelimeler Vernon Amcaya yeterince cesaret vermis gibi görünüyordu. Anladıgı kadarıyla bir adamın direk Harry’e
bakıp ‘harika’ demesini görmeye dayanamıyordu.
“Kaba olmak istemem—” ancak sesinin her zerresinde tehditkâr bir kabalık vardı.
“- galiba kazara yapılan kabalıklar korkunç bir sıklıkla yasanıyor” diye tamamladı cümlesini Dumbledore ciddi bir
sekilde. “Sevgili dostum en iyisi hiçbir sey söylememek. Ah bu da Petunia olmalı.”
Mutfak kapısı açılmıstı karsılarında, ellerinde lastikten bir eldiven pijamaların üzerine bir sabahlık geçirmis muhtemel
yatmadan önceki mutfak tezgâhlarını temizleme seansına baslamıstı. At yüzü hiçbir tepki vermemisti tabi küçük bir sok
belirtisi dısında.
“Albus Dumbledore” dedi Dumbledore, tamda Vernon Amca kendini tanıtma girisimini basaramamısken. “Daha öncede
mektuplasmıstık tabii.” Harry patlayan o mektubu bu sekilde Petunia Teyzeye hatırlatılmasını biraz garip buldu. Ama
gene de Petunia Teyze tepki vermedi. “Ve bu da oglunuz Dudley olmalı.”
Dudley bu anda oturma odasının kapısına derin bir bakıs attı. Büyük sarı kafası sanki çizgili pijama yakasından ayrılmıs
apayrı gözüküyordu. Agzı büyük bir saskınlık ve korkuyla açılıp kapanıyordu. Dumbledore bir veya iki dkika
Dursleys’lerden birinin bir sey söylemesini bekledi ama sessizlik baskın çıkınca kibarca gülümsedi.
“Beni oturma odanıza davet ettiginizi düsünelim”
Dudley, Dumledore önünden geçerken çabucak yolundan çekildi. Hala teleskopu ve çalıstırıcıyı kavrıyordu, son
basamaga zıpladı ve söminenin hemen yanındaki sandalyesine otururken çevresini sevecen bir ilgiyle bakan
Dumbledore’u takip etti. Bulundukları yere göre tamamen sıra dısı görünüyordu.
“Biz gitmiyor muyuz, efendim?” diye sordu Harry tedirgince.
“Evet, gidiyoruz. Ancak ondan önce halletmemiz gereken birkaç mesele var” dedi Dumbledore.
Vernon Eniste odaya girmisti, Petunia omuzlarındaydı, Dudley ise ikisinin arkasında sinsi sinsi dolanıyordu.
“Evet” dedi Dumbledore basitçe. “Yapacagım.”
Asasını o kadar hızlı çekmisti ki Harry ancak görebildi; hafifçe vurmayla kanepeyi üç Dursley’nin dizlerinin hizasına
götürdü ve bir yıgın halinde koltuga çöktüler. Bir daha asasına hafifçe vurarak kanepe eskiden durdugu yere geri
döndü.
“Biz yeterince rahattık sanırım” dedi Dumbledore içtenlikle.
Asasını tekrar cebine koyarken, Harry bir elinin kararmıs ve büzüsmüs oldugunu gördü, yanmıs gibi görünüyordu.
“Efendim – Acaba elinize ne – ?”
“Daha sonra, Harry” dedi Dumbledore. “Lütfen otur.”
Harry, sessizce ve saskınlıkla oturan Dursleylere bakmamaya çalısarak, kalan bir sandalyeye oturdu.
“Sanırım bana biraz içecek bir seyler ikram edecektin.” dedi Dumbledore Vernon Eniste’ye. “Ama kanıtlar da
gösteriyor ki bunu istemek en iyi tabirle aptallıga girer.”
Asasının üçüncü bir hareketiyle tozlu bir sise ve bes bardan birden havada belirdi. Sise her bir bardagın üzerine
egildi ve cömertçe bir miktarda bal renginde sıvıyla doldurdu ve sonra her bir bardak odadaki her bir kisiye dogru
havada süzüldü.
“Madam Rosmertas’ın yıllanmıs mese viskisi.” dedi Dumbledore bardagını, kendininkini tutup yudumlayan Harry’e
dogru kaldırarak. Daha önce hiç böyle bir sey tatmamıstı, ama çok hosuna gitmisti. Dursleyler bir an sonra korkuyla
birbirlerine bakıyorlardı, kendi bardaklarını tamamıyla görmezden gelmeye çalısıyorlardı ama onların nazikçe
kafalarının yanlarından dürtmelerinden dolayı bu pek zor bir maharetti. Harry, Dumbledore’un kendisinden daha çok
eglendigi hakkındaki süphesini bastıramıyordu.
“Evet, Harry” dedi Dumbledore ona dogru dönerek.”Bizim için çözebilecegini düsündügüm bir sorun ortaya çıktı. Biz
derken Zümrüdüanka Yoldaslıgından bahsediyorum. Ama ondan önce söylemeliyim ki bir hafta önce Sirius’un vasiyeti
bulundu ve sahip oldugu her seyi sana bırakmıs”
Kanepenin üzerindeki Vernon Enistenin kafası Harry’e dönmüstü ancak Harry ona bakmadı ve “Tamam” demekten
söyleyebilecek bir sey bulamadı.
“Bu temel olarak gayet açık bir söz” diye devam etti Dumbledore.”Giringotts’daki hesabına makul miktarda altın
eklendi ve sen Sirius’un tüm kisisel mirasını aldın.”Mirasın biraz kesinlesmemis kısmı – “
“Vaftiz babası öldü mü?” dedi Vernon Eniste kanepeden yüksek bir sesle. Dumbledore ve Harry ona dogru döndüler.
Viski bardagı hala basının yanında ısrarla onu yavasça dürtüyordu; onu uzaklastırmaya yeltendi. “o öldü mü? Vaftiz
babası?”
“Evet” dedi Dumbledore. Harry’e neden bunu Dursleylere anlatmadıgını sormadı. “Bizim sorunumuz” diye devam etti
Harry’e sanki hiç kesintiye ugramamıs gibi, “Sirius’un ayrıca sana Grimmuld Meydanı On Dki Numarayı da bırakmıs
olması.”
“Bir ev mi bıraktı?” dedi Vernon Eniste açgözlülükle gözleri kısılarak, ancak kimse ona cevap vermedi.
“Orayı karargâh olarak kullanabilirsiniz.”Umurumda degil, alabilirsiniz. Gerçekten orayı istemiyorum.” Harry eger ona
yardım edebilecekse asla oraya ayak basmak istemiyordu. Sirius’un umutsuzca terk etmek istedigi yere hapsolmus,
karanlık ve küf kokulu odalarındaki sessizce dolasmasının anları ona orayı zaten sonsuza kadar ziyaret ettirecegini
düsündü.
“Bu çok cömertçe.” dedi Dumbledore. “Yine de biz orayı geçici olarak bosalttık.”
“Neden?”
“Çünkü” dedi Dumbledore, Vernon Eniste’nin mırıldanmalarına aldırmayarak, simdi viski bardagı kafasını acıtacak
kadar sertçe inatla vuruyordu.”Black aile gelenegi evin bir sonraki ‘Black’ adını tasıyan erkege verilmesini emrediyor.
Sirius küçük kardesi Regulus gibi en son ‘Black’ti öncelik ondaydı ama ikisinin de çocugu yok. Vasiyeti senin evi almanı
istedigini kusursuzca açık bir sekilde belirtse de, yapılan bazı büyü ya da tılsımlar bir safkan dısında hiç kimsenin eve
sahip olamamasını garanti altına alabilmesi mümkün.
Grimmuld Meydanı, on iki numaradaki çıglık atıp bagıran duvardaki Sirius’un annesinin portesinin görüntüsü birden
Harry’nin gözlerinin önüne geldi. “Bahse girerim orda vardır.” dedi.
“Dogru” dedi Dumbledore. “Eger bir büyü varsa, evin mülkiyeti muhtemelen Sirius’un yasayan en büyük akrabasına
geçecektir, bunun anlamı onun kuzeni, Bellatrix Lestrange.”
Harry ne yaptıgını fark etmeden ayakları üzerine sıçradı; kucagındaki teleskop ve çalıstırıcıları yere yayıldı. Bellatrix
Lestrange, Sirius’un katili, evi mi alacaktı?
“Hayır” dedi.
“Belli ki biz de onun evi almasını tercih etmiyoruz.” dedi Dumbledore sakin bir sesle.” Durum biraz karmasık. Bizim
eve yaptıgımız büyülerin mesela isaretlenemez büyüsünün kontrolünün Sirius’un ellerinden simdiki sahibesine geçip
geçmeyecegini bilemiyoruz. Her an Bellatrix kapının önüne gelebilirdi. Biz de bu yüzden dogal olarak duruma açıklık
gelinceye kadar tasınmak zorunda kaldık.”
“Ama benim oraya sahip olmama izin verildigini nasıl ögreneceksin?”
“Neyse ki” dedi Dumbledore.” Bunun için basit bir yol var.”
Bos bardagını yanındaki ufak sehpanın üzerine koydu. Ama baska bir sey yapmasına fırsat vermeden Vernon Eniste
bagırdı: “Su kahrolasıca seyleri önümüzden çekmeyecek misin?”
Harry onlara dogru baktı; üç Dursley de kafalarının üzerindeki bardaklar zıplayıp durarak içindekileri etrafa
saçarlarken, kafaları omuzlarının arasına büzüsmüs sekilde oturuyorlardı.
“Çok özür dilerim.” dedi Dumbledore kibarca ve asasını tekrar kaldırdı. Üç bardak da gözden kayboldu. “Ama onları
içmeniz daha nezaketli bir davranıs olurdu.”
Vernon Eniste bir an sertçe bir karsılık vererek bagırıp çagıracakmıs gibi göründü ama sadece Petunia Teyze ve
Dudley’le yeniden minderlere gömüldü ve hiçbir sey söylemedi, küçük domuz gibi gözlerini Dumbledore’un asasından
bir an için bile ayırmıyordu.
“Gördügün gibi” dedi Dumbledore, Harry’e tekrar geri dönerek sanki Vernon Eniste hiç konusmamıs gibi.” Eger
hakikatten evi alırsan, ayrıca – “
Besinci kez asasını hafifçe vurdu. Gürültülü bir saklama oldu ve Dursleylerin tüylü halısında, çömelen, normal burun
gibi bir hayvan burnu, büyük yarasa kulakları ve kocaman kanlı gözleriyle bir ev cini belirdi ve kirli paçavralarla
kaplıydı. Petunia Teyze tüyler ürpertici bir çıglık koyuverdi; canlı hatırasında eve hiçbir zaman böyle pis bir sey
girmemisti. Dudley kocaman, çıplak, pembe ayaklarını yerden çekti ve onları nerdeyse kafasının üzerine kaldırarak
oturdu, sanki yaratıgın pijamalarını alıp kaçacagını düsünmüstü ve Vernon Eniste, “Bu kahrolası seyde ne?” diye
kükredi.
“Kreacher,” diye lafını bitirdi Dumbledore.
“Kreacher yapmayacak, Kreacher yapmayacak, Kreacher yapmayacak!” diye Vernon Eniste kadar gürültülü bir
kurbaga gibi vırakladı ev cini, uzun ve çarpık bacaklarını yere vuruyor ve kulaklarını çekiyordu. “Kreacher Miss
Bellatrix’e ait, oh evet, Kreacher Black ailesine ait, Kreacher yeni hanımını istiyor, Kreacher Potter haylazına
gitmeyecek, Kreacher gitmeyecek, gitmeyecek, gitmeyecek ...”
“Gördügün gibi, Harry,” dedi Dumbledore yüksek sesle Kreacher’ın devam eden “gitmeyecek, gitmeyecek,
gitmeyecek” diye vıraklamasının üstüne. “Senin mülkiyetine geçmek için kesin bir isteksizlik gösteriyor.”
“Önemsemiyorum,” dedi tekrar tiksintiyle kıvranan ve ayagını yere vuran ev cinine bakan Harry. “Onu
istemiyorum.”
“Gitmeyecek, gitmeyecek, gitmeyecek, gitmeyecek…”
“Onun Bellatrix Lestrange’in mülkiyetine geçmesini mi tercih ediyorsun? Aklımda kalana göre geçen yıl o
Zümrüdüanka Yoldaslıgın’ın karargâhında kalmıstı, degil mi?”
“Gitmeyecek, gitmeyecek, gitmeyecek, gitmeyecek…”
Harry Dumbledore’a uzun uzun baktı. Kreacher’ın gidip Bellatrix Lestrange ile yasamasına izin veremeyecegini
biliyordu, ama ona sahip olma ve Sirius’a ihanet etmis birinin sorumlulugunu alma düsüncesi tiksindiriciydi.
“Ona bir emir ver,” dedi Dumbledore. “Eger senin mülkiyetine geçerse, emirlere uymak zorunda. Eger
geçmezse, o zaman bizim onu gerçek hanımından uzak tutmak için bazı seyler düsünmemiz gerekecek.”
“Gitmeyecek, gitmeyecek, gitmeyecek, GDTMEYECEK!”
Kreacher’ın sesi bir çıglıga dönüstü. Harry diyecek bir laf bulamıyordu, “Kreacher, kapa çeneni!” hariç.
Bir süreligine baktı sanki Kreacher boguluyordu. Bogazını kavradı, agzı hala öfkeli bir sekilde çalısıyordu, gözleri
sisiyordu. Birkaç çılgın yutkunmadan sonra, kendini yüzükoyun halıya attı (Petunia Teyze inledi) ve ayakları ile elleriyle
yere vurdu ve kendini siddete teslim etti, ama tamamıyla sessiz bir sinir kriziydi.
“Güzel, bu isi kolaylastırır,” dedi Dumbledore neseyle. “Sirius ne yaptıgını biliyordu. Sen Grimmauld Meydanı,
on iki numaranın ve Kreacher’ın kanuni sahibisin.”
“Onu benimle saklamak zorunda mıyım?” diye sordu Harry, dehsetle, çünkü Kreacher kendi ayakları etrafında
çırpınıyordu.
“Dstemiyorsan hayır,” dedi Dumbledore. “Eger bana sorarsan, onu Hogwarts’daki mutfaga çalısmaya
gönderebilirsin. Böylece, diger ev cinleri onu gözetleyebilir.”
“Evet,” dedi Harry ferahlayarak, “Evet, böyle yapacagım. Eee ---- Kreacher ---- Senin Hogwarts’a gitmeni ve
mutfakta diger ev cinleriyle çalısmanı istiyorum.”
Simdi sırtı arkada, elleri ve ayakları havada durarak yatan Kreacher Harry’e bas asagı, derinden gönülsüzce bir
bakıs attı ve baska bir gürültülü saklamayla kayboldu.
“Güzel,” dedi Dumbledore. “Bir de hipogrif meselesi var, Sahgaga. Sirius öldügünden beri Hagrid bakıyordu
ona, ama simdi Sahgaga senin, yani eger farklı bir düzenleme yapmayı tercih edersen…”
“Hayır,” dedi Harry bir kerede, “Hagrid ile kalabilir. Bence Sahgaga da bunu tercih ederdi.”
“Hagrid memnun olacak,” dedi gülümseyen Dumbledore. “Sahgaga’yı tekrar görünce heyecanlandı. Bu arada
aklıma gelmisken, Sahgaga’nın güvenligi için adını simdilik Solukkanat olarak degistirmeye karar verdik, gerçi
Bakanlıgın bir zamanlar onun, ölüm cezası verdikleri hipogrif oldugunu tahmin edeceklerinden süpheliyim. Simdi,
Harry, bavulun hazır mı?”
Eee…
“Gelecegimden süpheliydin, degil mi?” dedi Dumbledore anlayıslılıkla.
“Hemen gidip … ee… toplanacagım,” dedi çabucak, düsmüs teleskopunu ve spor ayakkabısını toplamak için
acele eden Harry.
Dhtiyacı olan her seyi bulmak on dakikadan biraz daha fazla zaman aldı; sonunda görünmezlik pelerinini yatagın
altından çekip çıkarmayı basarmıstı, renk degistiren mürekkep kabını kapattı ve bavulunun kapagını kazanının üstüne
kapanması için zorladı. Sonra, bir eliyle bavulunu kaldırdı ve diger eliyle Hedwig’in kafesini aldı, asagıya indi.
Dumbledore’un koridorda beklemiyor olması onu hayal kırıklıgına ugrattı ve oturma odasına gitmesi gerektigini
düsündü.
Kimse konusmuyordu. Dumbledore sessizce mırıldanıyordu, anlasılan onun dogal sessizligiydi, ama atmosfer
soguk kremadan daha katıydı, ve Harry, “Profesör… Simdi hazırım” derken Dursleyslere bakmaya cesaret edemedi.
“Güzel,” dedi Dumbledore. “O zaman, sadece son bir sey.” Ve bir kez daha konusmak için Dursleyslere döndü.
“Süphesiz, bir yıl sonra Harry resit oluyor…”
“Hayır,” dedi Dumbledore’un gelisinden beri ilk defa konusan Petunia Teyze.
“Efendim?” dedi Dumbledore kibarca.
“Hayır, resit olmuyor. O Dudley’den bir ay daha küçük ve Duddy iki sene daha dolmadan on sekiz yasına
girmiyor.”
“Ah,” dedi Dumbledore tatlı tatlı, “ama büyücülük dünyasında, biz on yedi yasında resit oluruz.”
Vernon Eniste “Saçmalık,” diyerek homurdandı ama Dumbledore onu görmemezlikten geldi.
“Artık, bildiginiz gibi, Lord Voldemort denilen büyücü bu ülkeye geri döndü. Büyücülük toplumu su an alenen bir
savas durumunda. Lord Voldemort’un birçok kez öldürme tesebbüsünde bulundugu Harry suan, on bes yıl önce
ailesinin öldürülmesini ve sizin ona dikkat edeceginiz hakkında umutlarımızı anlatan mektupla sizin kapınıza bıraktıgım
zamankinden çok daha büyük tehlikede; sanki o sizindi.”
Dumbledore durdu ve her ne kadar onun sesi hafif ve rahat olsada ve açık bir öfke belirtisi göstermese de,
Harry bir çesit soguklugun ondan yayıldıgını hisseti ve Dursley’lerin hafifçe birbirlerine yaklastıklarını farketti.
“Dedigim gibi yapmadınız. Hiçbir zaman Harry’e oglunuzmus gibi davranmadınız. Sizin elinizde sadece
ihmalkârlıgı ve zalimligi gördü. Denilecek en iyi sey, en azından aranızda duran sanssız çocuga yüklediginiz sarsıcı
darbelerden kaçtı.”
Hem Petunia Teyze hem de Vernon Eniste etrafa baktılar içgüdüsel olarak, sanki aralarında sıkısmıs kisinin
Dudley degil de baska biri olacagını sanmıslardı.
“Bize… Duddy’e kötü davranmak mı? Sen ne… ?” diye basladı Vernon öfkeyle, Dumbledore sessizlik için küçük
çanını kaldırdı, sanki Vernon Eniste’yi dilsiz yapan bir sessizlikti.
— Harry bu eve “evim” diyebildigi sürece Harry’ye güçlü bir koruma saglayan bu büyünün on bes yıl önce farkına
vardım. Her ne kadar burada oldugu zaman huysuz da olsanız, onu hor da görseniz, kötü de davransanız,
istemeyerekte olsa en azından ona bir oda verdiniz. Bu büyü Harry on yedisine girene kadar, baska bir deyisle, Harry
gerçek anlamda erkek olana kadar onu koruyacak. Ben sizden sadece korumanın Harry’nin on yedinci dogum gününe
kadar sürmesi için bir kez daha bu eve dönmesine izin vermenizi istiyorum.
Dursleylerden hiç biri bir sey söylemedi. Dudley, hala Harry’ye ne zaman kötü davrandıgını bulmaya çalıstıgını
düsünürken hafifçe kaslarını çatıyordu.
Vernon Eniste bogazına bir sey takılmıs gibi görünüyordu; her nasılsa Petunia Teyze’nin yüzü garip bir sekilde
kızarmıstı.
— Peki, Harry… Yola çıkmanın vakti geldi. Dedi Dumbledore en sonunda, ayakta duruyor ve uzun siyah pelerinini
düzeltiyordu. “Bir daha görüsene kadar” dedi Dursleylere, onlara ilgilenene kadar bekleyebilecekmis gibi görünüyordu
ve sapkasını çıkardıktan sonra, odadan hızlıca çıktı.
— Görüsürüz. Dedi aceleyle Harry Dursleylere ve Harry’nin üstünde Hedwig’in kafesi bulunan sandıgının yanında
bekleyen Dumbledore’u izledi.
— Simdi bunların bize ayak bagı olmasını istemeyiz, dedi Dumbledore, yine asasını çıkarırken, esyalarını Burrow’a bizi
orada beklemesi için gönderecegim, ancak sana Görünmezlik Pelerini’ni vermek istiyorum… hemen sandıgındaki.
Harry sandıgının içindeki dagınıklılıgı Dumbledore’a göstermemeye çalısarak, pelerinini sandıgından zorlukla çıkardı.
Harry pelerini ceketinin cebine tıktıktan sonra, Dumbledore asasını salladı ve sandık, kafes ve Hedwig yok oldu. Sonra
Dumbledore asasının yeniden salladı ve evin kapısı serin ve sisli karanlıga açıldı.
- Ve simdi, Harry, geceye dalalım, su havai ve bastan çıkarıcı macerayı takip edelim.
(Shadow_Shooter, Lethe, naturedefender, Keddy, McGayver )
Horace Slughorn
Son birkaç günün heyecanlandırıcı her anını çaresizce Dumbledore’un onu gerçekten gelip alacagını ümit ederek
geçirmesine ragmen, Privet Drive’dan ayrlırlarken Harry kendini düpedüz beceriksiz hissediyordu. Daha önce müdürle
okul dısında hiç dogru dürüst sohbet etmemislerdi; genellikle büroda oluyorlardı. Yüz yüze son karsılasmalarının
hatırası kafasına kazınmıstı ve bu daha çok Harry’nin telasını arttırdı ve bırak bu duruma isyan etmis olmasını,
Dumbledore’un degerli esyalarını yerlere çarpmak için elinden geleni ardına koymamıstı.
Hâlbuki Dumbledore çok sakin görünüyordu.
‘Asanı hazır tut Harry’ dedi açıklayıcı bir tavırla. ‘
Ama okul dısında büyü yapmanın yasak oldugunu sanıyordum, efendim.’
‘Eger bir saldırı olursa,’ dedi Dumbledore, ‘Sana engellemen için bir lanet veya ugursuzluk karsıtı büyü için izin
verecegim. Ancak bu gece bir saldırı için tasalanman gerektigini düsünmüyorum.’
‘Neden, efendim?’
‘Benim yanımdasın,’ dedi Dumbledore kolayca. ‘Bu yüzden, Harry’
Privet Drive’ın sonunda aniden durdu.
‘Cisimlenme sınavından geçmedin tabii ki.’
‘Hayır,’ dedi Harry. ‘On yedi yasında olmam gerekiyor zannediyordum.’
‘Evet,’ dedi Dumbledore. ‘Bu yüzden koluma sıkıca tutunman gerekecek. Bir mahzuru yoksa sol koluma – farkettiysen,
sag kolum su sıralar biraz kuvvetsiz.’
Harry Dumbledore’un ona uzattıgı kolunu kavradı.
‘Çok güzel,’ dedi Dumbledore. ‘Dste gidiyoruz.’
Harry Dumbledore’un kolunun dönerek uzaklastıgını hissetti ve kolu iki misli daha sıkı kavradı; bundan sonra tek
bildigi, herseyin siyah olduguydu; her taraftan baskı uygulanıyordu; nefes alamıyordu; demirden ipler gögsünü
sarmalıyordu; göz bebekleri kafasının içini zorluyordu; kulak zarları kafatasının içinde daha derinlere bastırılıyordu ve
ardından -
Cigerlerini soguk gece havasıyla doldurdu ve yasaran gözlerini açtı. Kendini biraz önce, çok gergin kauçuk bir borudan
itilmis gibi hissetmisti. Sadece bes saniye önce bulundugu Privet Drive’ın kayboldugunun farkına varmıstı. O ve
Dumbledore terkedilmis gibi gözüken ve ortasında bir savas anıtı ile birkaç bankın oldugu bir köy meydanında
duruyorlardı simdi. Kendine gelirken, ilk kez Cisimlenmis oldugunun farkına vardı.
‘Hersey yolunda mı?’ diye sordu Dumbledore, ona endiseli bakarak. ‘Alısman gereken bir his’
‘Ben iyiyim,’ dedi Harry, kulaklarını ovalayarak. Privet Drive’dan bir hayli isteksiz ayrılmıs gibi gözükmüstü. ‘Ama
sanırım süpürgeyi tercih ederdim ...’
Dumbledore gülümsedi, seyahat pelerinini hafifçe biraz daha boynuna dogru çekti ve konustu, ‘Bu taraftan.’
Çabuk adımlarla ilerledi, terkedilmis bir hanın ve birkaç evin önünden geçti. Yakındaki bir kilisenin saatine göre
neredeyse gece yarısıydı.
‘Söyle Harry,’ dedi Dumbledore. ‘Yara izin... hiç acıdı mı?’
Harry farkında olmadan elini alnına götürdü ve simsek seklindeki isareti ovaladı.
‘Hayır,’ dedi ‘ve buna sasırıyorum. Voldemort simdi bu kadar güçlü olduguna göre her dakika yanar diye düsündüm.’
Dumbledore’a bir göz attı ve memnun bir ifade takındıgını gördü.
‘Ben, degisik bir açıdan bakıyorum.’ dedi Dumbledore. ‘Lord Voldemort, onun düsüncelerine ve hislerine tehlikeli
sekilde hâkim olusunun, senin hosuna gittigini niyahet farketti. Öyle gözüküyor ki Zihinbend’i sana karsı kullanıyor.’
‘Dyi, ben sikâyet etmiyorum,’ dedi Harry, ne huzur bozucu rüyaları ne de Voldemort’un hafızasından korkutucu anıları
özlüyordu.
Bir köseden döndüler, bir telefon kulübesinin ve bir otobüs duragının yanından geçtiler. Harry tekrar yanındaki
Dumbledore’a baktı. ‘Profesör?’
‘Evet?’
‘Eh – tam olarak neredeyiz?’
‘Burası, Harry, cezbedici Budleigh Babberton Köy’ü.’
‘Peki, burada isimiz ne?’
‘Ah, elbette, bunu sana anlatmadım,’ dedi Dumbledore ‘son birkaç senedir bunu kaç kez söyledigimin sayısını tutmayı
unuttum, ama bir kez daha personel eksigimiz var. Buraya eski bir meslektasımı, emekliligini bir kenara bırakıp
Hogwarts’a dönmesi için ikna etmeye geldik.’
‘Benim burada nasıl bir yardımım dokunabilir, efendim?’
‘Oh, senden faydalanabilecegimi zannediyorum,’ dedi Dumbledore belirsizce. ‘Burdan sola, Harry.’
Evlerle çevrili dik, dar bir sokaga dogru ilerlediler. Bütün pencereler karanlıktı. Dki haftadır Privet Drive’ı saran garip sis
burda da devam ediyordu. Harry Ruh Emici’leri düsünerek omzunun üstünden bir bakıs attı ve cebindeki asasını
kavradı.
‘Profesör, neden direk eski meslektasınızın evine Cisimlenmedik?’
‘Çünkü bu kapıyı tekmelemek kadar kaba olacaktır,’ dedi Dumbledore. ‘Nezaket kuralları bize, diger büyücülerin bizi
reddedebilmeleri için olanak saglamamızı buyuruyor. Ama yine de çogu büyücü evi, istenmeyen Cisimlenicilere karsı
sihirle korunur. Örnegin Hogwarts’da – ’
‘– okul içinde ve arazisinde Cisimlenemezsin.’ dedi Harry hemen. ‘Hermione söylemisti.’
‘Ve tamamen haklı, buradan tekrar sola.’
Arkalarında kilise çanı geceyarısının geldigini haber verdi. Harry, geç saatte eski meslektasının kapısını çalmanın
Dumbledore’a neden kaba gelmedigini merak etti ama bu muhabbet de geçmisti ve soracak daha önemli soruları
vardı.
‘Efendim, Gelecek Postası’nda Fudge’un isten atıldıgını okudum ...’
‘Dogru,’ dedi Dumbledore, simdi dik bir ara sokaga dogru dönüyordu. ‘Bildigin gibi yerine Seherbazlık Bürosu Müdürü
Rufus Scrimgeour geçti.’
‘O ... Sizce o uygun mu?’ diye sordu Harry.
‘Dlginç bir soru,’ dedi Dumbledore. ‘Kesinlikle yetenekli biri. Cornelius’dan biraz daha kararlı ve etkili.’
‘Evet, ama benim demek istedigim –’
‘Senin demek istedigini anladım. Rufus mücadelelerin adamı ve bütün meslek hayatı boyunca Karanlık Büyücülere
karsı savastı, Voldemort’u küçümsemiyor.’
Harry bekledi ama Dumbledore Gelecek Postası’nın görüs farkından söz etmedi ve konuyu sürdürmek cesaretini
gösteremediginden Harry konuyu degistirdi. ‘Ve... Efendim... Madam Bones hakkında olup bitenleri okudum.’
‘Evet,’ dedi Dumbledore sessizce. ‘Büyük kayıp. Önemli bir cadıydı. Tam surda, bence – ah.’
Yaralı eliyle isaret etmisti.
‘Profesör, elinize – ?’
‘Su anda açıklayacak zamanım yok,’ dedi Dumbledore. ‘Korkutucu bir hikâye, yasal yollarla halletmek isterdim.’
Soru sormaya devam etmek için izni oldugunun ve adam yerine koyuldugunun farkına varan Harry’e gülümsedi.
‘Efendim – Baykus postasıyla Ölüm Yiyenlere karsı almamız gereken güvenlik önlemlerini içeren Bakanlık
Brosürlerinden aldım ...’
‘Evet, ben de bir tane aldım,’ dedi Dumbledore hala gülümsüyordu. ‘Yararlı buldun mu?’
‘Dogrusunu söylemek gerekirse, hayır ’
‘Hayır, bence degil. Örnegin benim bir dolancırıcı degil de gerçekten Profesör Dumbledore oldugumu kontrol etmek
için bana hiçbir zaman favori reçel tadımı sormadın.’
‘Yapmadım ...’ diye basladı Harry, azarlanıp azarlanmıyacagından tamamen emin degildi.
‘Dlerde bilmek istersen, Harry, ahududuyu tercih ederim… Tabii bir ölüm yiyen olsaydım önce reçel tercihlerimi
arastırıp arastırmadıgımdan emin olurdum."
‘Ee … dogru,’ dedi Harry. ‘Bir de, o brosürde Inferi’ler hakkında bir seyler söylüyorlardı. Tam olarak neye benziyorlar?
Brosür pek net degildi.’
‘Onlar ölüler’ dedi Dumbledore sakin bir sekilde. ‘Karanlık büyücülerin buyruklarını yerine getirmek için büyülenmis
cesetler. Inferi’ler uzun zamandır görülmediler, daha dogrusu, Voldemort’un güçlü oldugu son zamandan beri… Tabii
ki, onlardan bir ordu yapabilecek kadar insan öldürdü. Yer burası, Harry, tam surası …’
Kendi bahçesi içine insa edilmis, düzgün, tastan bir eve yaklasıyorlardı. Harry, Inferi’lerin korkunç düsüncesini
sindirmekle, baska bir seye dikkat kesilemeyecek kadar mesguldü ki ön kapıya ulastıklarında Dumbledore birden durdu
ve Harry ona çarptı.
"Aman, aman, aman"
Harry gözlerini az meyilli ön patikaya dikti ve kalbinin güçten kesildigini hisettti. Ön kapı menteselerinden ayrılmıstı.
Dumbledore sokagın basına ve sonuna göz gezdirdi. Hala terkedilmis gözüküyordu.
‘Asanı çıkar ve beni takip et, Harry,’ dedi sessizce.
Harry bahçe kapısını açtı, topuklarının üzerinde, hızlı ve sessizce bahçe patikasından yürüdü, asası havada ve hazır bir
sekilde ön kapıyı dürttü.
‘Lumos.’
Dumbledore’un asasının ucu, dar bir koridoru aydınlatacak sekilde ısıklanmıstı. Sol tarafta bir baska kapı açıktı.
Dumbledore, ısıklandırılmıs asasını yukarıya dogrultarak, oturma odasına dogru girdi, Harry sagındaydı.
Perisan bir sahneyle karsı karsıyaydılar. Ayaklarının önünde büyükbabadan kalma bir saat yerde paramparça olmustu,
ön tarafı çatlamıstı, sarkacı az ilerde, düsürülmüs bir kılıç misali yerde duruyordu. Onun yan tarafında bir piyano vardı,
tusları zeminin bir tarafından öbür tarafına saçılmıstı. Yakınında, yerdeki bir avizenin enkazı parıldıyordu. Minderler
içleri bos halde duruyorlardı, onların kenarlarında kus tüyleri egik kesikler halinde sızmıslardı; herseyin üstü pudra
misali cam ve porselen parçalarıyla kaplanmıstı. Dumbledore asasını daha da havaya kaldırdı, böylece ısık duvar
kâgıdının üzerine koyu kırmızı ve yapıs yapıs birsey sıçramıs olan duvarlara yöneldi. Harry’nin ani soluk alısı
Dumbledore’un etrafa bakmasına sebep verdi.
‘Çok berbat, degil mi?’ dedi agır bir biçimde. ‘Evet, burda korkunç birsey olmus.’
Dumbledore dikkatlice odanın ortasına dogru hareket etti, kalıntıları inceliyordu. Harry, piyanodan arta kalanların veya
devrilmis kanepenin arkasında görebileceklerinden biraz korkmus halde etrafına bakarak pesinden gitti, ortada bir
ceset belirtisi yoktu.
‘Belki bir kavga olmustur ve – ve onu sürüklemislerdir Profesör?’
Harry, duvarın yarısını kaplayan kan lekelerinin ne denli yaralanmıs birinin eseri olabilecegini aklına getirmemek için
çaba gösterdi.
‘Ben öyle düsünmüyorum,’ dedi Dumbledore sessizce, kendi tarafında yatan haddinden fazla dolu koltugun arkasından
dikkatlice bakıyordu.
‘Sizce o hala – ?’
‘Evet. Hala buralarda biryerde.’
Hiç bir uyarı vermeden Dumbledore asasını koltugun merkezine dogrultarak atıldı. ‘Ah!’ Birisi haykırmıstı.
‘Dyi geceler, Horace,’ dedi Dumbledore tekrar dogrularak.
Harry’nin agzı bir karıs açık kaldı. Bir saniye önce koltugun durdugu yerde simdi sisman, kel ve yaslı bir adam
çömelmis karnına masaj yaparak sulu gözlerle yan yan Dumbledore’a bakıyordu.
‘Asanı dogrultmana gerek yoktu.’ dedi kızgınca, ayaklarına tırmanarak.
Asanın ısıgı parlak kafasını, patlak gözlerini; muazzam, gümüs renkli, deniz aygırınınkine benzeyen bıyıgını ve bir çift
leylak rengi ipekten yapılma pijamanın üstüne giydigi kestane rengi kadife ceketinin asırı cilalı dügmelerini parıldattı.
Kafasının üst tarafı Dumbledore’un çenesine güçbelâ yetisiyordu.
‘Nerden anladınız?’ diye homurdandı sendelerken, bir taraftan da hala karnını oksuyordu. Az önce koltuk rolüne girmis
birine göre fazlaca arsız görünüyordu.
‘Horace, Azizim,’ dedi Dumbledore, eglenmis görünüyordu, ‘Eger Ölüm Yiyenler gerçekten gelip zili çalsalardı, evin
üzerinde Karanlık Dsaret olurdu.’
Büyücü, tombul elini alnına koyuverdi.
‘Karanlık Dsaret,’ diye homurdandı. ‘Birseyler oldugunu biliyordum... ah tabii. Zaten zamanım olmazdı, odaya
girdiginizde koltukların dösemelerini daha yeni temizlemistim.’
Kocaman bir nefes aldı bu da bıyıklarının uç kısımlarının titremesine sebebiyet verdi. ‘Temizlik konusunda asistanım
olmak ister miydin?’ diye sordu Dumbledore kibarca.
‘Memnuniyetle,’ dedi digeri.
Dnce, uzun büyücü ve kısa, sisman olanı sırt sırta vermislerdi ve asalarını hemen hemen aynı hareketle salladılar.
Mobilyalar orjinal yerlerine uçarak geri döndüler; süs esyaları havada yeniden bir araya geldiler, kustüyleri vınlayarak
yastıkların içine daldılar, gaz lambaları yandaki masaların üzerine süzüldüler ve yeniden yanmaya basladılar;
paramparça olmus gümüs tabloların parçalarından olusan biriktiri parıldayarak odanın bir tarafından öbür tarafına, bir
masanın üstüne, bütün ve lekelenmemis sekilde uçtu; her taraftaki yırtık, çatlak ve delikler eski haline döndü ve
duvarlar kendi kendilerini temizlediler.
‘Bu arada, duvardaki kan ne kanıydı?’ diye sordu Dumbledore.
‘Duvardaki mi? Ejderha,’ diye haykırdı Horace adındaki büyücü, avize kendini sagır edici sekilde gıcırdayarak ve
sangırdayarak tavana vidalarken.
En sonunda piyanodan bir tıngırtı ve ardından sessizlik geldi.
‘Evet, ejderha,’ diye tekrarladı büyücü oyalayıcı bir halde. ‘Son sise ve fiyatlar da su sıralar ates pahası. Buna ragmen
belki yeniden kullanılabilir.’
Paldır küldür büfenin ucunda duran kristal siseye dogru yürüdü ve siseyi içindeki koyu sıvıyı inceleyerek ısıga dogru
tuttu.
‘Hmm. Biraz tozlu.’
Siseyi tekrar büfeye koydu ve içini çekti. O zaman bakısları Harry’ye kaydı.
‘Aman,’ dedi, büyük gözleri Harry’nin alnına ve simsek seklinde oyulmus yara izine döndü. ‘Aman!’
‘Bu,’ dedi Dumbledore, takdim etmek için öne dogru ilerledi, ‘Harry Potter. Harry, bu benim eski arkadasım ve
meslektasım, Horace Slughorn.’
Slughorn Dumbledore’a döndü, açıkgöz bir hali vardı. ‘Beni bunun için ikna etmeyi düsünüyordun demek? O zaman
cevabım hayır, Albus.’
Harry’i itip ilerledi, cazibeye direnen bir adam misali, yüzünü kararlıca baska tarafa döndürdü.
‘Hiç olmazsa birseyler içseydik?’ diye sordu Dumbledore. ‘Eski günlerin hatrına?’
Slughorn tereddüt etti.
‘Tamam, o zaman, bir bardak.’ dedi kaba bir sekilde.
Dumbledore Harry’e gülümsedi ve onu biraz önce Slughorn’un taklit ettiginin benzerine degil de, yeni atesin ve parlak
bir sekilde yanan gaz lambasının yanındaki bir sandalyeye dogru yönlendirdi. Harry Dumbledore’un onu mümkün
olabildigince gözünün önünde tutmak istedigi seklinde, belirgin bir izlenime kapılarak oturdu. Bardaklarla ve sarap
sürahisiyle mesgul olan Slughorn, yüzünü odaya döndügünde, gözleri hemen Harry’nin üzerinde odaklandı.
‘Hıh,’ dedi, gözleri acıyacak diye korkuyormus gibi bir edayla çabukça etrafına bakarak. ‘Buyur – ’ Davet edilmeden
oturmus olan Dumbledore’a bir içki verdi, tepsiyi Harry’e dogru itti ve ardından kendini tamir edilmis divanın yastıkları
üzerine bırakarak sessizlige büründü. Bacakları o kadar kısaydı ki yere degmiyordu.
‘Nasıl gidiyor, Horace?’ diye sordu Dumbledore.
‘Pek iyi degil,’ dedi Slughorn bir kez daha. ‘Zayıf bir gögüs kafesi. Nefes darlıgı. Romatizma da cabası. Alıskın oldugum
gibi gezinemiyorum. Ama, bunlar normal seyler. Yaslılık. Yorgunluk.’
‘Ve bu yüzden bizi buyur etmek için farkedebildigin en kısa sürede oldukça hızlı bir sekilde hareket etmen gerekti,’
dedi Dumbledore."Üç dakikadan fazla bir süre önce farketmis olamazsın?’
Slughorn yarı sinirli, yarı gururlu bir sekilde, ‘Dki. Davetsiz Misafir Büyümün harekete geçtigini farketmedim,
banyodaydım. Hala,’ diye ekledi sertçe, tekrar kendini geriye çekiyormus gibi görünüyordu, ‘Gerçekler gösteriyor ki
Albus, ben yaslı bir adamım. Kafa dinlemeye ve biraz rahat yasamaya hak kazanmıs yorgun, yaslı bir adam.’
Bunlara kesinlikle sahip, diye düsündü Harry, odaya göz gezdirerek. Her yer tozlu ve dagınıktı, ama yine de kimse bir
zamanlar konforsuz oldugunu söyleyemezdi; yumusak sandalyeler ve ayak iskemleleri, içki ve kitaplar, paket paket |