31-70
"Iyi günler, Mr Borgin. Yarin mallari almaya gelmeniz için sizi malikâneye bekliyorum."
Kapi kapanir kapanmaz, Mr Borgin de yagli tavirlarini bir yana birakti.
"Sana iyi günler, Mister Malfoy, eger anlatilanlar dogruysa bana malikânende sakli olanlarin yarisini bile
satmadin demektir..."
Mr Borgin. melun melun homurdanarak arka odaya gidip gözden kayboldu. Harry belki gelir diye bir
dakika bekledi, sonra elinden geldigi kadar sessizce dolaptan disari kaydi, cam muhafazalarin yanindan
geçti ve dükkân kapisindan disari çikti.
Kirik gözlügünü yüzüne yapistirarak etrafa bakindi. Tamamen Karanlik Sanatlar'a adanmis dükkânlardan
olusuyormus gibi görünen kasvetli, dar bir sokaga çikmisti. Az önce çiktigi dükkân, Borgin ve Burkes, en
büyükleri gibiydi. Ama karsida kirli bir vitrinde kuruyup küçülmüs kafataslan sergileniyordu ve iki kapi
asagida da içinde devasa kara örümceklerle capcanli bir kafes vardi. Pejmürde görünüslü iki büyücü bir
kapi araliginin gölgesinden onu gözlüyor, mirildanarak konusuyorlardi. Kendini diken üstünde hisseden
Harry, gözlügünü düz tutmaya çalisti ve umut etmeye neden olmadigi halde gene de buradan çikmanin bir
yolunu bulmayi umut etti.
Zehirli mumlar satan bir dükkânin üzerindeki eski, tahta sokak tabelasi, ona Knockturn Yolu'nda
oldugunu söylüyordu. Bunun bir faydasi olmadi, çünkü Harry daha önce böyle bir yerin adini hiç
duymamisti. Weasley'lerin söminesindeki ateste, agiz dolusu külün gerisinden yeterince açik konusamamis
olmaliydi. Sakin kalmaya çalisarak ne yapabilecegini düsündü.
Tam o sirada kulaginin dibinde bir ses, "Kaybolmadin ya, tatlim?" deyince de yerinde zipladi.
Önünde yasli bir cadi duruyordu, korkunç bir sekilde insan tirnaklarina benzeyen bir tepsi tasiyordu. Ona
pis pis gülerek, yosunlu dislerini gösterdi. Harry geriye çekildi.
"Iyiyim, tesekkürler," dedi. "Ben sadece..."
"HARRY! Burda n'aptigini saniyorsun sen?"
Harry'nin yüregi hopladi. Cadinin da kendisi hopladi. Bir dolu tirnak, ayaklarina dogru selale gibi yagdi.
Hogwarts bekçisi Hagrid muazzam cüssesiyle, dimdik kabarmis sakalinin üstünde parildayan böcek
karasi gözleriyle uzun adimlar atarak onlara dogru gelirken, cadi ona lanet okudu.
Rahatlayan Harry, "Hagrid!" dedi karga gibi bir sesle. "Kayboldum... Uçuç tozu.."
Hagrid, Harry'yi ensesinden yakaladi ve cadidan uzaklastirdi, elindeki tepsiyi de savurdu. Çalinin
çigliklari, dolambaçli sokak boyunca, parlak günes isigina erisene kadar onlari izledi. Harry uzakta asira,
kar beyazi mermer bir bina gördü: Gringotts bankasi. Hagrid onu dosdogru Diagon Yolu'na götürmüstü.
"Üstün basin berbat” dedi boguk bir sesle, Harry'nin kurumlarini öyle kuvvetle silkeledi ki, az daha onu
bir eczanenin disindaki ejderha gübren variline yapistiriyordu. "Knockturn Yolu'nda sinsi sinsi dolasmak,
bilmiyorum tekinsiz bir yer, Harry - kimsenin seni orada görmesini istemezsin..."
Harry, "Bunun farkindayim," dedi, Hagrid tekrar üstünü süpürmeye kalkisinca da ona sasirtmaca verip
kurtuldu. "Dedim ya, kayboldum. Peki sen burada ne yapiyordun?"
"Et Yiyen Sümüklüböcek Kovucusu ariyordum," diye homurdandi Hagrid. "Okulun kivircik salatalarini
mahvediyorlar. Tek basina degilsin ya?"
"Weasley'lerde kaliyordum, ayri ayri düstük," diye açikladi Harry. "Gidip onlari bulmam gerek..."
Birlikte sokaktan asagi dogru yola koyuldular.
Harry yani sira kosar gibi yürürken (Hagrid'in o muazzam çizmelerinin her adimi için onun üç adim atmasi
gerekiyordu) Hagrid, "N'oldu da bana cevap vermedin hiç?" diye sordu. Harry, Dobby'yi ve Dursley'lerin
yaptiklarini açikladi.
"Kahrolasica Muggle'lar!"diye homurdandi Hagrid. "Bilseydim..."
"Harry! Harry! Burdayim!"
Harry kafasini kaldirinca Hermione Granger'in Gringotts'a çikan beyaz basamaklarin tepesinde
durdugunu gördü. Gür kestane rengi saçlari ardinda uçusarak onlarin yanina, asagi kostu.
"Gözlügüne de ne oldu? Merhaba, Hagrid... Ah, ikinizi yeniden görmek ne harika... Gringotts'a geliyor
musun, Harry?"
"Weasley'leri bulur bulmaz, i odi Harry.
"Fazla beklemeyeceksin," diye siritti Hagrid.
Harry ve Hermione etraflarina baktilar. Ron, Fred, George, Percy ve Mr Weasley kalabalik sokaktan
dogru son sürat geliyorlardi.
"Harry," dedi Mr Weasley soluk soluga. "Sadece bir p-vn? öteye gitmis olsan diye umut ediyorduk..."
Kafasinin piril piril parlayan saçsiz bölümünü kuruladi. "Molly çok endiselendi - o da simdi geliyor."
"Nereye çiktin?" diye sordu Ron.
Hagrid, hasin bir edayla, "Knockturn Yolu” dedi.
"Müthis!" dedi Fred ve George, bir agizdan.
Kon, hasetle, "Bizim oraya gitmemize asla izin ve-" dedi.
"Herhalde verilmez," diye homurdandi Hagrid.
Mrs Weasley dörtnala göründü, bir elinde deli gibi çantasini salliyordu, Ginny ise öbür eline ancak
tutunabilmisti.
"Ah, Harry - ah, canim - her yere gitmis olabilirdin..."
Soluk almaya çalisarak çantasindan koca bir elbise firçaci çikardi ve Hagrid'in temizleyemedigi kurumlan
süpürmeye koyuldu. Mr Weasley Harry'nin gözlügünü aldi, anasiyla bir dokundu ve yepyeni halde geri
verdi.
"Eh, artik gitmem gerek” dedi Hagrid, Mrs Weasley elini sikarken
"Knockturn Yolu, ha! Eger onu bulmus olmasaydin, Hagrid!"
"Hogwarts'ta görüsürüz!" Sonn da, basi ve omuzlan tibs tikis sokagi dolduran he^tsin üstünde, oradan
uzaklasti.
Harry, Gringotts merdivenlerini tirmanirlarken Ron ve Hermione'ye, "Bilin bakalim Borgin ve Burke&'te
kimi îr»rdüm?" dedi. "Malfoy ve babasi."
Arkalarindan gelen Mr Weasley, "Lucius Malfoy bir sey aldi mi7" diye sordu hemen.
"Hayir, satiyordu."
Mr Weasley, ürperten bir memnuniyetle, "Demek kaygilanmis," dedi. "Ah, Lucius Malfoy'u herhangi bir
nedenle yakalamayi nasil isterdim..."
Kapida reverans yapan bir cincüce onlari bankaya buyur ederken, Mrs Weasley, "Dikkat et, Arthur,"
dedi hasin hasin. "O aile insanin basina dert açar, beceremeyecegin isin altina girme."
"Demek sen benim Lucius Malfoy'la basa çikamayacagimi saniyorsun?" Mr Weasley incinmisti, ama
Hermione'nin annesiyle babasini görür görmez dikkati dagildi. Büyük mermer holü boydan boya dolanan
bankonun basinda durmus, Hermione'nin onlari tanistirmasini bekliyorlardi.
Mr Weasley sevinçle, "Ama siz Muggle'siniz!" dedi. "Beraber bir içki içmeliyiz! Neymis bakalim bu? Ah,
Muggle parasi degistiriyorsunuz. Molly, bak!" Heyecanla, Mr Grarnger'in elindeki on sterlinlik banknota
isaret etti.
Weasley'ler ve Harry, baska bir Gringotts cincücesi tarafindan yeraltindaki mahzenlere götürülürken, Ron
Hermione'ye, "Burada bulusuruz," dedi.
Mahzenlere, cincücelerin sürdügü ve bankanin altindaki tüneller boyunca uzanan minyatür raylarda hizli
hizli giden arabalarla ulasiliyordu. Harry, Weasley'lerin mahzenine kadar olan kelle koltukta yolculuktan
pek keyiflendi. Ama mahzen açilinca kendini Knockturn Yolu'nda oldugundan da kötü hissetti. Içerde
küçücük bir gümüs Sickle yigini ve sadece bir altin Gaileon vardi. Mrs Weasley önce köse bucakta kalan
olmasin diye yokladi, sonra da hepsini çantasina süpürdü. Harry mahzenine vardiginda kendini daha da
kötü hissetti. Avuç dolusu madeni parayi çantasina doldururken içerdekileri gözden saklamaya çalisti.
Disari mermer merdivenlere yeniden çikinca ayrildilar. Percy yeni bir tüy kaleme ihtiyaci oldugu
konusunda belli belirsiz bir seyler mirildandi. Fred ve George, Hogwarts'tan arkadaslari Lee Jordan'i
görmüslerdi. Mrs Weasley ve Ginny, elden düsme elbiseler satan dükkâna gidiyorlardi. Mr Weasley,
Granger'lan bir içki için Leaky Cauldron'a götürmekte israr edip duruyordu.
Mrs Weasley, Ginny'le yola çikarken, "Okul kitaplarinizi almak için hepimiz bir saat sonra Flourish ve
Blotts'un önünde bulusuruz," dedi. Ikizlerin arkasindan da bagirdi: "Knockturn Yolu'na adim atmak yok,
anlasildi mi?"
Harry, Ron ve Hermione dolambaçli, parke tasi döseli yolda yürümeye basladilar. Harry'nin cebindeki
kesede neseyle sangirdayan altin, gümüs ve bronzlar ille de harcanmak istiyordu. O da çilekli ve fistikli üç
tane kocaman dondurma aldi, sevinçle yalaya yalaya dolasmaya koyuldular, bir yandan da dükkânlarin
bastan çikarici vitrinlerine bakiyorlardi. Ron, "Kaliteli Quidditch Malzemeleri" dükkâninin vitrinindeki bir
tam takim Chudley Cannon giysisine özlemle gözlerini dikti. Derken Hermione onlari mürekkep ve
parsömen kâgit almak üzere bitisige sürükledi. Gambol ve Japes Büyücülük Sakalari Magazasi'nda Fred,
George ve Lee Jordan'la karsilastilar; "Dr. Filibuster'in Meshur Islak Baslamali, Isisiz Maytaplarindan
stok yapmakla mesguldüler. Kirik asalar, titrek pirinç teraziler ve iksir lekeli eski cüppelerle dolu minicik
bir elden düsme esya dükkâninda da Percy'yi buldular. Güç Sahibi Olan Sinif Baskanlari adli küçük ve
son derece sikici bir kitabi derin derin okumaya dalmisti.
Ron kitabin arka kapagindan yüksek sesle okudu: "Hogwarts Sinif Baskanlari ve daha sonraki meslek
hayatlari üzerine bir çalisma. Büyüleyici, ha..."
"Git surdan," diye tersledi Percy.
Percy'yi kendi haline birakip giderlerken, Ron, Harry ile Hermione'ye alçak sesle, 'Tabii, çok hirsli,"
dedi. "Percy her seyi önceden planlamis durumda... Sihir Bakani olmak istiyor..."
Bir saat sonra Flourish ve Blotts'a gittiler. Anlasilan kitapçiya tek giden onlar degildi. Dükkâna
yaklastiklarinda saskinlik içinde kapinin disinda büyük bir kalabaligin içeri girmek için itistigini gördüler.
Bunun nedeni de, üst vitrine boydan boya asilmis bir pankartla ilan ediliyordu zaten.
GILDEROY LOCKHART
bugün 12.30 -16.30 arasinda özyasamöyküsü SIHIRLI BEN'i imzalayacak
Hermione, "Onunla sahiden tanisabilecegiz demek!" diye çiglik atti. "Yani, listedeki kitaplarin neredeyse
hepsini yazmis!"
Kalabalik daha çok Mrs Weasley'nin yasina yakin cadilardan olusmusa benziyordu. Canindan bezmise
benzeyen bir büyücü kapida durmus, "Sakin olalim, hanimlar..." diyordu. "Lütfen, itmeyin... kitaplara
dikkat edin, lütfen..."
Harry, Ron ve Hermione itise kakisa içeri girdiler. Büyük bir kuyruk, Gilderoy Lockhart'in oturmus,
kitaplarini izledigi dükkânin arka bölümüne kadar uzaniyordu. Her biri Ölüm Perisini Kovalamaktan birer
tane kapip, siraya, Weasley'lerin geri kalaninin Mr ve Mrs Granger ile birlikte durdugu noktaya
sokuldular.
"Ah, buradasiniz, iyi," dedi Mrs Weasley. Soluk soluga kalmis gibiydi, boyuna saçini düzeltiyordu. "Bir
dakika sonra onu görebilecegiz..."
Gilderoy Lockhart yavas yavas göründü. Kendi yüzünün büyük resimleriyle çevrili bir masaya oturmustu.
Resimlerin hepsi göz kirpiyor ve göz kamastiracak kadar beyaz dislerini kalabaliga gösteriyorlardi.
Gerçek Lockhart ise, gözlerinin rengine tami tamina uyan unutmabeni mavisi giysilere bürünmüstü. Ucu
sivri büyücü sapkasi, dalgali saçlarina sik bir açiyla oturtulmustu.
Kisa boylu, öfkesi burnunda bir adam dans edercesine kosusturup, her kör edici çakisiyla birlikte mor
dumanlar çikartan büyük siyah bir fotograf makinesiyle fotograf çekiyordu.
Daha iyi bir görüntü için geriye çekilirken, Ron'a, "Çekil yolumdan," diye hirladi. "Bu resimler Gelecek
Postasi için."
Fotografçinin üzerine bastigi ayagini ovan Ron, "Aman, ne önemli," dedi.
Gilderoy Lockhart onu duydu. Basini kaldirip bakti. Ron'u gördü - sonra da Harry'yi gördü. Bakakaldi.
Derken ayaga firladi ve resmen haykirdi: "Bu Harry Potter olamaz, degil mi?"
Kalabalik ikiye ayrilarak heyecanla fisildasmaya koyuldu. Lockhart ileri atlayip Harry'nin kolundan
yakaladi ve onu öne çekti. Insanlar alkislamaya basladilar. Lockhart, deliler gibi makinesinin dügmesine
basip Weasley'leri kalin bir dumana bogan fotografçi çeksin diye onun elini sikarken, Harry'nin yüzü alev
alev yaniyordu.
"Söyle güzel, büyük bir tebessüm, Harry," dedi Lockhart, kendi piril piril dislerinin arasindan. "Sen ve
ben birlikte, birinci sayfayi hak ediyoruz."
Sonunda elini biraktiginda, Harry nerdeyse parmaklarini hissedemez hale gelmisti. Gene Weasley'lerin
yanina sokulmaya çalisti, ama Lockhart kolunu omzuna asmis ve onu yanina sikica kenetlemisti.
Susmalari için elini sallayarak, "Hanimlar, beyler," dedi yüksek sesle. "Ne kadar olaganüstü bir an bu! Bir
süredir yapmaktan kaçindigim küçük bir duyuruyu nihayet yapmam için en uygun an!
"Genç Harry, Flourish ve Blotts'a bugün girdiginde, sadece benim özyasamöykümü almak istiyordu, ki
ona hemen simdi memnuniyetle, parasiz bir tane verecegim." kalabalik gene alkisladi, "- ve hiçbir fikri
yoktu," diye devam etti Lockhart. Harry'yi biraz sarsaladi, oglanin gözlügü sarsilip burnunun ucuna düstü.
"Evet, çok geçmeden benim özyasamöyküm Sihirli Ben'den çok, çok daha fazlasini elde edecegi
konusunda hiçbir fikri yoktu. Aslinda o ve okul arkadaslari gerçek 'sihirli ben'e sahip olacaklar. Evet,
hanimlar, beyler, bu eylülde Hogwarts Cadilik ve Büyücülük Okulu'nda Karanlik Sanatlara Karsi
Savunma hocaligi görevini üstlenecegimi size bildirmekle büyük zevk ve gurur duyuyorum."
Kalabalik bagirdi ve alkisladi, Harry'ye de Gilderoy Lockhart'in bütün eserleri sunuldu. Agirliklari altinda
birazcik sendeleyerek, sahne isiklarindan kurtulup odanin kenarina varmayi basardi. Ginny orada yeni
kazaninin yaninda duruyordu.
Harry ona, "Bunlar senin olsun," diye mirildandi, kitaplari kazana yuvarlayarak. "Ben kendiminkileri satin
alirim..."
Harry'nin tanimakta hiç güçlük çekmedigi bir ses, "Bahse girerim ki buna bayildin, degil mi, Potter?" diye
sordu. Dogruldu ve kendini, yüzünde her zamanki alayci gülüsü taniyan Draco Malfoy'la yüz yüze buldu.
"Meshur Harry Potter," dedi Malfoy. "Birinci sayfaya geçmeden bir kitapçiya bile giremiyor."
Ginny, "Onu rahat birak!" dedi. "Bütün bunlari istemedi ki!" Harry'nin önünde ilk defa konusmustu.
Malfoy'a ters ters bakti.
"Potter, bir kiz arkadasin olmus!" dedi Malfoy agzini yaya yaya. Ron ve Hermione, her ikisi de Lockhart
kitaplari yiginlarini siki sikiya tutmus halde bogusa bogusa yanlarina gelirken, Ginny kipkirmizi kesildi.
"Sensin ha," dedi Ron. Malfoy'a sanki ayakkabisinin tabanindaki nahos bir seymis gibi bakiyordu.
"Harry'yi burda gördügüne sasirdin, ha?"
"Seni bir kitapçida gördügüme sasirdigim kadar degil, Weasley. Herhalde annenle baban bunlarin
parasini ödemek için bir ay aç kalmistir."
Ron, Ginny kadar kizardi. Kitaplari kazana birakip Malfoy'a dogru hamle etti, ama Harry ile Hermione
arkadan onun ceketini yakaladilar.
"Ron!" dedi Mr Weasley, Fred ve George'la birlikte kalabalikla mücadele ederek gelmisti. "Ne
yapiyorsun? Burasi çildirmis, hadi disari çikalim."
"Bak hele sen - Arthur Weasley."
Mr Malfoy'du. Elini Draco'nun omzuna koymus, tipki onun gibi alayla gülüyordu.
Mr Weasley basiyla soguk bir selam vererek, "Lucius," dedi.
"Bakanlik'ta çok mesgulmüssün diye duydum," dedi Mr Malfoy. "Bütün bu baskinlar... umarim sana fazla
mesai ödüyorlardir?"
Ginny "nin kazanina uzanarak oradaki paril paril Lockhart kitaplarinin arasindan, Yeni Baslayanlar için
Biçim Degistirme Rehberi'nin çok eski, çok yipranmis bir baskisini çikardi.
"Besbelli ki ödemiyorlar. Yaziklar olsun, sana iyi para vermiyorlarsa, büyücü adina leke sürmenin ne
yarari var?"
Mr Weasley, Ron ve Ginny'den daha da fazla kizardi.
"Büyücü adina neyin leke sürecegi konusunda çok farkli fikirlerimiz var, Malfoy."
Mr Malfoy, soluk renkli gözleriyle, onlari kaygiyla izleyen Mr ve Mrs Granger'i süzerek, "Anlasiliyor,"
dedi. "Kimlerle dolasiyorsun, Weasley... oysa ben senin ailenin daha alçalamayacagini düsünüyordum…
Ginny'nin kazani havada uçarken madeni bir gümbürtü duyuldu. Mr Weasley kendini Mr Malfoy'un
üstüne atmis, onu bir kitap rafinin üstüne, geriye savurmustu. Onlarca agir büyü kitabi, gümbür gümbür
hepsinin basina indi. Fred ve George, "Isini bitir, baba!" diye bagirdilar. Mrs Weasley, avaz avaz, "Hayir,
Arthur, hayir!" diye haykiriyordu. Kalabalik geriye dogru kaçisti, sonuçta daha da fazla raf devirdiler.
Magaza görevlisi, "Beyler lütfen... Lütfen!" diye bagirdi. Sonra daha da yüksek sesle bagirdi: "Ayrilin,
hadi, beyler, ayrilin..."
Hagrid bir kitap denizi arasindan onlara dogru kararli bir sekilde geliyordu. Bir anda Mr Weasley ile Mr
Malfoy'u çekip ayirdi. Mr Weasley'nin dudagi kesilmisti, Mr Malfoy da gözüne bir Zehirli Mantarlar
Ansiklopedisi yemisti. Ginny'nin eski biçim degistirme kitabini hâlâ elinde tutuyordu. Gözleri kötülükle
isildayarak kitabi kiza firlatti.
"Al, kiz - kitabini al - babanin sana verebileceginin en iyisi bu..."
Kendini Hagrid'in kiskacindan kurtararak Draco isaret etti ve dükkândan hizla çikip gitti.
Hagrid, giysilerini düzeltirken Mr Weasley'yi neredeyse havaya kaldirarak, "Ona aldirmamaliydin,
Arthur," dedi. "Kokusmus onlar, bütün aile, herkes bilir bunu. Hiçbir Malfoy'un söyledigini dinlemeye
degmez. Kötü kan, mesele bu. Hadi yürü çikalim burdan."
Görevli sanki onlara, gitmesini engellemek istermis gibi görünüyordu, ama boyu Hagrid'in beline bile
gelmiyordu, o da bir sey yapmamanin kendisi için hayirli olacagini düsündü herhalde. Aceleyle sokaga
çiktilar, Granger'lar korkudan titriyordu, Mrs Weasley ise çileden çikmisti.
"Çocuklarina çok iyi örnek oluyorsun dogrusu, çok... halkin içinde kavga etmek... Gilderoy Lockhart ne
düsünmüs olmali kim bilir..."
"Memnun oldu," dedi Fred. "Biz çikarken ne sordugunu duymadin mi? Gelecek Postasi'nda çalisan o
adama, kavgayi da yazisinin içine sokabilir mi diye soruyordu hepsi tanitima girermis."
Ama Leaky Cauldron'da sömine basina geri döndüklerinde, hizi kesilmis bir gruptular. Harry,
Weasley'ler ve aldiklari her sey Kovuk'a, Uçuç tozu kullanarak gidecekti. Meyhaneden öbür yandaki
Muggle sokagina gitmek için ayrilan Granger'larla vedalastilar. Mr Weasley tam onlara otobüs
duraklarinin nasil kullanildigini sormaya baslamisti ki, Mrs Weasley'nin yüzündeki bakisi görünce hemen
sustu.
Harry, Uçuç tozu kullanmadan önce gözlügünü çikarip sag salim cebine koydu. Bu onun en sevdigi
seyahat sekli degildi, orasi kesindi
BESINCI BÖLÜM
Samarci Sögüt
Yaz tatilinin sonu, Harry'ye göre pek çabuk geldi. Hogwarts'a geri dönmek istiyordu, ama Kovuk'ta
geçen bir ayda ömrünün en mutlu günlerini yasamisti. Dursley'leri ve Privet Drive'da bir daha
göründügünde nasil buyur edilecegini düsündükçe, Ron'u kiskanmaktan kendini alamiyordu.
Son aksamlarinda Mrs Weasley, sihir marifetiyle, Harry'nin en çok sevdigi seylerin hepsini içeren ve agiz
sulandirici cinsten bir melas pudingiyle noktalanan görkemli bir yemek hazirladi. Fred ve George, aksami
bir Filibuster maytaplan gösterisiyle sona erdirdiler. Mutfagi, en azindan yarim saat sureyle tavandan
duvara ziplayip duran kirmizi ve mavi yildizlarla doldurdular. Derken sira son bir fincan sicak çikolataya,
sonra da yataga geldi.
Ertesi sabah yola çikmak çok vakit aldi. Horoz öter ötmez kalkmislardi, ama nasilsa daha yapacak pek
çok is var gibiydi. Mrs Weasley keyifsiz bir sekilde, yedek çorap ve tüy kalemleri arayarak saga sola
kosturuyordu, insanlar yari yariya giyinmis, ellerinde kizarmis ekmek dilimleriyle merdivenlerde birbirine
çarpiyordu. Mr Weasley ise Ginny'nin sandigini arabaya tasirken bahçede serseri bir tavuga çarpip düstü,
az daha boynu kiriliyordu.
Harry sekiz kisinin, alti büyük sandigin, iki baykusun ve bir farenin nasil olup da küçük bir Ford Anglia'ya
sigacagini anlamiyordu. Mr Weasley'nin ekledigi özellikleri hesaba katmamisti, tabii.
Bagaji açarak, sandiklar kolayca sigacak sekilde nasil sihirle genisletilmis oldugunu Harry'ye gösterirken,
"Molly'ye tek kelime etmek yok ha," diye fisildadi.
Sonunda hepsi arabaya binince, Mrs Weasley, Harry, Ron, Fred, George ve Percy'nin yan yana rahat
rahat oturdugu arka koltuga bakti ve, "Muggle'lar gerçekten de sandigimizdan çok sey biliyor, degil mi?"
dedi. O ve Ginny, bir park sirasina benzeyecek sekilde uzatilmis ön koltuga geçtiler. "Yani, disardan
bakinca bu kadar genis oldugunu hiç anlamazsiniz, degil mi?"
Mr Weasley motoru çalistirdi. Yuvarlana yuvarlana bahçeden disari çikarlarken, Harry eve son kez
bakmak için arkasina döndü. Onu ne zaman yeniden görecegini merak etmesine firsat kalmadan geri
döndüler: George, Filibuster maytap kutusunu unutmustu. Ondan bes dakika sonra da bahçede kayarak
durdular ki Fred süpürgesini almak için eve girebilsin. Ginny feryat edip güncesini unuttugunu söylediginde
hemen hemen otoyola çikmislardi. O yeniden güçbela arabaya tirmandiginda ise çok gecikmislerdi,
herkesin de sinirleri gerilmisti.
Mr Weasley önce saatine, sonra karisina bakti.
"Molly, canim..."
"Hayir, Arthur."
"Kimse görmez. Buradaki küçük dügme, benim koydugum bir Görünmezlik Motoru. Bizi havalandirir,
sonra da bulutlarin üzerinde uçariz. 10 dakikada orada oluruz, kimsenin de haberi olmaz..."
"Hayir, dedim, Arthur, gün isiginda olucak sey degil."
King's Cross'a on bire çeyrek kala vardilar. Mr Weasley yolu kosarak geçip sandiklar için araba buldu.
Sonra da, bir telas, hepsi istasyona kostu.
Harry bir yil önce Hogwarts Ekspresi'ne binmisti. Isin zor yani, Muggle gözlerine görünmeyen Peron
Dokuz Üç Çeyrek'e girmekti. Bunu yapmak için dokuz ve on sayili peronlari ikiye bölen kati bir bölmenin
içinden geçmeniz gerekiyordu. Insanin cani acimiyordu, ama Muggle'lardan hiçbiri sizi yok olurken fark
etmesin diye dikkat etmek gerekiyordu.
Bölmeden geçip kayitsiz bir edayla yok olmak için sadece bes dakikalari kaldigini gösteren tepedeki
saate endiseyle bakan Mrs Weasley, "Önce Percy," dedi.
Percy hizla ilerledi ve yok oldu. Mr Weasley onu izledi, sonra da Fred ve George gitti.
Mrs Weasley, Harry ve Ron'a, "Ben Ginny'yi aliyorum, siz ikiniz de hemen bizim arkamizdan gelin” dedi.
Ginny’nin elini siki siki tutup yürüdü. Göz açip kapayana kadar gitmislerdi.
"Beraber gidelim, bir dakikamiz kaldi," dedi Harry'ye.
Harry, Hedwig'in kafesinin sandiginin üstüne güvenli bir sekilde tutturdugundan emin olduktan sonra, el
arabasini bölmeyle karsi karsiya gelecek sekilde sürdü. Kendinden son derece emindi. Bu is Uçuç tozu
kullanmanin yarisi kader bile rahatsiz degildi. Ikisi de el arabasi tutamaklarinin üzerine egildiler ve gittikçe
hizlanarak azimle bölmeye dogru yürüdüler. Birkaç metre kala bir kosu kopardilar ve...
KÜÜT.
Her iki el arabasi da bölmeye çarpip geriye savruldu. Ron'un sandigi gümbürtüyle yere düstü. Harry
dengesini kaybedip yuvarlandi, Hedwig'in kafesi ise parlak zemine çarpti, Hedwig canhiras çigliklar
atarak, yuvarlanarak uzaklasti. Çevrelerindeki herkes onlara bakti, yakindaki bir bekçi de, "Ne halt
ettiginizi saniyorsunuz siz?" diye bagirdi.
Harry kalkarken kaburgalarini tutarak, "El arabasinin kontrolünü kaybettim” dedi soluk soluga. Ron,
Hedwig'i yerden kaldirmaya kostu. Kus öyle bir kiyamet koparmisti ki, çevrelerindeki kalabaliktan
hayvanlara zalimce davranmakla ilgili miriltilar yükselmeye baslamisti.
Harry dislerinin arasindan Ron'a, "Niye geçemiyoruz?" dedi.
"Bilmem..."
Ron çilgin gibi etrafa baka. On kadar merakli hâlâ onlari izliyordu.
"Treni kaçiracagiz," diye fisildadi. "Geçisin niye kendini kapattigini anlamiyorum..."
Harry midesinin tam ortasinda tatsiz bir duyguyla basini kaldirip devasa saate bakti. On saniye... dokuz
saniye...
El arabasini ihtiyatla öne dogru sürdü, ta ki bölmeyle tam karsi karsiya gelene kadar. Sonra da bütün
gücüyle itti. Kati metal yol vermedi.
Üç saniye... iki saniye... bir saniye...
Ron sersemlemis halde, "Gitti," dedi. 'Tren gitti. Ya annemle babam dönüp yanimiza gelemezse? Yaninda
hiç Muggle parasi var mi?"
Harry aci aci güldü. "Dursley'ler bana alti yildir harçlik vermedi."
Ron kulagini soguk bölmeye yapistirdi.
Gergin bir halde, "Hiçbir sey duyamiyorum," dedi. "Ne yapacagiz simdi? Annemle babamin dönüp
yanimiza gelmesi ne kadar vakit alir, bilmiyorum."
Etraflarina baktilar. Insanlar hâlâ onlari gözlüyordu, daha çok da Hedwig'in bitmek tükenmek bilmez
feryatlari yüzünden.
"Bence en iyisi gidip arabanin yaninda beklemek. Çok fazla dikkat çekiy..."
"Harry!" dedi Ron, gözleri parlayarak. "Araba!"
"N'olmus arabaya?"
"Onunla Hogwarts'a uçabiliriz!"
"Ama ben saniyordum ki..."
"Burda takildik kaldik, tamam mi? Ve okula da gitmemiz gerek, ha? Eger gerçekten acil bir durum varsa,
yasi tutmayan büyücülerin bile sihir kullanmasina izin verilir. Kisitlama'nin on dokuzuncu bölümü mü ne..."
Harry'nin panik duygusu birden heyecana dönüstü.
"Uçurabilir misin?"
Ron el arabasini çikisa döndürerek, "Sorun degil," dedi. "Hadi, gidelim. Acele edersek Hogwarts
Ekspresi'ni izleyebiliriz."
Merakli Muggle'lar kalabaliginin arasindan geçerek istasyondan çiktilar, eski Ford Anglia'nin park edilmis
oldugu yan yola geldiler.
Ron asasinin birkaç dokunusuyla magarayi andiran bagaji açti. Sandiklarini gerisin geri içeri koydular,
Hedwig'i arka koltuga yerlestirip kendileri öne oturdular.
Asasinin bir baska dokunusuyla marsi çalistiran Ron, "Dikkat et, kimse bize bakiyor olmasin," dedi.
Harry basim pencereden çikardi: Ilerdeki anayolda trafik gürültüyle akiyordu, ama onlarin sokagi bos
görünüyordu.
"Tamam "
Ron, gösterge tablosundaki minik gümüs bir dügmeye basti, içinde bulunduklari araba gözden kayboldu
onlar da. Harry altindaki koltugun titredigini hissediyordu, motorun sesini duyuyordu, dizlerindeki elleriyle
burnunun üstündeki gözlügünü de hissediyordu. Ama görebildigi kadariyla, park edilmis arabalarla dolu
pis bir sokakta yerin biraz yukarisinda havada uçan bir çift gözbebegiydi.
Sagindan Ron'un sesi, "Gidelim hadi," dedi.
Yer ile iki yandaki kirli bunlar asagida kaldi, araba yükselince gözden uzaklasti. Birkaç saniye sonra
bütün Londra, dumanli ve isil isil, altlarinda yatiyordu.
Derken patlamayi andiran bir ses duyuldu, arabayla Harry ve Ron yeniden görünür hale geldiler.
"Hey," dedi Ron, Görünmezlik Motoru'nü kurcalayarak. "Bozuk..."
Ikisi birden dügmeyi yumruklamaya koyuldular. Araba kayboldu. Sonra bir anda geri döndü.
"Siki tutun!" Ron ayagini gaz pedalina bastirdi, dosdogru alçaktaki pamuk gibi bulutlarin arasina daldilar.
Her sey donuk ve puslu bir hal aldi.
Her yandan üstlerine bastiran kalin bulut kitlesine gözlerini kirpistirarak bakan Harry, "Simdi ne
yapacagiz?" dedi.
"Hangi yönde gittigimizi anlamak için treni görmemiz gerek."
"Asagi in öyleyse, çabucak..."
Gene bulutlarin altina düstüler, koltuklarinda dönerek asagiyi süzdüler...
"Görüyorum!" diye haykirdi Harry. "Ileride... orda!"
Hogwarts Ekspresi, kipkirmizi bir yilan misali, asagida ok gibi gidiyordu.
Gösterge tablosundaki pusulayi kontrol eden Ron, "Kuzeye gidiyor," dedi. "Peki, yarim saatte bir kontrol
etsek yeter demek ki. Siki tutun..." Bir hamlede bulutlarin içinden yukari geçtiler. Bir dakika sonra bir
günes isigi pariltisi içine dalmislardi.
Bambaska bir dünyaydi. Arabanin tekerlekleri pamuksu bulut denizinin kenarina degiyordu, gökyüzü kör
edici beyazliktaki günesin altinda parlak, bitmez tükenmez bir maviydi.
"Simdi tek derdimiz, uçaklar," dedi Ron.
Birbirlerine bakip gülmeye basladilar, sonra da susamadilar bir türlü.
Sanki akil almaz bir rüyanin içine atilmistilar. Insan ancak böyle yolculuk yapmali, diye düsündü Harry:
Sicak, parlak günes isigiyla dolu, torpido gözünde koca bir karamela paketi olan bir arabayla kar gibi
bulut kivrimlari ve kulelerinin yanindan geçmek. Hogwarts satosunun önündeki gepgenis çimenlige
tereyagindan kil çeker gibi ve pek gösterisli sekilde indiklerinde, Fred ve George'un yüzlerindeki kiskanç
ifadeyi görme beklentisi de cabasi.
Gittikçe daha kuzeye giderken düzenli olarak treni kontrol ediyorlardi, bulutlarin altina her indiklerinde
baska bir manzarayla karsilasiyorlardi. Londra kisa sürede gerilerde kalmisti. Yerini önce derli toplu yesil
tarlalar almis, sonra genis, morumsu çaliliklar gelmisti. Asagida bazen minik, oyuncaktan farksiz
kiliseleriyle köyler, bazen de rengârenk karincalan andiran arabalariyla büyük bir kent görünüyordu.
Ancak olaysiz birkaç saatin ardindan Harry artik durumun baslangiçtaki kadar eglenceli olmadigini kabul
etmek zorunda kaldi. Karamelalar onlari çok susatmisti ve içecek bir sey yoktu. Ron'la ikisi kazaklarini
çikarmislardi, ama Harry'nin sirtindaki tisört koltugunun arkasina yapismisti, gözlügü de terli burnundan
asagi kayip duruyordu. Artik acayip bulut biçimlerini fark etmeyi birakmisti. Özlem içinde binlerce metre
asagidaki treni düsünüyordu. Insan orada tombul bir cadinin sürdügü el arabasindan buz gibi balkabagi
suyu alabilirdi. Neden Peron Dokuz Üç Çeyrek'e geçememislerdi ki sanki?
Saatler sonra, günes altlarindaki buluttan zemine dogru batmaya baslayip bulutlan koyu pembe bir renge
bururken, Ron karga gibi bir sesle, "Daha da uzakta olamaz, degil mi?" dedi. "Treni kontrol etmeye hazir
misin?"
Tren hâlâ tam altlarindaydi, karla kapli daglarin yanindan dolanarak geçiyordu. Bulutlarin tentesi altinda
hava daha da karanlikti.
Ron ayagini gaza basti ve arabayi yeniden yükseltti ama, tam o bunu yaparken motor inlemeye basladi.
Harry ve Ron birbirlerine endiseli bakislar attilar.
Ron, "Yoruldu herhalde," dedi. "Daha önce hiç bu kadar uzaga gitmemisti..."
Ve ikisi de, gökyüzü gittikçe kararirken inleme sesinin de gitgide arttigini fark etmiyormus gibi
davrandilar. Yildizlar karanlikta tomurcuklaniyordu. Harry kazagini yeniden giydi, cam sileceklerinin sanki
durumu protesto ediyormus gibi daha halsizce hareket etmelerini de görmezlikten gelmeye çalisti.
"Pek bir sey kalmadi” dedi Ron. Harry'den çok arabayla konusur gibi bir hali vardi. "Artik pek bir sey
kalmadi." Sonra da kaygili bir edayla gösterge tablosuna oksarcasina vurdu.
Az sonra yeniden bulutlarin altina indiklerinde, tanidiklari bir nirengi noktasini karanlikta görmek için
gözlerini kismalari gerekti.
"iste!" diye haykirdi Harry, Ron'la Hedwig'i de yerlerinden siçratti. "Dosdogru ileride!"
Gölün üzerindeki yarin tepesinde duran Hogwarts satosunun silueti, birçok kulesiyle karanlik ufka
vurmustu.
Ama araba da titremeye ve yükselti kaybetmeye baslamisti.
"Hadi," dedi Ron kandirmak istercesine, direksiyonu biraz salladi. "Geldik sayilir, hadi..."
Motor inim inim inledi. Kaportanin altindan ince buhar fiskiyeleri fiskiriyordu. Göle dogru uçarlarken
Harry kendini koltugunun kenarlarina simsiki yapismis buldu.
Araba pis bir yalpa vurdu. Camindan bakan Harry, suyun düzgün, kara, parlak yüzeyini bir mil asagida
gördü. Ron'un direksiyondaki parmaklarinin bogumlari bembeyaz olmustu. Araba yeniden yalpaladi.
"Hadi," diye mirildandi Ron.
Gölün üzerindeydiler... sato hemen ilerideydi... Ron ayagini gaza basti. Bir seyler gürültüyle sangirdadi,
bir cizirti duyuldu ve motor tamamen sustu.
"Hey," dedi Ron, sessizlige.
Arabanin burnu düstü. Gittikçe hiz alarak düsüyorlardi, dosdogru kalin sato duvarinin üstüne gidiyorlardi.
Ron, direksiyonu tam devir döndürerek, "Haayiiir!" diye haykirdi. Araba büyük bir kavis çizerken tas
duvara vurmaktan birkaç santimle kurtuldular. Karanlik seralarin üzerinde uçtular, sonra sebze tarhini
geçtiler, onun ardindan da siyah çimenleri. Bu arada boyuna yükselti kaybediyorlardi.
Ron direksiyonu büsbütün birakip arka cebinden asasini çikardi.
"DUR! DUR!" diye bagirdi, bir yandan da gösterge tablosuyla ön cama pat pat vuruyordu. Ama hâlâ
asagi düsüyorlardi, toprak hizla onlara dogru yükseliyordu.
"O AGACA DIKKAT ET!" diye bögürdü Harry, direksiyona atildi, ama çok geç...
KÜÜT.
Madenin tahtaya vurmasindan çikan sagir edici patirtiyla koca agaç gövdesine çarptilar ve yere vurdular.
Ezilen kaportanin altindan buhar dalgalari çikiyordu. Hedwig dehset içinde bagiriyordu. Harry'nin basini
ön cama vurdugu yerde golf topu büyüklügünde bir sis zonkluyordu. Saginda ise Ron pes perdeden
umutsuz bir inilti kopardi.
"Iyi misin?" dedi Harry hemen.
Ron, sesi titreyerek, "Asam," dedi. "Asama bak."
Asa kirilmis, nerdeyse ikiye ayrilmisti. Birkaç kiymigin tuttugu ucu gevsek gevsek sarkiyordu.
Harry okulda tamir edeceklerinden emin oldugunu söylemek için agzini açiyordu ama, söze baslayamadi
bile. Tam o anda arabanin onun oldugu tarafina bir sey vurdu. Hem de saldiran bir boganin gücüyle. Bu
vurus onu yana, Ron'a dogru savurdu. Tam o sirada, ayni derecede saglam bir darbe de arabanin
tavanina geldi.
"N'oluyo..."
Ön camdan disari bakan Ron solugunu tuttu, Harry de basini çevirdi ve piton kadar kalin bir dalin ön
cama vurdugunu gördü. Çarptiklari agaç onlara saldiriyordu. Gövdesi neredeyse ortadan ikiye egilmisti,
bogum bogum dallariyla arabanin erisebildigi her santimetre karesine darbeler indiriyordu.
Bir baska büyük dal kapida büyük bir göçük meydana getirirken, Ron, "Aaah!" diye bagirdi. Ön cam
simdi yumruk halini almis küçük dallarin darbe saganagi altinda titriyordu. Koçbasi kadar kalin bir baska
dal ise, içeri göçüyor gibi olan çatiya kudurmusçasina vuruyordu...
"Kaç, canini kurtar!" diye bagirdi Ron. Tüm gücüyle kapisina yüklendi, ama bir saniye sonra baska bir
dalin acimasiz aparkütüyle gerisin geri Harry'nin kucagina düstü.
Tavan çökerken, "Isimiz bitik!" diye sizildandi. Neyse ki tam o anda arabanin dösemesi titresmeye
basladi - motor yeniden çalismisti.
"Geri vites!" diye haykirdi Harry ve araba ok gibi geriye gitti. Agaç hâlâ onlara vurmaya çalisiyordu.
Hizla erisme mesafesinden uzaklastiklari sirada onlari kamçilamaya çalisirken neredeyse topraktan
çikmisti, köklerinin gicirdadigini duyabiliyorlardi.
Ron, soluk soluga, "Ucu ucuna yirttik," dedi. "Aferin, araba."
Ancak araba da artik gücünün son haddine erismisti. Iki singirdamayla kapilar açildi, Harry koltugunun
yan yattigini hissetti. Bir an sonra nemli toprak üzerine serilmisti. Gürültülü pat pat sesleri ona arabanin
esyalarini bagajdan bosalttigini anlatti. Hedwig'in kafesi arabadan uçarak çikti, havada açildi. Hedwig de,
yüksek öfkeli bir ötüsle, geriye bile bakmadan satoya dogru hizla uçtu. Sonra göçmüs, çizilmis halde,
buharlar içindeki araba, arka farlari öfkeli öfkeli yanarak karanligin içinde gürleye gürleye uzaklasti.
Ron arkasindan, "Geri dön!" diye bagirdi, kirik asasini sallayarak. "Babam beni öldürecek!"
Ama araba, egzozundan çikan son bir homurtuyla gözden kaybolmustu.
Ron, canindan bezmis halde, fare Scabbers'i almak için egilerek, "Sansimiza inanabiliyor musun?" dedi.
"Çarpabilecegimiz bütün agaçlar içinde, bize vurarak karsilik verecek bir agaci seçtik."
Omzunun üstünden geriye, dallarini hâlâ tehdit edici biçimde sallayan ihtiyar agaca bakti.
Harry, yorgun yorgun, "Hadi," dedi, "yukari, okula gitsek iyi olacak."
Hiç de hayal ettikleri muzaffer gelis degildi bu. Kaskati, soguk ve zedelenmis halde, sandiklarinin
ucundan yakaladilar ve onlari otlarla kapli yamaçtan yukari, okulun mese ön kapisina dogru çekmeye
basladilar.
"Sanirim sölen baslamis bile," dedi Ron. Sandigini ön merdivenin altinda birakti, isikli bir pencereden içeri
bakmak için sessizce öte yana geçti. "Hey, Harry, gel de bak Seçme'yi yapiyorlar!"
Harry bir kosu onun yanina gitti, Ron'la ikisi Büyük Salon'u gözlediler. Dört uzun, kalabalik masanin
üstünde, havanin ortasinda sayisiz mum uçusuyordu, altin tabaklarla kadehleri parlatiyorlardi. Tepede, hep
disaridaki gökyüzünü yansitan büyük tavan, yildizlarla isil isildi.
Ucu sivri, siyah Hogwarts sapkalarinin olusturdugu ormanin arasindan Harry ödü kopmus gibi görünen
birinci siniflarin tek sira halinde Salon'a girdigini gördü. Ginny de aralarindaydi, capcanli Weasley saçlari
sayesinde rahatça göze çarpiyordu. Bu arada, saçi simsiki topuz yapilmis gözlüklü bir cadi olan Profesör
McGonagall, meshur Hogwarts Seçmen Sapkasi'ni yeni gelenlerin önündeki bir tabureye yerlestiriyordu.
Her yil bu eski, yamali, yipranmis ve pis sapka, Hogwarts'in dört binasina (Gryffindor, Hufflepuff,
Ravenclaw ve Slytherin) girecek ögrencileri seçerdi. Harry tam bir yil önce onu basina koydugunu ve
taslasmis bir halde kulagina yüksek sesle mirildandigi karari bekledigini çok iyi hatirliyordu. Birkaç dehset
verici saniye boyunca sapkanin onu Slytherin'e, digerlerinin hepsinden daha fazla karanlik cadi ve büyücü
çikarmis olan binaya vereceginden korkmustu. Neyse ki sonunda Ron, Hermione ve geri kalan
Weasley'lerle birlikte kendini Gryffindor'da bulmustu. Geçen yil Harry ile Ron, Gryffindor'un yedi yildir
Slytherin'i ilk kez yenip Okul Sampiyonlugu'nu kazanmasina yardimci olmuslardi.
Küçücük, saçlari kursuni renkli bir oglan sapkayi basina koymaya çagrilmisti. Harry'nin bakislari onun
üzerinden Okul Müdürü Profesör Dumbledore'un ögretmenler masasindan seçimi izledigi yere kaydi.
Dumbledore'un uzun gümüs rengi sakali ve yarim ay gözlügü mumlarin isiginda piril piril parliyordu.
Birkaç iskemle ötede Harry, gökzümrüt rengi cüppesiyle Gilderoy Lockhart'i gördü. En uçta da
kocaman, bol saçli sakalli, kadehinden doya doya içen Hagrid oturuyordu.
Harry, "Dur bakalim..." diye mirildandi Ron'a. "Ögretmenlerin masasinda bos bir iskemle var... Snape
nerede?"
Profesör Severus Snape, Harry'nin en az sevdigi ögretmendi. Harry de Snape'in en az sevdigi ögrenci
oluyordu. Zalim, alayci, kendi binasi (Slytherin) disindaki hiçbir ögrencinin sevmedigi Snape, iksir dersim
okutuyordu.
Ron umutla, "Belki de hastadir!" dedi.
"Belki de ayrilmistir. Biliyorsun, Karanlik sanatlara Karsi Savunma dersini gene elden k ediyor ve..."
Ron coskuyla, "Hatta kovulmus olabilir," dedi. "Yani, herkes ondan nefret
"Ya da," dedi arkalarindan gelen buz gibi bir ses, "ikinizin neden okul treniyle gelmedigini duymayi
bekliyordur."
Harry hizla arkasina döndü. Orada, kara cüppesi soguk bir esintiyle dalgalanarak, Severus Snape
duruyordu. Siska, soluk yüzlü, kanca burunlu, omuzlarina kadar inen yagli saçlari olan bir adamdi. Su
anda da, Harry ile Ron'a baslarinin adamakilli dertte oldugunu anlatan bir edayla gülümsüyordu.
"Arkamdan gelin," dedi Snape.
Harry ve Ron, birbirlerine bakmaya bile cesaret edemeyerek onu merdivenlerden yukari, alev alev yanan
mesalelerle aydinlatilmis muazzam, bol yankili Giris Salonu'na kadar izlediler. Büyük Salon'dan pek leziz
bir yemek kokusu dalga dalga yayiliyordu, ama Snape onlari sicaklik ve isiktan uzaga, mahzenlere inen
dar tas merdivenden asagi götürdü.
Soguk geçidin ortasindaki bir kapiyi açip parmagiyla isaret ederek, "Içeri!" dedi.
Titreyerek Snape'in odasina girdiler. Gölgeli duvarlar boyunca, içlerinde Harry'nin o anda isimlerini
bilmeyi pek de istemedigi her türlü igrenç seyin yüzdügü büyük cam kavanozlar siralanmisti. Sömine
karanlik ve bostu. Snape kapiyi kapadi, dönüp onlara bakti.
Yumusak bir edayla, "Demek," dedi, "tren meshur Harry Potter ve sadik yardakçisi Weasley için
yeterince iyi degil. Gelisimizle bir patirti koparmak istedik, öyle mi, beyler?'
"Hayir, efendim, King's Cross'taki bölme yüzünden, o..."
"Sus!" dedi Snape soguk soguk. "Arabayi ne yaptiniz?"
Ron yutkundu. Bu, Shape'in, Harry'de, düsünceleri okuyormus izlenimini ilk uyandirisi degildi. Ama bir
ân sonra Snape bugünün Aksam Postasi sayisini açinca,meseleyi anladi.
Onlara manseti göstererek Görüldünüz," diye tisladi. "UÇAN FORD ANGLIA, MUGGLE'LARI
SASKINA ÇEVIRIYOR". Yüksek sesle okumaya basladi: "Londra'da iki Muggle, Postane kulesi
üstünden uçan eski bir araba gördüklerinden eminler... ögleyin Norfolk'ta Mrs Heuy Ehyliss çamasirlarini
asarken... Peebles'li Mr An-gus Fleet polise bildirdi' ... toplam alti-yedi Muggle. Sanirim baban Muggle
Esyalarinin Kötüye Kullanimi Dairesi'nde çalisiyor, degil mi?" dedi, Ron'a bakip daha da pis pis
gülümseyerek. "Vay vay vay... öz oglu..."
Harry kendini, çilgin agacin daha büyük dallarindan biriyle midesine çok kuvvetli bir darbe yemis gibi
hissetti. Eger bir tek kisi bile Mr Weasley'nin arabayi büyüledigini anlayacak olursa... bunu hiç
düsünmemisti...
"Parkta arama yaparken, çok degerli bir Samara Sögüt'e hatiri sayilir ölçüde hasar verildigim fark ettim,"
diye devam etti Snape.
Ron, "O agaç bize, bizim ona verdigimizden daha fazla zarar verdi," diye patladi.
"Sus dedim! Ne yazik ki benim binamda degilsiniz ve sizi okuldan atma karari bana ait degil. Simdi gidip
bu mutluluk verici yetkiye sahip olan insanlari çagiracagim. Ikiniz de burada bekleyin."
Harry ve Ron, bembeyaz yüzlerle birbirlerine baktilar. Harry artik karninin açliginin bile farkinda degildi.
Su anda kendini son derece hasta hissediyordu. Snape'in masasinin arkasindaki rafta yesil bir siviya
sarkitilmis uzun, çamurumsu seye bakmamak için kendini zorladi. Snape, Gryffindor binasinin basinda
olan Profesör McGonagall'i almaya bile gitmis olsa daha iyi durumda sayilmazlardi. Snape'ten daha adil
olabilirdi, ama gene de kurallara son derece bagliydi.
On dakika sonra Snape döndü, elbette ki yaninda Profesör McGonagall vardi. Harry daha önce de
birkaç kez Profesör McGonagal 'i kizgin görmüstü ama, ya agzinin ne kadar incelebilecegini unutmustu ya
da onu daha önce hiç bu kadar kizgin görmemisti. Girer girmez asasini kaldirdi. Harry de, Ron da
olduklari yere sindiler, ama o asasini sadece bos sömineye dogru tuttu, birden alevler parladi.
"Oturun," dedi, ikiside geri geri söminenin yanindaki iskemlelere gittiler.
Profesör McGonagall gözlügü tekinsiz bir sekilde parildayarak, "Açiklayin” dedi.
Ron istasyonda onlarin geçmesine izin vermeyen bölmeden alarak, hikâyeye basladi.
"... yani baska sansimiz yoktu, Profesör, trene binemiyorduk."
Profesör McGonagall, soguk bir edayla Harry'ye, "Niye bize baykusla mektup yollamadiniz?" diye
sordu. "Senin bir baykusun olsa gerek."
Harry agzi açik ona bakakaldi. Besbelli yapmalari gereken buydu, ama ancak o söyleyince
anlayabilmisti.
"Ben... ben düsünemedim..."
"Bu," dedi, Profesör McGonagall, "hemen belli oluyor".
Kapi vurulunca, her zamankinden daha da memnun görünen Snape açti. Müdür Profesör Dumbledore
orada duruyordu.
Harry'nin bütün vücudu uyustu. Dumbledore fevkalade ciddi görünüyordu. Adamakilli kemerli burnunun
üzerinden onlara bakti. Harry birden kendini, keske Ron'la ikisi hâlâ Samarci Sögüt'ten dayak yiyor
olsalar diye düsünürken buldu.
Uzun bir sessizlik oldu. Sonra Dumbledore, "Lütfen bunu neden yaptiginizi açiklayin," dedi.
Bagirsa daha iyi olurdu. Harry onun sesindeki hayal kirikligindan nefret etti. Nedense gözlerine
bakamadigi için, dizlerine dogru konustu. Dumbledore'a, büyülü arabanin sahibinin Mr Weasley oldugu
disinda her seyi anlatti, isin o kismina sanki Ron'la ikisi istasyonun disinda tesadüfen uçan bir araba
bulmuslar süsü verdi. Dumbledore'un isin aslini hemen anlayacagindan emindi, ama müdür araba hakkinda
hiçbir sey sormadi. Harry sözlerini bitirince de, gözlügünün arkasindan onlan süzmeye devam etti.
Ron, umutsuz bir sesle, "Gidip esyalarimizi toplayalim," dedi.
Profesör McGonagall, "Sen neden söz ediyorsun, Weasley?" dedi yüksek sesle.
"Eh, bizi kovuyorsunuz, degil mi?"
Harry hemen Dumbledore'a bakti.
"Bugün degil, Mr Weasley," dedi Dumbledore. "Ama ikinize de yapmis oldugunuz seyin ciddiyetini
mutlaka anlatmaliyim. Bu aksam ikinizin de ailelerine yazacagim. Ayrica sizi uyarmak zorundayim, eger
bunun gibi bir sey daha yaparsaniz, sizi okuldan atmaktan baska seçenegim kalmayacak."
Snape'in sanki Noel iptal edilmis gibi bir hali vardi. Bogazini temizleyerek, "Profesör Dumbledore," dedi,
"bu iki oglan Genç Yasta Büyücülügün Kisitlanmasi Kararnamesi'ni hiçe saydi, ihtiyar ve degerli bir agaca
önemli bir hasar verdi... eminim ki bu türden davranislar..."
Dumbledore, sakin sakin, "Bu çocuklarin cezalandirilmasina karar vermek Profesör McGonagall'a düser,
Severus," dedi. "Onun binasinda, onun sorumlulugu altindalar." Profesör McGonagall'a döndü. "Sölene
dönmem gerek, Minerva. Birkaç duyuru yapmak zorundayim. Gel, Severus, tadina bakmam gereken pek
lezzetli görünüslü bir hardalli kek var."
Snape, Harry ve Ron'a zehir dolu bir bakis ata ve kendi odasindan çikartilmasina göz yumdu. Onlari,
hâlâ intikam pesindeki bir kartal gibi süzen Profesör McGonagall'la yalniz birakti.
"Hastane kanadina gitsen iyi olur, Weasley, yaran kaniyor."
"Pek sayilmaz," dedi Ron, gözünün üstündeki kesigi koluyla siliverdi. "Profesör, kardesimin Seçilmesini
görmek istiyordum..."
"Seçme Töreni bitti. Kiz kardesin de Gryffindor da."
"Ah, iyi."
"Hazir Gryffindor'dan laf açilmisken..." dedi Profesör McGonagall, sert sert. Ama Harry hemen onun
sözünü kesti: "Profesör, arabayi alirken sömestr baslamamisti. Yani... yani aslinda Gryffindor'dan puan
düsülmesine gerek yok, degil mi?" Sözünü bitirip kaygiyla onu süzdü.
Profesör McGonagall ona delici bir bakis atti, ama Harry onun neredeyse gülümsediginden emindi. Hiç
degilse, agzi o kadar ince görünmüyordu.
"Gryffindor'dan puan düsmeyecegim," deyince, Harry'nin yüregi ferahladi. "Ama ikiniz de paydos
saatinde çalisarak cezalandirilacaksiniz."
Bu, Harry'nin istediginden daha iyiydi. Dumbledore'un Dursley'lere yazmasina gelince umurunda bile
degildi. Harry onlarin Samarci Sögüt kendisini dümdüz etmedi diye hayal kirikligina ugrayacaklarini gayet
iyi biliyordu.
Profesör McGonagall yeniden asasini kaldirdi ve Snape'in masasina tuttu. Iki büyük tabak sandviç, iki
gümüs kadeh ve bir sürahi buzlu balkabagi suyu bir pop sesiyle ortaya çikti.
"Burada yiyip sonra dosdogru yatakhanenize gideceksiniz," dedi. "Ben de sölene dönmeliyim."
Kapi arkasindan kapaninca, Ron uzun, alçak bir islik çaldi.
Bir sandviç kaparak, "Isimiz bitti sanmistim," dedi.
"Ben de," dedi Harry. O da bir sandviç eldi.
Ron, bir agiz dolusu tavuk ve jambonun abasindan, "Ama sansimiza inanabiliyor musun?" diye sordu.
"Fred ve George o arabayla bes ya da alti kere uçmus olmali ve onlari hiçbir Muggle görmedi." Yutarak
koca bir isirik daha aldi. "Neden bölmeden geçemedik?"
Harry omuzlarini silkti. "Ama bundan sonra attigimiz adima dikkat etmemiz gerek," dedi, hayatindan
memnun halde büyük bir yudum balkabagi suyu içti. "Keske sölene katilabilseydik..."
Ron, bilgiç bilgiç, "Gösteris yapmamizi istemedi," dedi. "Insanlarin bunun akillica bir sey oldugunu
düsünmesini istemiyor, uçan arabayla gelmenin..."
Yiyebildikleri kadar sandviç yedikten sonra (tabak bittikçe kendini yeniden dolduruyordu) kalkip odadan
çiktilar, Gryffindor Kulesi'ne giden bildik yolu tuttular. Sato sessizdi; sölen bitmisti galiba. Mirildanan
portrelerle gicirdayan zirhlarin yanindan geçip dar tas merdivenleri tirmandilar. Sonunda Gryffindor
Kulesi'nin gizli girisinin, pembe ipek elbiseli çok sisman bir kadinin yagliboya portresi arkasinda sakli
oldugu geçide vardilar.
Onlar yaklasirken kadin, "Parola?" dedi.
"Sey..." dedi Harry.
Yeni yilin parolasini bilmiyorlardi, henüz bir Gryffindor Sinif Baskani'yla karsilasmamislardi. Ama biri
hemen imdatlarina yetisti. Arkalarinda acele acele gelen birinm ayak seslerini duydular, dönünce de
Her-mione'nin onlara dogru kosa kosa geldigini gördüler.
"Bardasiniz demek! Nerelerdeydiniz peki? Saçma sapan söylentiler çikmisti., sözde uçan bir arabayla
kaza yaptiginiz için okuldan atilmissiniz."
Harry, "Eh, atilmadik," diye rahatlatti onu.
"Bana buraya uçtugunuzu söylemeyeceksiniz ya?" dedi Hermione. Sesi Profesör McGonagall'inki kadar
sertti.
Ron, "Nutku bos ver de," diye sabirsizlandi, "bize parolayi söyle.
Bu sefer Hermione sabirsizlandi. "Parola, hotozlu kus, ^tria mesele o degil ki..."
Ancak, sisman hanimin portresi açilip aniden bir alkis firtinasi duyulunca sözleri yarida kaldi. Gryffindor
binasindakilerin hepsi hâlâ ayaktaydi sanki. Daire seklindeki ortak salona dolusmuslar, egri masalarla
pelte yumusakligindaki koltuklarin üzerine çikmis, onlarin i bekliyorlardi. Kollar uzanarak, portre
deli-Harry ve Ron'u içeri çekti, Hermione de onlarin ardindan tek basina tirmanmak zorunda kaldi.
"Çok zekice!" diye bagirdi Lee Jordan. "Nefis bulus! Ne gelisti ama! Bir arabayla dosdogru Samarci
Sögüt'e çarpmak, insanlar yillarca bunu anlatacak!"
Harry'nin daha önce hiç konusmamis oldugu, besinci siniftan bir çocuk, "Aferin sana!" dedi. Birisi, sanki
az önce bir maraton kazanmis gibi, sirtini sivazliyordu. Fred ve George ite kaka kalabaligin önüne gelip bir
agizdan, "Bizi niye geri çagirmadiniz, ha?" diye sordular. Ron'un yüzü kipkirmizi olmustu, utangaç utangaç
siritiyordu. Ama Harry hiç de memnun olmusa benzemeyen birini görebiliyordu. Percy, heyecanlanmis
birtakim birinci siniflarin baslarinin tepesinden bakiyordu. Sanki yakina gelip onlari azarlamaya çalisir
gibiydi. Harry Ron'un kaburgalarini dürtüp Percy'nin yönünde basini salladi. Ron hemen mesaji aldi.
"Yukari çikmam gerek," dedi, "biraz yorgunuz." Ikisi insanlari iterek odanin öbür ucundaki kapiya dogru
gittiler. Bu kapi döne döne yukari çikan bir merdivene açilyor, merdiven de yatakhaneye çikiyordu.
Harry, tipki Percy gibi suratini bes karis asmis olan Hermione'ye, "Iyi geceler," diye seslendi.
Gene sirtlari sivazlanarak ortak odanin öbür yanina geçmeyi basardilar, merdivenin sakinligine kavustular.
Hizla dosdogru yukari çiktilar ve sonunda, üzerinde artik "ikinci siniflar" yazan yatakhanelerinin kapisina
vardilar. O bildik, daire seklindeki odaya girdiler: Dört yanma koyu kirmizi kadifeden perdeler asilmis
dört direkli bes karyola ve yüksek, dar pencereler. Sandiklari yukari çikarilip yataklarinin ayakucuna
konmustu.
Ron suçlu suçlu Harry'ye siritti.
"Biliyorum, bundan hoslanmamis olmam falan gerekiyordu ama..."
Yatakhanenin kapisi ardina kadar açildi ve diger ikinci sinif Gryffindor ögrencileri içeri girdiler: Seamus
Finnigan, Dean Thomas ve Neville Longbottom.
Seamus, agzi kulaklarinda, "inanilmaz!" dedi.
"Kiyak," dedi Dean.
Neville, nutku tutulmus, "Sasirtici," diyebildi.
Harry dayanamadi. O da siritti.
ALTINCI BÖLÜM
Gilderoy Lockhart
Ancak ertesi gün Harry bir kere bile söyle agiz tadiyla siritamadi. Her sey Büyük Salon'daki kahvaltinin
ardindan tepe asagi gitmeye basladi sihirli tavan altindaki (bugün kasvetli, bulutlu bir kursuni), dört binanin
ögrencilerine ait uzun masalarin üstü, kapakli büyük kâseler içindeki yulaf lapalari, baligi tabaklari,
kizarmis ekmek tepeleri ve pastirmayla doluydu. Harry ve Ron, Gryffindor masasinda, Vampirlerle
Seyahatler kitabini bir süt sürahisine dayamis olan Hermione'nin yanina oturdular. "Günaydin," derken
sesinde hafif bir sertlik vardi. Harry onun, okula gelis biçimlerini hâlâ onaylamadigini anladi. Öte yandan
Neville Longbottom onlari neseyle karsiladi. Neville yuvarlak yüzlü ve kaza yapmaya egilimli bir
çocuktu,Harry'nin tanidigi kisiler içinde hafizasi en zayif insandi.
"Birazdan posta gelir, sanirim büyükannem unuttugum birkaç seyi yolluyor."
Harry tam yulaf lapasini yemeye baslamisti ki, tepede bir hisirti duyuldu ve yüz kadar baykus içeri daldi.
Salon'un tepesinde daireler çizerek gevezelik eden kalabaligin arasina mektuplar ve paketler biraktilar.
Büyük, yamru yumru bir paket Neville'in basina çarpip zipladi, bir saniye sonra ise kocaman, kursuni
renkte bir sey hepsinin üstüne süt ve tüy saçarak Hermione'nin sürahisinin içine düstü.
"Errol!" dedi Ron, islanmis pejmürde baykusu ayaklarindan tutup çekerek. Errol baygin halde masaya
yigildi, bacaklari havadaydi, gagasinda da islak, kirmizi bir zarf vardi.
Ron'un nefesi kesildi. "Ah, hayir..."
Hermione, parmaginin ucuyla yavasçacik Errol'i dürttü, "Tamam, tamam, yasiyor."
"O degil... bu!"
Ron parmagiyla kirmizi zarfi isaret ediyordu. Zarf Harry'ye hayli siradan görünüyordu ama, Ron ve
Neville ona sanki patlamasini bekliyormus gibi bakiyorlardi.
"Neler oluyor?" dedi Harry.
Ron ancak, "Bana... bana bir Çigirtkan göndermis" diyebildi.
Neville ürkekçe fisildadi: "Açsan iyi olur, Ron. Açmamak daha kötü. Büyükannem bir seferinde bana bir
tane göndermisti, ben de yok saydim ve..." Yutkundu. "Korkunçtu."
Harry önce onlarin taslasmis yüzlerine, sonra da kirmizi zarfa bakti.
"Bir Çigirtkan nedir?" diye sordu.
Ama Ron'un bütün dikkati, köselerinden tütmeye baslayan mektup üzerinde odaklanmisti.
"Aç," diye zorladi Neville. "Birkaç dakikada bitip gider."
Ron titreyen elini uzatip Errol'in gagasindaki zarfi aldi ve açti. Neville parmaklarini kulaklarina tikadi. Bir
saniye bile geçmeden Harry onun niye böyle yaptigim anladi. Bir an için zarfin sahiden de patladigini
sanmisti. Koskoca Salon'u bir kükreyis doldurdu, tavandan tozlar düsürdü.
"... ARABAYI ÇALMAK HA, SENÎ OKULDAN ATSALAR HÎÇ SASMAM, HELE BENIM
ELLERIME GEÇ DE GÖR NELER OLACAK, ARABANIN GITTIGINI GÖRÜNCE BABANLA
BENIM NELER HISSEDECEGIMIZI HÎÇ DÜSÜNMEDIN SANIRIM..."
Mrs Weasley'nin normaldekinden yüz kere daha gürültülü olan feryatlari, masalardaki tabaklarla kasiklari
takirdatti ve tas duvarlardan sagir edici bir yogunlukla yankilandi. Salon'un her yanindaki insanlar,
Çigirtkan'in kime geldigini görmek için dönüp bakiyorlardi. Ron iskemlesinde o kadar asagi kaydi ki,
sadece visne çürügüne dönmüs alni görülebiliyordu.
"... DÜN AKSAM DUMBLEDORE'DAN MEKTUP GELDI, BABAN UTANÇTAN ÖLECEK
SANDIM, BIZ SENI BU SEKILDE DAVRANASIN DIYE YETISTIRMEDIK, SEN DE HARRY
DE ÖLEBILIRDINIZ..."
Harry, adi ne zaman geçecek diye merak ediyordu. Sanki kulak zarlarini zonklatan sesi duymuyormus
gibi görünmek için elinden geleni yapti.
"... GERÇEKTEN IGRENÇ, BABANA ISYERINDE SORUSTURMA AÇACAKLAR, TÜMÜYLE
SENIN KABAHATIN VE EGER KÜÇÜK BIR HATA DAHA ISLERSEN SENI DOSDOGRU
EVE GETIRECEGIZ."
Ortaliga çinlayan bir sessizlik çöktü. Ron'un elinden düsen kirmizi zarf alev aldi ve kivrilarak küle
dönüstü. Harry ve Ron, üstlerinden bir deprem dalgasi geçmis gibi, nutku tutulmus halde oturuyorlardi.
Birkaç kisi güldü ve yavas yavas yeniden aralarinda konusmaya basladilar.
Hermione, Vampirlerle Seyahatleri kapatip, asagi, Ron'un kafasinin tepesine bakti.
"Eh, ne bekledigini bilmiyorum, Ron, ama sen de..."
"Bana bunu hak ettin deme!"
Harry yulaf lapasini öteye itti. Içi suçluluk duygusuyla yaniyordu. Mr Weasley isyerinde bir sorusturmayla
karsi karsiyaydi. Hem de yaz boyu Mr ve Mrs Weasley'nin onun için yaptiklarindan sonra...
Ama bunun üzerinde duracak vakti olmadi. Profesör McGonagall, Gryffindor masasinda dolasarak, ders
programi dagitiyordu. Harry kendisininkini aldi. Ilk olarak Hufflepuff’larla Bitkibilim dersleri oldugunu
gördü.
Harry, Ron ve Hermione satodan birlikte ayrilip sebze tarhini geçtiler ve sihirli bitkilerin bulundugu
seralara dogru gittiler. Çigirtkan hiç degilse bir tek ise yaramisti: Hermione onlarin yeterince
cezalandirildigini düsündügü için simdi yemden tam anlamiyla dostça davraniyordu.
Seralara yaklasinca, sinifin geri kalaninin orda durmus, Profesör Sprout'u bekledigini gördüler. Harry,
Ron ve Hermione henüz onlara katilmisti ki, Profesör, yaninda uzun adimlar atarak çimenligi geçen
Gilderoy Lockhart'la göründü. Profesör Sprout'un kollan bandajlarla doluydu. Birden vicdan azabina
kapilan Harry, uzakta, dallarindan birkaç tanesi askiya alinmis olan Samarci Sögüt'ü gördü.
Profesör Sprout, tiknaz küçük bir cadiydi, uçusan saçlarinin üstüne yamali bir sapka takardi. Giysilerinde
genellikle bol miktarda toprak bulunurdu, tirnaklan da Petunia Teyze'nin bayginlik geçirmesine yetebilirdi.
Ancak Gilderoy Lockhart, fiyakayla yerine oturtulmus, kenarlari altin islemeli turkuvaz bir sapkanin
altindaki saçlari ve uçusan turkuvaz cüppesiyle lekesiz görünüyordu.
"Ah, hepinize merhaba!" diye seslendi, orada toplanmis ögrencilere gülümseyen Lockhart. "Profesör
Sprout'a bir Samarci Sögüt'ün aslinda nasil tedavi edilmesi gerektigini gösteriyordum, hepsi bu. Ama
benim Bitkibilim'de ondan iyi oldugum fikrine kapilmanizi istemiyorum, elbette. Ben sadece
seyahatlerimde bu egzotik bitkiler gibilerini daha sik gördüm, o kadar..."
Her zamanki nesesinden yoksun görünen, belirgin sekilde cani sikkin olan Profesör Sprout, "Bugün Üç
Numarali Sera'dayiz, arkadaslar," dedi.
Bir ilgi miriltisi dolasti. Daha önce sadece Bir Numarali Sera'da çalismislardi. Üç Numarali Sera'da ise
çok daha ilginç ve tehlikeli bitkiler vardi. Profesör Sprout belinden koca bir anahtar çikartip kapiyi açti.
Harry'nin burnuna islak toprak ve gübre kokusu geldi. Bu koku, tavandan sarkan semsiye boyundaki
birtakim dev çiçeklerin agir rayihasina karismisti. Tam Ron ve Hermione'nin ardindan içeri girecekti ki,
Lockhart'in eli uzandi.
"Harry! Seninle konusmak istiyorum - biraz gecikse bir sakincasi yok, degil mi, Profesör Sprout?"
Profesör Sprout'un yüzünün hemen asilmasina bakilirsa, vardi, ama Lockhart, "Tamam öyleyse," dedi ve
sera kapisini onun suratina kapatti.
"Harry," dedi Lockhart, basini sallarken koca beyaz disleri günes isiginda parildiyordu. "Harry, Harry,
Harry."
Neye ugradigini sasiran Harry bir sey demedi.
"Duydugum zaman... eh, tabii ki benim kabahatim. Kendi kendimi tekmeleyebilirdim."
Harry'nin onun neden söz ettigi konusunda en ufak bir fikri yoktu. Tam bunu söyleyecekti ki, Lockhart
devam etti. "Daha büyük bir sok geçirdigimi hatirlamiyorum. Hugwarts'a bir arabayla uçarak gelmek!
Tabii bunu niye yaptigini hemen anladim. Öyle belli oluyor ki. Harry, Harry, Harry."
Konusmazken bile nasil yapiyorsa becerip de o parlak dislerin her birisini teker teker gösterebilmesi
hayret verici bir seydi.
"Sana söhreti tattirdim, degil mi?" dedi Lockhart. "Virüs bulasti. Benimle birlikte gazetenin birinci
sayfasina çiktin ve bir kere daha olsun diye sabirsizlandin."
"Ah - hayir, Profesör, bakin..."
"Harry, Harry, Harry," dedi Lockhart, uzanip onun omzunu tutarak. "Anliyorum ben. Ilk kez tattiktan
sonra biraz daha istemen dogal - sana onu tattirdigim için de kendime kusur buluyorum, çünkü basina
vuracagi belliydi. Ama anliyorsun ya, delikanli, seni fark etsinler diye arabalari uçuramazsin. Biraz
sakinles, tamam mi? Büyüdügün zaman bunlari yapmak için çok vaktin olacak. Evet, evet, ne
düsündügünü biliyorum. Onan için söylemesi kolay, o zaten uluslararasi söhrete sahip bir büyücü!'
diyeceksin. Ama ben on iki yasindayken bir hiçtim, senin simdi oldugun gibi. Hatta senden bile daha az
tanindigimi söyleyebilirim! Yani, senin adim duymus birkaç kisi vardi, degil mi? Adi Anilmamasi Gereken
Kisi'yle olanlar falan!" Harry'nin alnindaki simsek izine bakti. "Biliyorum, biliyorum, bunlar bes kere üst
üste Cadi Gündemi'nin En Büyüleyici Tebessüm Ödülü'nü almak kadar iyi degil - yani benim gibi. Ama bir
baslangiç, Harry, bir baslangiç."
Hany'ye candan bir edayla göz kirpti ve uzaklasti. Harry saskinliktan birkaç dakika oldugu yerde
kalakaldi, sonra serada dersi oldugunu hatirlayarak, kapiyi açip içeri süzüldü.
Profesör Sprout seranin ortasindaki ayaklikli bir siranin arkasinda duruyordu. Siranin üstünde farkli
renklerde yirmi çift kulaklik vardi. Harry, Ron ile Hermione arasinda yerini alinca, "Bugün Adamotlari'ni
yeniden saksilara ekiyoruz," dedi. "Kim bana Adamotlari'nin özelliklerini söyleyebilir, bakalim?"
Elini ilk kaldiranin Hermione olmasina kimse sasmadi.
"Adamotu, ya da Adamkökü, sifali bir bitkidir," dedi Hermione. Her zamanki gibi, ders kitabini yutmutsa
benziyordu. "Biçimleri degistirilmis ya da lanete ugramis kisileri eski hallerine döndürmede kullanilir."
"Mükemmel. Gryffindor'a on puan. Adamotu, birçok panzehirin önemli bir parçasini olusturur. Ancak,
ayni zamanda zararlidir. Niye oldugunu kim söyleyebilir?"
Hermione elini gene ok gibi kaldirirken az daha Harry'nin gözlügüne çarpiyordu.
Hemen, "Adamotu'nun çigligi, duyan kisi için ölümcüldür," dedi.
"Aynen. On puan daha al. Simdi, elimizdeki Adamotlari henüz çok genç."
Konusurken, bir sira derin tepsiye isaret etti, herkes daha iyi görmek için ayaklarim sürüyerek öne geldi.
Içinde morumsu yesil renkte yüz kadar püsküllü küçük bitki, sira sira duruyordu. Hermione'nin, Adamotu
"çigligi"yla neyi kastettigi konusunda en ufak bir fikri olmayan Harry'ye hayli siradan göründüler.
Profesör Sprout, "Herkes bir çift kulaklik alsin," dedi. Herkes pembe ve yumusak tüylü olmayan bir
kulaklik bulmaya çalisirken, bir itis kakis oldu.
"Size takin dedigim zaman, kulaklarinizin tamamen tikali oldugundan emin olun. Tehlike geçip te çikarma
vakti gelince ben size tamam isareti verecegim. Hadi bakalim - takin kulakliklari."
Harry kulakligini kulagina takti. Sesi tamamen kestiler. Profesör Sprout kendi kulaklarina pembe
yumusacik tüylü kulaklik taktiktan sonra, cüppesinin kollarini sivadi, püsküllü bitkilerden birini sikica
yakaladi ve iyice çekti.
Harry kimsenin duyamayacagi bir saskinlik solugu koyuverdi.
Topraktan kök yerine küçük, çamurlu ve son derece çirkin bir bebek çikmisti. Yapraklar hemen
kafasindan çikiyordu. Açik yesil, benekli bir cildi vardi ve besbelli ki cigerlerinin tüm gücüyle
haykiriyordu.
Profesör Sprout, masanin altindan koca bir saksi alarak Adamotu'nu içine daldirdi. Sadece püsküllü
yapraklari görünür kalana kadar onu koyu renk, nemli dogal gübrenin içine gömdü. Ellerinin tozunu
silkeledi, basparmagini kaldirip tamam isareti verdi ve kendi kulakligini çikardi.
"Adamotlarimiz henüz sadece fide olduklari için çigliklari da simdilik öldürmez," dedi sakin sakin. Bir
begonyaya su vermekten daha heyecan verici bir sey yapmamis gibiydi, "Gene de birkaç saat baygin
kalmaniza yol açarlar. Geri döndükten sonraki ilk gününüzü kanirmak istemeyeceginizden emin oldugum
için, çali strkep kulakliklarinizin siki siki yerinde oldugundan emin olun diyorum. Toparlanma vakti gelince
ben dikkatinizi çekerim."
"Her tepsiye dört kisi - burada çok saksi var - dogal gübre oradaki çuvallarda. Zehirli Tentacula'ya da
dikkat edin, disleri çikiyor."
Konusurken dikenli, koyu kirmizi bir bitkiye saglam bir tokat atti. Böylece, sinsi sinsi onun omzunda
ilerleyen uzun antenlerini geri çekmesini sagladi.
Harry, Ron ve Hermione'ye, Harry'nin yüzünü bildigi ama daha önce hiç konusmamis oldugu kivircik
saçli, Hufflepuff lu bir oglan katilmisti.
Çocuk neseyle, "Justin Finch-Fletchley" dedi, Harry'nin elini sikarak. "Kim oldugunu biliyorum, tabii,
meshur Harry Potter... sen de Hermione Granger'sin, her seyin birincisi..." (Hermione kendi eli de
sikilirken gülümsedi) "ve Ron Weasley. Uçan araba senindi, degil mi?"
Ron gülümsemedi. Besbelli Çigirtkan henüz aklindan çikmamisti.
Justin, saksilarini ejderha pisligi gübresiyle doldurmaya baslarlarken, "O Lockhart da çok esasli, degil
mi?" dedi. "Ne kadar cesur adam. Kitaplarini okudunuz mu? Beni telefon kulübesinde bir kurtadam
kistirmis olsa korkudan ölürdüm, ama o sakin kalmis ve -pat - muhtesem yani.
"Ben Eton'a yazilmistim, biliyor musunuz, onun yerine buraya geldigim için ne kadar sevindigimi size
anlatamam. Tabii annem biraz hayal kirikligina ugradi ama, sanirim ona Lockhart'in kitaplarini
okuttugundan beri ailede tam egitim görmüs bir büyücü bulunmasinin ne kadar ise yarayacagini anlamaya
basladi..." Ondan sonra pek konusma sanslari olmadi. Kulakliklarini yeniden takmislardi ve Adamotlan
üzerinde yogunlasmalari gerekiyordu. Profesör Sprout çok kolay bir is yapiyor gibi davranmisti, ama
degildi. Adamotlari topraktan çikmaktan hoslanmiyorlardi, ama tekrar içeri girmekten de
hoslanmiyorlardi. Kivraniyorlar, tekme atiyorlar, saglam küçük yumruklarini savuruyorlar ve dislerini
gicirdatiyorlardi. Harry pek sisman bir tanesini bir saksiya sikistirmak için tam on dakika ugrasti.
Dersin sonunda herkes gibi Harry de kan ter içinde kalmisti, her yeri agriyordu ve topraga bulanmisti.
Çabucak bir dus almak için yorgun argin satoya döndüler, sonra da Gryffindor'lar, Biçim Degistirme
dersine kostu.
Profesör McGonagall'in dersleri her zaman zordu, ama bugün daha da zorlasmis gibiydi, Harry'nin geçen
yil ögrendigi her sey yaz sirasinda aklindan çikip gitmisti sanki. Sözde kinkanatli bir böcegi dügmeye
dönüstürmesi gerekiyordu, ama bütün yaptigi, asasindan kaçarak siranin üstünde oradan oraya kaçan
böcegine iyice egzersiz yaptirmak oldu.
Ron'un daha da ciddi sorunlari vardi. Ödünç aldigi Büyülü Seloteyp'le asasini yamamisti ama, asa tamir
edilemeyecek kadar hasar görmüs gibiydi. Çatirdayip duruyor, olmadik zamanda kivilcimlar saçiyordu ve
Ron böcegine biçim degistirtmeye kalkisinca, onu çürük yumurta kokan kalin kursuni bir duman içlide
birakiyordu. Ne yaptigini göremeyen Ron, kazayla böcegi dirsegiyle ezdi ve yenisini istemek zoruunda
kaldi. Profesör McGonagall bu durumdan hiç memnun kalmadi.
Harry ögle yemegi çanini duyunca rahat bir nefes aldi. Beyni sikilmis sünger gibiydi. O ve Ron disinda
herkes tek sira olup sinifi terk etti, ama Ron hâlâ çildirmis gibi asasini siraya vurup duruyordu.
"Aptal... ise yaramaz... sey..."
Harry, "Eve yazip baska bir tane iste," dedi, asa maytap misali bir çat çut bombardimani çikartirken.
"Ya, evet, sonra da bir Çigirtkan daha yollasinlar, degil mi?" dedi Ron, simdi tislayan asasini çantasina
koyarken. "Asanin kirilmasi senin kabahatin..."
Birlikte yemege indiler, Hermione'nin onlara Biçim Degistirme dersinde yaptigi bir avuç kusursuz palto
dügmesini göstermesi, Ron'un moralini düzeltmedi dogrusu.
Harry, telasla konuyu degistirerek, "Ögleden sonra ne var?" diye sordu.
Hermione hemen, "Karanlik Sanatlara Karsi Savunma," dedi.
Ron onun ders programini kaparak, "Neden Lockhart in bütün derslerinin etrafina küçük kalpler çizdin?"
diye sordu.
Hermione kipkirmizi kesilerek programini kapti.
Yemeklerini bitirip disari, üstü kapali avluya çiktilar. Hermione tas bir basamaga oturup burnunu yeniden
Vampirlerle Seyahatler'e gömdü. Harry ve Ron birkaç dakika Quidditch üzerine konustular. Derken
Harry çok yakindan idendigini fark etti. Basini kaldirinca, önceki gece Seçmen Sapka'yi basina takarken
gördügü minicik, kursuni saçli oglanin donup kalmis gibi gözlerini dikmis, kendisine baktigini gördü.
Normal bir Muggle fotograf makinesini andiran bir seye siki siki sarilmisti. Harry ona baktigi an yüzü
parlak kirmizi bir renk aldi.
"Tamam mi, Harry? Ben... ben Colin Creevey'yim," dedi nefes nefese. Ileri dogru da ürkek bir adim atti.
Kamerayi umutla havaya kaldirarak, "Ben de Gryffindor'dayim," dedi. "Sence - yani sakincasi yoksa - bir
resim çekebilir miyim?"
Harry, bos bos, "Resim mi?" diye tekrarladi.
Colin Creevey hevesle daha da öne gelerek, "Seninle tanistigimi kanitlamak için," dedi. "Hakkindaki her
seyi biliyorum. Herkes bana anlatti. Kim-Oldugunu-Bilirsin-Sen seni öldürmeye kalkinca nasil hayatta
kaldigini, onun nasil yok oldugunu falan ve basinda hâlâ simsek seklinde bir yara izi oldugunu" (bakislari
Harry'nin saçlarinin basladigi yeri taradi), "ve yatakhanemdeki bir çocuk diyor ki, eger dogru iksirde
banyo edersem, resimler hareket edermis." Colin büyük, ürpertili bir heyecan solugu aldi ve, "Burasi
müthis ama, degil mi?" dedi. "Hogwarts'tan mektup gelene kadar yapabildigim o tuhaf seylerin sihir
oldugunu bilmiyordum. Babam sütçüdür, o da inanamadi. Ben de bir sürü fotograf çekip eve, ona
yolluyorum. Ve senin de bir fotografini çekersem iyi olacak -" yalvarircasina Harry'ye bakti, "- belki
arkadasin çeker, ben de senin yaninda dururum, ha? Ve sonra, imzalayabilir misin?"
"Imzali fotograf mi? Imzali fotograflar mi dagitiyorsun, Potter?"
Draco Malfoy'un sesi, yüksek ve incitici, avlu boyunca yankilandi. Colin'in tam arkasinda durmustu, iki
yaninda Hogwarts'tayken hep oldugu gibi iriyari ve serseri kilikli yardakçilari Crabbe ve Goyle vardi.
Malfoy, kalabaliga dogru, "Herkes siraya girsin!" diye bagirdi, "Harry Potter imzali fotograf dagitiyor!"
Harry öfkeyle, yumruklarim sikarak, "Hayir, dagitmiyorum," dedi. "Kes sesini, Malfoy."
Bütün gövdesi asagi yukari Crabbe'nin boynu kalinligindaki Colin, "Kiskaniyorsun, o kadar," dedi, sarki
söyler gibi.
Avludakilerin yarisi dinledigi için artik haykirmasi gerekmeyen Malfoy, "Kiskanmak mi?" dedi. "Neyi?
Ben basimi kaplayan pis bir yara izi istemiyorum, sag olun. Bana kalirsa, kafayi deldirmek insani özel
yapmaz."
Crabbe ve Goyle aptal aptal kisniyorlardi.
"Sümüklüböcek ye, Malfoy," dedi Ron öfkeyle. Crabbe gülmeyi kesti ve koca yumruklarini tehdit edici
bir sekilde birbirine sürtmeye basladi.
"Dikkat et, Weasley," diye dudak büktü Malfoy. "Basina dert açmak istemezsin, degil mi? Yoksa
annecigin gelip seni yaka paça götürür." Tiz, insanin içine isleyen bir sesle, "Eger küçük bir hata daha
islersen..." diye bagirdi.
Yakinlarda duran bir grup Slytherin besinci sinif ögrencisi buna yüksek sesle güldüler.
Malfoy, "Weasley imzali bir fotograf istiyor, Potter," diye aptal aptal gülümsedi. "Ailesinin o evinden daha
çok para edebilir."
Ron, tam Büyülü seloteyp'li asasini çekmisti ki, Hermione Vampirlerle Seyahatler'i pat diye kapatti ve
fisildadi: "Dikkat et!"
"Ne oluyor, neler oluyor?" Gilderoy Lockhart, turkuvaz cüppesi arkasinda dalgalanarak uzun adimlarla
onlara dogru geliyordu. "Kim imzali fotograf dagitiyor?"
Harry konusmaya niyetlenirken, Lockhart omzuna kolunu ativerince vazgeçti. Pek neseli görünen
Lockhart gürledi. "Sormamaliydim! Gene karsilastik, Harry!"
Lockhart'in yanma yapismis, küçük düsmenin utanciyla alev alev yanan Harry, Malfoy'un marifet yapmis
gibi siritarak kalabaliga karistigini gördü.
"Gel bakalim, Mr Creevey," dedi Lockhart, Colin'e gülümseyerek. "Ikili bir portre, bundan âlâsi can
sagligi, hem ikimiz de imzalayacagiz."
Colin el yordamiyla fotograf makinesini arandi ve arkalarinda çalan zil ögleden sonra derslerinin
basladigini duyururken, onlarin resmini çekti.
Lockhart kalabaliga, "Hadi bakalim, yürüyün," diye seslendi ve kendisi de, keske iyi bir yok olma büyüsü
bilseydim diye düsünen Harry yanina yapismis halde, satoya yürümeye Koyuldu.
Bir yan kapidan içeri girerlerken, Lockhart, baba edasiyla, "Bilge olana tek söz yeter, Harry," dedi.
"Orada genç Creevey'yle sana siper oldum - benim de fotografimi çekince, okul arkadaslarin senin pek
fazla ortaya çiktigini düsünmezdi..."
Harry'nin kekelemelerine hiç kulak vermeyen Lockhart, gözlerini dikmis onlara bakan ögrencilerin
siralandigi bir koridor boyunca ve merdivenlerden yukari onu sürükledi.
"Sana sunu söyleyeyim ki, meslek hayatinin bu asamasinda imzali fotograf dagitmak akillica bir is degil
-dogruyu söylemek gerekirse, biraz kendini begenmis görünürsün, Harry. Elbette bir gün benim gibi sen
de nereye gitsen el altinda bir deste bulundurmak zorunda kalabilirsin ama," bir kikirti koyuverdi, "henüz o
noktaya gelmedin sanirim."
Lockhart’in ders verecegi sinifa gelmislerdi, o da Harry'yi sonunda birakti. Harry cüppesini düzeltip
sinifin en arkasinda bir siraya gitti, orada önüne Lockhart'in yedi kitabini birden yigin yapip dizdi ki,
gerçek olanina bakmaktan kaçinabilsin.
Sinifin geri kalani samata yaparak içeri girdi. Ron ve Hermione, Harry’nin iki yanina oturdular.
Ron, "Yüzünde yumurta pisirilebilirdi," dedi. "Sen dua et te Creevey ile Ginny karsilasmasin, yoksa bir
Harry Potter Hayranlari Kulübü kurarlar."
"Kes sesini," diye onu susturdu Harry. Hayatta en son ihtiyaci olan sey, Lockhart’in, "Harry Potter
Hayranlari Kulübü" laflarini duymasiydi.
Bütün sinif oturunca, Lockhart yüksek sesle bogazini temizledi ve odaya sessizlik çöktü. Öne dogru
uzandi, Neville Longbottom'in ifritlerle Geziler kitabini aldi, kapagindaki kendi göz kirpan portresini
gösterecek sekilde tuttu.
"Ben” dedi, resmini isaret edip kendisi de göz kirparak, "Gilderloy Lockhart'im, Merlin Nisani, Üçüncü
Sinif, Karanlik Sanatlar Savunma Birligi'nin Onur Üyesi ve bes kere üst üste Cadi Gündemi'nin En
Büyüleyici Tebessüm Ödülü sahibi - ama bundan söz etmem ben. Ölüm Perisi Bandon'dan ona
tebessüm- ederek kurtulmadim!"
Gülmelerini bekledi, birkaç kisi isteksizce gülümsedi.
"Görüyorum ki hepiniz kitaplarimi tam takim almissiniz - aferin. Bugün küçük bir testle baslariz diye
düsündüm. Merak edecek bir sey yok - onlan ne kadar okudugunuzu, ne kadarini hazmettiginizi görmek
için..."
Test kâgitlarini dagittiktan sonra yeniden sinifin ön tarafina döndü ve, "Otuz dakikaniz var," dedi.
"Baslayin - simdi"
Harry kâgidina bakip sorulan okudu:
i. Gilderoy Lockhart'in en sevdigi renk nedir?
2. Gilderoy Lockhart'in gizli emeli nedir?
3. Sizce Gilderoy Lockhart'in bugüne kadarki en büyük basarisi nedir?
Böyle devam edip gidiyordu iste, üç sayfadan da fazla sürüyordu. En son soru suydu:
54. Gilderoy Lockhart'in dogum günü ne zaman ve ona verilecek ideal armagan ne olabilir?
Yarim saat sonra Lockhart kâgitlari topladi ve sinifin önünde onlara bir göz gezdirdi.
"Çik ok - hemen hemen hiçbiriniz benim en sevdigim rengin leylak rengi oldugunu hatirlamamis. Yeti'yle
Geçen Yilda öyle söylüyorum. Bazilarinizin da Kurtadamlarla Yollarda'yi daha dikkatle okumasi
gerekiyor -on ikinci bölümde ideal dogum günü armaganimin bütün sihir insanlari ile sihirden uzak olanlar
arasinda uyum saglanmasi olacagini söylüyorum - ama Ogden'in Eski Ates Viskisi'nden büyük bir siseye
de hayir demem dogrusu!"
Onlara yeniden çapkinca göz kirpti. Ron arak Lockhart'a yüzünde bir inanamamazlik ifadesiyle bakmaya
baslamisti. Önde oturan Seamus Finnigan ve Dean Thomas, sessiz kahkahalarla sarsiliyorlardi. Öte
yandan Hermione, Lockhart'i kendinden geçmis gibi dinliyordu, adi söylenince irkildi.
"... ama Miss Hermione Granger gizli emelimin dünyayi kötülükten kurtarmak ve kendi saç bakimi
iksirleri setimi pazarlamak oldugunu biliyor - iyi kiz! Aslinda -" onun sinav kâgitlarina baka, "tam not!
Miss Hermione Granger nerede?"
Hermione titreyen elini kaldirdi,
"Mükemmel!" diye agzi kulaklarinda tebessüm etti Lockhart. "Adeta mükemmel! Gryffindor için on
puan! Ve simdi, isimize dönelim..."
Masasinin arkasina egildi ve büyük, kapakli bir kafesi alarak üstüne koydu.
"Simdi - sizi uyariyorum! Sizi büyücü takimina malum en berbat yaratiklara karsi uyarmak benim
görevim. Kendinizi bu odada en pis korkularinizla karsi karsiya bulabilirsiniz. Bilin ki ben buradayken size
hiçbir zarar gelmez. Sizden sadece sakin kalmanizi istiyorum."
Harry her seye ragmen kafese daha iyi bakmak için kitap yigininin yanindan egildi. Lockhart elini kapagin
üstüne koydu. Dean ve Seamus artik gülmeyi kesmisti. Neville ise ön siradaki yerinde sinmis, oturuyordu.
Lockhart, alçak sesle, "Sizden çiglik atmamanizi istemeliyim," dedi. "Onlari tahrik edebilir."
Ve bütün sinif nefesini tutarken, Lockhart tek hamlede kapagi açti.
"Evet," dedi dramatik biçimde. "Taze yakalanmis Cormuall cinperileri."
Seamus Finnigan kendini tutamadi. Lockhart’in in bile dehset çigligi sayamayacagi bir kahkaha patlatti.
"Evet?" diye gülümsedi Lockhart ona.
"Eh, yani - pek de... tehlikeli sayilmazlar, degil mi?" diye kikirdadi Seamus.
Lockhart parmagini sinir bozucu bir sekilde sallayarak, "O kadar emin olma!" dedi. "Küçük keratalar
seytan gibi numaraci olabilir!"
Cinperiler elektrik mavisiydi, boylari da yirmi santim kadardi. Sivri yüzleri vardi, sesleri ise öyle tizdi ki,
insan bir sürü yarasanin tartismasini dinler gibi oluyordu. Kapak kalkar kalkmaz anlasilmaz bir seyler
konusarak kendilerini oradan oraya atmaya basladilar. Parmakliklari zingirdatip, en yakinlarindakilere
bakarak yüzlerini acayip sekillere soktular.
"Peki öyleyse," dedi Lockhart, yüksek sesle. "Bakalim onlarla nasil basa çikacaksiniz!" Sonra da kafesi
açti.
Pandomimden farksizdi. Cinperiler roket gibi her yöne firladi gitti. Ikisi Neville'i kulaklarindan yakalayip
havaya kaldirdi. Birkaçi dosdogru pencereden disari firlayip arka sirayi kirik cam parçalarina buladi. Geri
kalani da, saldiran bir gergedandan daha etkin biçimde sinifi dagitmaya koyuldu. Mürekkep siselerini alip
sinifin her yanina püskürttüler, kitaplarla kâgitlari parçaladilar, duvardaki resimleri yirttilar, çöp tenekesini
tersyüz çevirdiler, çantalarla kitaplari yakalayip kirik camdan disari attilar. Birkaç dakika sonra
ögrencilerin yansi siralarinin altina saklanmisti, Neville de tavandaki kollu avizeden sarkiyordu.
"Hadi bakalim, toplayin onlari, toplayin, sadece cinperi bunlar..." diye bagirdi Lockhart.
Kollarim sivadi, asasini çikardi ve bögürdü: "Peski-piksi Pesternomi!"
Hiç mi hiç faydasi olmadi. Cinperilerden biri Lockhart'in asasini alip onu da camdan disan atti. Lockhart
yutkundu ve kendi masasinin altina girdi. Bir saniye sonra da kollu samdan bel verince düsen Neville'in
altinda ezilmekten güç bela kurtuldu.Zil çaldi, herkes deli gibi çikisa kostu. Bunu izleyen görece sakinlikte
Lockhart dogruldu, hemen hemen kapiya varmis olan Harry, Ron ve Hermione'yi gördü ve, "Eh, onlari
yeniden kafese koymanizi siz üçünüzden isteyeyim," dedi. Yanlarindan geçti, kapiyi arkasindan çeki verdi.
Geri kalan cinperilerden biri kulagindan isirip canini acitinca, Ron, "Olup bitenlere inanabiliyor musunuz?"
diye gürledi.
Hermione, "Bize birinci elden deneyim kazandirmak istiyor," dedi. Bir yandan da akillica bir Dondurma
Büyüsü ile ayni anda iki ciperiyi hareketsiz hale getirip kafeslerine tikmisti.
"Birinci elden mi?" dedi Harry, ona dilini çikaran ve ulasamayacagi bir yere dans ederek kaçan bir
cinperiyi tutmaya çalisirken. "Hermione, ne yaptigi konusunda zerrece fikri yoktu."
"Saçma," dedi Hermione. "Kitaplarini okudunuz -yaptigi bütün o sasirtici seylere baksaniza..."
"Yaptigim söyledigi," diye mirildandi Ron.
YEDINCI BÖLÜM
Bulanik'lar ve Miriltilar
Harry ondan sonraki birkaç günün pek çok dakikasini, Gilderoy Lockhart'in bir koridordan geldigini
görünce sivisarak geçirdi. Colin Creevey'den kaçmak daha zordu, çünkü Harry'nin ders programini
ezberlemise benziyordu. Anlasilan hayatta hiçbir sey Colin'e günde alti yedi kere, "Tamam mi, Harry?"
deyip de, "Selam, Colin," cevabini almak kadar heyecan vermiyordu. Harry bu cevabi verdiginde sesi ne
kadar öfkeli çikarsa çiksin...
Hedwig, o felaket araba kazasi yüzünden Harry'ye hâlâ kizgindi, Ron'un asasi da hâlâ dogru dürüst
çalismiyordu. Hatta cuma sabahi Muska dersinde Ron'un elinden firlamis ve minicik yasli Profesör
Flitwick'i tam iki gözünün ortasindan vurmustu. Vurdugu yerde de büyük, nabiz gibi atan yesil bir çiban
meydana getirmisti. Yani söyle ya da böyle, Harry hafta sonuna ulasmis olmaktan memnundu. O, Ron ve
Hermione cumartesi sabahi Hagrid'i ziyaret etmeyi tasarliyorlardi. Ama Harry, uyanmak istedigi saatten
birkaç saat önce,
Gryffindor Quidditch takiminin kaptani Oliver Wood tarafindan sarsilarak uyandirildi.
Harry, uyku sersemi, "N'oluyo yav?" dedi.
"Quidditch antrenmani. Yürü hadi!"
Harry gözlerini kisarak pencereye bakti. Pembe ve altin rengi gökyüzünde ince bir sis asili kalmisti. Artik
uyandigi için, kuslarin samatasi sirasinda nasil olup da uyudugunu anlayamiyordu.
"Oliver," dedi Harry, çatlak bir sesle, "gün henüz doguyor."
"Aynen öyle." Wood uzun boylu, saglam yapili bir altinci sinif ögrencisiydi. O anda da gözleri çilgin bir
coskuyla yaniyordu. Cani gönülden, Yeni antrenman programimizin parçasi," dedi. "Hadi, süpürgeni
yakala da gidelim. Öbür takimlarin hiçbiri antrenmana baslamadi, bu yila ilk baslayan biz olar
Harry esneyerek ve hafiften, bir gayret, yataktan kalkti, Quidditch cüppesini bulmaya çalisti.
"Afferin sana," dedi Wood. "On bes dakika sonra sahada bulusuruz."
Visne çürügü rengi takim cüppesini bulup üsümemek için de pelerinini sirtina alinca, Harry, Ron'a bir not
yazip nereye gittigini açikladi. Sonra da Nimbus Iki Bin'i omzunda, döne döne inen merdivenden asagi,
ortak salona indi. Portre deligine tam gelmisti ki, arkasinda bir tikirti duyuldu ve Colin Creevey telas
içinde merdivenlerden indi. Fotograf makinesi boynunda çilgin gibi sallaniyordu, elinde simsiki bir sey
tutuyordu.
"Merdivende birinin senin adini söyledigini duydum, Hariy! Bak burda ne var! Banyo ettirdim, sana
göstermek istedim..."
Harry, Colin'in burnunun ucunda salladigi fotografa saskin saskin bakti.
Hareket eden, siyah beyaz bir Lockhart, Harry'nin kendi kolu oldugunu anladigi bir kolu çekistirip
duruyordu. Fotograf benliginin iyi mücadele ettigini ve görüntüye girmek istemedigini memnuniyetle fark
etti. Harry bakarken Lockhart pes etti ve soluk soluga kendini koyverip resmin beyaz kenarina dayandi.
Colin hevesle, "Imzalayacak misin?" dedi.
Harry kararli sekilde, "Hayir," diye cevap verdi. Bir yandan da oda sahiden bos mu diye kontrol
ediyordu. "Kusura bakma, Colin, acelem var - Quidditch antrenmani."
Portre deligine tirmanip çikti. "Vay canina! Beni de bekle! Daha önce hiç Quidditch maçi izlemedim!"
Colin de onan arkasindan delikten geçti. Harry hemen, "Gerçekten sikici olur," diye atildi ama, Colin onu
dinlemedi bile. Yüzü heyecandan parliyordu.
Yani sira kosturarak, "Sen yüz yildir bir bina takinanda oynayan en genç oyuncusun, degil mi, Harry?
degil mi? Harika olmalisin. Ben hiç uçmadim. Kolay in • . ,<in kendi süpürgen mi? En iyi cinsten mi?"
Harry bundan nasil kurtulacagini bilemiyordu. Gölgeli vardi sanki.
Collin soluk soluga, "Quidditch'i tam olarak anlamiyorum," dedi. "Dört top oldugu dogru mu? Iki tanesi
uçup insanlari süpürgelerinden düsürmeye mi çalisiyor?"
Harry, cani sikkin, "Evet," dedi. Kadere riza göstermis, Quidditch'in zor kurallarini anlatmaya razi
olmustu. "Onlara Bludger denir. Iki takimda da ikiser Vurucu vardir, Bludger'lan takimlarindan uzak
tutmak için sopalar tasirlar. Gryffindor Vurucu'lari Fred ve George Weasley."
"Peki, öbür toplar neye yarar?" Colin, agzi açik, Harry'ye baktigi için merdivende birkaç basamak
tekerlendi.
"Ee, Quaffle, yani büyük kirmizi top, sayi yapan toptur. Her takimdaki üç Kovalayici Quaffle'i birbirine
atarak, sahanin ucundaki çemberlere sokmaya çaksirlar - sahanin ucunda, uzun direklerin ucuna takili
çemberlere." "Peki, ya dördüncü top -"
"Iste o Altin Snitch. Çok küçüktür, çok hizlidir, yakalamasi da zordur. Ama Arayici'mn isi de budur
zaten, çünkü Snitch yakalanmadan Quidditch maçi bitmez. Ve hangi takimin Arayicisi Snitch'i tutarsa,
takimina fazladan yüz elli puan kazandirir."
Colin saygiyla, 'Ve Gryffindor Arayicisi sensin, öyle mi?" diye sordu.
"Evet," dedi Harry, satodan çikip çiglere bulanmis çimenligi geçmeye baslarlarken. "Bir de Tutucu vardir.
Çemberleri savunur. Hepsi bu kadar iste."
Ama Colin kaygan çimenleri geçip Quidditch sahasina varana kadar Harry'yi soru yagmuruna tutmaktan
vazgeçmedi. Harry onu ancak soyunma odalanna gelince basindan atabildi. Colin düdük gibi bir sesle
arkasindan bagirdi: "Gidip iyi bir yer bulayim, Harry!" Sonra da kosarak tribünlere gitti.
Gryffindor takiminin geri kalani soyunma odasina gelmisti bile. Gerçekten uyanmis görünen tek kisi de
Wood'du. Fred ve George Weasley, siskin gözler ve karmakarisik saçlarla, arkasindaki duvara dayanip
içi geçiveriyormus gibi görünen dördüncü sinif ögrencisi Alicia Spinnet'in yaninda oturuyorlardi. Alicia gibi
Kovalayici olan Katie Bell ve Angelina Johnson da onlarin karsisinda yan yana, esneyin duruyorlardi.
"Sükür geldin, Harry, nerde kaldin?" dedi Wood aceleyle. "Simdi, sahaya çikmadan önce sizinle çabucak
konusmak istiyorum, çünkü bütün yazi yeni bir antrenman programi hazirlayarak geçirdim. Sanirim bu
program her seyi degistirecek."
Wood'un elinde Quidditch sahasinin kocaman bir semasi vardi. Üzerine farkli renkte mürekkeplerle
birçok çizgi, ok ve çarpi çizilmisti. Asasini çikardi, tahtaya vurdu, oklar sema üzerinde tirtil gibi
kivranmaya basladi. Wood yeni taktikleri hakkinda konusmaya baslarken, Fred Weasley’nin basi
dosdogru Alicia Spinner in omzuna düstü ve Fred horlamaya basladi.
Ilk tahtanin açiklanmasi yaklasik yirmi dakika aldi. Ama onun altinda da bir tahta vardi, onun alfanda da
bir üçüncüsü. Wood hiç durma ian monoton bir sesle konusurken Harry iyice sersemlemisti.
En sonunda Wood, "Iste boy1 e," dedi ve Harry tam su anda satoda olsa kahvaltida neler yiyor olacagi
seklindeki özlem dolu bir hayalden çekip aldi. "Anlasildi mi? Sorusu olan?"
Ziplayarak uyanan George, "Benim bir sorum var, Oliver," dedi. "Bunlari bize dün hepimiz uyanikken
anlatamaz miydin?"
Bu sözler Wood'un hiç hosuna gitmedi. Gözlerinden simsekler çakarak hepsine bakti. "Size söylüyorum,
beni iyice dinleyin. Quidditch Kupasi'ni geçen yil kazanmaliydik. En iyi takim biziz. Ama ne yazik ki,
tamamen kontrolümüz disindaki olaylar yüzünden..." Harry oturdugu yerde suçlu suçlu kipirdandi. Geçen
yil son maçin yapildigi günde baygin halde hastane kanadinda yatiyordu. Böylece Gryffindor bir
oyuncudan yoksun kalmis ve üç yüz yillik tarihlerinin en berbat yenilgisine ugramislardi.
Wood yeniden kendini kontrol edebilir hale gelene kadar bekledi. Besbelli son yenilgileri hâlâ ona istirap
veriyordu.
"Bu yüzden de bu yil her zamankinden daha siki çalisiyoruz... Hadi bakalim, simdi gidip yeni
kuramlarimizi uygulamaya koyalim!" diye haykirdi. Süpürgesini kavrayip önleri sira soyunma odasindan
çikti. Takimi, bacaklar kaskati, esneye esneye onu izledi.
Soyunma odasinda o kadar uzun süre kalmislardi ki, günes bayagi yükselmisti. Ama sisten geriye kalanlar
gene de stadyumdaki çimenlerin üzerinde asiliydi. Harry sahaya yürürken, tribünde oturan Ron ile
Hermione'yi gördü.
Ron, inanamayarak, "Antrenman daha bitmedi mi?" diye sordu.
Harry, Ron ile Hermione'nin Büyük Salon'dan getirdikleri kizarmis ekmek ve marmelata hasetle bakarak,
"Daha baslamadik ki," diye cevap verdi. "Wood bize yeni taktikler ögretiyor."
Süpürgesine binip ayaklarini hizla yere vurdu, havalandi. Serin sabah havasi yüzünü kamçiladi ve onu
Wbod'un uzun konusmasindan çok daha etkin biçimde uyandirdi. Yeniden Quidditch sahasinda olmak
harika bir duyguydu. Fred ve George'la yarisarak stadyumu son hizla firdolayi döndü.
Köseden hizla savrulurlarken, Fred, "O garip klik sesi de ne?" diye sordu.
Harry tribüne bakti. Colin en yukaridaki yerlerden birine oturmus, fotograf makinesini kaldirmis, art arda
fotograf çekiyordu. Makinenin sesi issiz stadyumda garip sekilde birkaç kati büyüyordu.
Tiz bir sesle, "Buraya bak, Harry! Buraya bak!" diye feryat etti.
"O da kim?" dedi Fred.
Harry, "Hiçbir fikrim yok," diye yalan söyledi. Ve hizini birden artirarak Colin'den mümkün oldugu kadar
uzaga gitti.
Wood onlara dogru havada siyrilip gelirken, "Neler oluyor?" dedi. "O birinci sinif ögrencisi niye fotograf
çekiyor? Hiç hosuma gitmedi bu. Yeni antrenman programimiz hakkinda bilgi almak isteyen bir Slytherin
casusu olabilir."
Harry hemen atildi: "O, Gryffindor'dan."
George da, "Ayrica Slytherin'lerin casusa ihtiyaci yok, Oliver," dedi.
Wood, huysuz huysuz, "Niye böyle söylüyorsun ki?" diye sordu.
George parmagiyla isaret etti: çünkü bizzat kendileri burdalar da ondan."
Yesil cüppeli insanlar sahaya dogru yürüyorlardi, ellerinde süpürgeler vardi.
Wood öfkesinden tislarcasina, "Inanmiyorum!" dedi. "Ben sahayi bugün için ayirtmistim! Simdi icabina
bakariz!"
Ok gibi asagi dogruldu, öfkelendigi için gereginden daha sert indi, birazcik sendeledi. Harry, Fred ve
George ardindan gittiler.
Wood, Slytherin kaptanina, "Flint!” diye gürledi. "Bu bizim antrenman saatimiz! Özel olarak geldik!
Simdi defolup gidebilirsiniz!"
Marcus Flint, Wood'dan da iriyariydi. Yüzünde ifritimsi bir kurnazlik ifadesiyle cevap verdi: “Hepimize
yetecek kadar yer var, Wood."
Angelina, Alicia ve Katie de gelmislerdi Yüzleri Gryffindorlara dönük, hepsinin suratinda alayci bir
siritmayla omuz omuza duran Slytherin takiminda ise kiz yoktu.
Wood, duydugu kizginlik yüzünden agzindan tükürükler saçarak, "Ama sahayi ben ayirttim!' dedi.
"Ayirttim diyorum sana!"
"Ah," dedi Flint, "ama benim elimde de Profesör Snape'in özel olarak imzaladigi bir not var. Ben,
Profesör S. Snape, yeni Arayicilarini çalistirma gereksinimi nedeniyle bugün Slytherin takimini Quidditch
sahasinda çalisma izni veriyorum."
Akli dagilan Wood, "Yeni Arayici'niz mi var?" diye sordu. "Nerde?"
Ve önlerindeki alti iriyari kisinin arkasinda bir yedinci göründü. Solgun, sivri yüzünü bastan basa kaplayan
övüngen gülümseyisle, daha küçük bir oglan: Draco Malfoy.
Fred, hosnutsuzlukla Malfoy'u süzerek, "Sen Lucius Malfoy'un oglu degil misin?" dedi.
Flint, "Draco'nun babasindan söz etmen ne garip," dedi. Bu arada, Slytherin takimi elemanlarinin
yüzündeki siritis daha da genislemisti. "Dur, sana onun Slytherin takimina verdigi cömert armagani
göstereyim."
Yedisi birden süpürgelerinin sopalarim uzattilar. Erken sabah günesinde Gryffindor oyuncularinin
burunlari dibinde yedi tane piril piril cilalanmis, yepyeni sap ve yedi takim ince altin yazi belirdi: "Nimbus
Iki Bin Bir"
Rint kayitsizca kendi süpürge sopasinin ucundan bir toz zerresini süpürerek, "En son model," diye ekledi.
"Geçen ay çikti. Sanirim Nimbus Iki Bin dizisinden çok daha iyi. Eski Tertemiz'lere gelince," Tertemiz Bes
süpürgelerine siki bikiya sarilmis Fred ve George'a pis pis güldü, "onlarla yerleri süpürür."
Gryffindor takimindan hiç kimse o anda söylenecek bir sey bulamadi. Malfoy öyle bir tebessüm ediyordu
ki, soguk gözleri birer çizgi halini almisti.
"Bak sen," dedi Hint, "saha ihlali."
Ron ve Hermione neler oldugunu anlamak için çimenligi geçiyorlardi.
Ron, "Neler oluyor?" diye sordu Harry'ye. "Neden oynaniyorsunuz? Ya o burda ne yapiyor?”
Malfoy'a bakarak, Slytherin Quiddilch cüppesine bir anam vermeye çalisiyordu.
Malfoy, kendinden memnun bir edayla, "Ben yeni Slytherin Arayici'siyim, Weasley," dedi. "Herkes de
babamin takimimiza aldigi süpürgelere hayran hayran bakmakla mesguldü."
Ron önündeki yedi müthis süpürgeye agzi açik bakakaldi.
Malfoy sakin sakin, "Güzel, degil mi?" dedi. "Ama belki artik Gryffindor takiminin da biraz altin bulup
yeni süpürge almasi gerekebilir. O Tertemiz Bes'leri piyangoya koyabilirsiniz. Müzelerin ilgisini çeker
belki."
Slytherin takimi ulur gibi güldü.
Hermione, sert sert, "Hiç degilse," dedi, "Gryffindor takimindakilerin hiçbiri takima girmek için rüsvet
vermek zorunda kalmadi. Onlar, sadece yetenekleriyle takima seçildi."
MaIfoy'un yüzündeki kendinden memnun ifade bir anda silindi.
ru kürürcesine, "Kimse senin fikrini sormadi, seni pis küçük Bulanik," dedi.
Harry hemen Malfoy'un çok kötü bir sey söyledigini anladi, çünkü bu laf agzindan çikar çikmaz bir
kiyamettir koptu. Flint, Fred'le George'un onun üstüne atlamamalari için Malfoy'a siper olmak zorunda
kaldi. Alicia, "Ne cüretle!" diye haykirdi. Ron, elini cüppesinin içine sokup asasini çikardi ve, "Bunun
hesabini vereceksin, Malfoy!" diye bagirarak Flint'in kolunun altindan asasini büyük bir öfkeyle Malfoy'un
yüzüne dogru uzatti.
Stadyumda büyük bir patlama sesi duyuldu, Ron'un asasinin ters tarafindan yesil bir isik fiskirdi, midesine
vurdu ve onu siitüstü çimenlere yuvarladi.
Hermione tiz bir sesle, "Ron! Ron! Iyisin ya?" diye bagirdi.
Ron konusmak için agzini açti, ama agzindan tek kelime çikmadi. Onun yerine gürültüyle gegirdi,
kucagina birkaç sümüklüböcek düstü.
Slytherin takimina gülmekten felç gelmisti sanki. Hint iki büklüm olmus, düsmemek için yeni süpürgesine
dayaniyordu. Malfoy dört ayak üstü yere kapanmisti, yumruguyla topragi dövüyordu. Gryffindor takimi
ise, gegirdikçe kocaman, piril piril sümüklüböcekler çikaran Ron'un çevresine toplanmisti. Kimse ona
dokunmak istemiyordu.
Harry, Hermione'ye, "En iyisi onu Hagrid'e götürelim, en yakin orasi," dedi. Hermione cesurca basini
salladi ve ikisi Ron'u kollarindan tutup ayaga kaldirdilar.
"Ne oldu, Harry? Ne oldu? Hasta mi? Ama sen onu iyilestirebilirsin, degil mi?" Colin yerinden kalkip
kosmustu, simdi de, sahadan ayrilirlarken yanlari siradans edercesine yürüyordu. Ron derin derin içini
çekti, önünden asagi daha fazla sümüklüböcek yuvarlandi.
Büyülenmis gibi bakan Colin, "Vaay!" dedi ve fotograf makinesini kaldirdi. "Onu kipirdatmadan tutabilir
misin, Harry?"
Harry kizginlikla, "Çekil yolumdan, Colin!" dedi. Hermione'yle ikisi Ron'a destek olarak onu stadyumdan
çikardilar, Orman'in kiyisina dogru okul arazisinden geçtiler.
Bekçinin kulübesi görününce, "Geldik sayilir, Ron," dedi Hermione. "Bir dakikada hiçbir seyin kalmaz...
neredeyse ordayiz..."
Hagrid'in evine varmalarina alti yedi metre kalmisti ki, ön kapi açildi. Ama disari çikan Hdgrid degildi.
Bugün en uçugundan leylak rengi cüppe giymis olan Gilderoy Lockhart'ti.
"Çabuk, suraya saklanin," diye fisildadi Harry, Ron'u yakinlardaki bir çalinin ardina çekerek. Biraz
gönülsüz olsa da, Hermione de onlari izledi.
Lockhart, Hagrid'e yüksek sesle, "Ne yaptigini bilirsen, çok basit!" diyordu. "Yardim gerekirse, nerede
oldugumu biliyorsun! Sana kitabimdan bir tane verecegim - simdiye kadar almamis olmana sasirdim. Bu
gece bir tane imzalar, yollarim. Hadi bakalim, hosça kal!" Ve uzun adimlariyla satoya dogru yürüdü.
Harry, o gözden kaybolana kadar bekledi, sonra Ron'u çaliligin arkasindan çekip Hagrid'in ön kapisina
götürdü. Telasla kapiyi çaldilar.
Hagrid hemen geldi, pek suratsizdi. Ama kimlerin geldigini görünce yüzü aydinlandi.
"Ne zaman geleceksiniz diye merak ediyordum -gelin, gelin içeri. Ben de Profesör Lockhart geri döndü
sandim."
Harry ve Hermione, Ron'u esikten içeri, tek odali kulübeye geçirdiler. Bir kösede kocaman bir yatak
vardi, ötekinde bir ates neseli neseli çatirdiyordu. Harry, Ron'u bir iskemleye oturturken durumu çabucak
açikladi, ama Hagrid hiç de kaygilanmis görünmedi.
Güler yüzle, "Girecegine çiksin daha iyi," dedi, onun önüne büyük bakir bir legen çekti. "Hepsini çikar
bakalim, Ron."
Hermione, legenin üzerine egilen Ron'a endiseyle bakarak, "Sanirim durmasini beklemekten baska çare
yok," dedi. "Bu lanetin tutmasi en iyi kosullarda bile zordur, ama kirik bir asayla olunca..."
Hagrid hamarat hamarat dolasip onlara çay yapiyordu. Zagan Fang, Harry'yi salyalara bogmakla
mesguldü.
Harry, Fang'in kulaklarini kasiyarak, "Lockhart senden ne istiyordu, Hagrid?" diye sordu.
"Bana kuyudan varek çikarma nasihati veriyordu," diye homurdandi Hagrid. Iyice firçalanmis masasinin
üstündeki yarisi yolunmus horozu kaldirdi, çaydanligi koydu. "Sanki bilmezmisim gibi. Kovaladigi bir
Ölüm Perisi'ni anlatip duruyor. Tek kelimesi dogruysa, çaydanligimi yerim."
Hagrid'in bir Hogwarts hocasini elestirmesi ondan öyle beklenmez bir seydi ki, Harry saskinlikla
bakakaldi. Ancak Hermione, her zamankinden daha tiz bir sesle, "Bence biraz haksizlik ediyorsun," dedi.
"Profesör Dumbledore onun bu is için en iyi adam oldugunu düsündü besbelli..."
"En iyi degil, tek adam," diye cevap verdi Hagrid. Onlara bir tabak melas sekerlemesi ikram etti. Ron ise
legenine dogru ögürüp duruyordu. "Tek derken ciddiyim. Karanlik Sanatlar dersi için birini bulmak gitgide
zorlasiyor. Anliyorsunuz ya, insanlar bu ise girmeye pek hevesli degil. Ugursuz oldugunu düsünmeye
basladilar. Bir süredir pek fazla dayanan çikmadi. Söyleyin bakalim," dedi Hagrid, basiyla Ron'u isaret
ederek, "kimi lanetlemeye çalisiyordu?"
"Malfoy, Hermione'ye bir sey dedi. Çok kötü bir sey olmali, çünkü herkesin akli basindan gitti."
Ron, solgun ve ter içinde, masanin üstünden göründü. Boguk bir sesle, "Kötüydü ama," dedi. "Malfoy
ona 'Bulanik' dedi, Hagrid -"
Yeni bir sümüklüböcek dalgasi görününce yeniden basini egip kayboldu. Hagrid fena halde kizmis
görünüyordu.
Hermione'ye dönüp hirlarcasina, "Diyemez!" dedi.
"Dedi iste. Ama ben de ne anlama geldigini bilmiyorum. Çok kaba bir sey oldugunu biliyorum, tabii..."
Ron, yeniden kafasini kaldirip, "Yapabilecegi en büyük hakaretti," diye uludu. "Bulanik, dogustan Muggle
olan -yani sihirle ilgisi olmayan anne babadan biri için kullanilan bir isim, sahiden pis bir sey. Bazi
büyücüler -Malfoy'un ailesi gibi- insanlarin safkan dedigi sey olduklari için herkesten iyi olduklarini
saniyorlar." Küçük bir gegirti çikardi, bir tanecik sümüklüböcek önüne tuttugu eline düstü. Onu legene
atip devam etti: "Yani, geri kalanlarimiz bunun hiçbir sey ifade etmedigini biliyor. Neville Longbottom'a
baksaniza safkan ama bir kazani yerine oturtmaktan aciz."
Hagrid gururla, "Üstelik de kimse Hermione'mizin yapamayacagi bir büyü icat etmedi daha," dedi.
Hermione parlak morumsu kirmizi renge büründü.
Ron, titreyen eliyle ter içindeki alnini sildi. "Birine bunu söylemek, igrenç. Kirli kan, anliyorsunuz ya.
Siradan kan. Çilginlik bu. Zaten bugünlerde büyücülerin çogu yarim kan. Muggle'larla evlenmesek
soyumuz kururdu."
Gene gegirdi ve gözden kayboldu.
Hagrid, legene çarpan sümüklüböceklerin takirtisini bastiran bir sesle, "Eh, onu lanetlemeye çalistigin için
sana kabahat bulmuyorum, Ron," dedi. "Ama belki de asanin ters teptigi isabet olmustur. Bence oglunu
lanetlemis olsan Lucius Malfoy dosdogru okula gelirdi. Hiç degilse basin belaya girmemis."
Harry, agzindan sümüklüböcekler bosalmasindan daha büyük belanin ne olacagini soracakti, ama
soramadi. Hagrid'in melas sekerlemesi çenelerini birbirine yapistirmisti.
Hagrid, birden aklina bir sey gelmis gibi, "Harry," dedi, "sana da sorulacak hesabim var. Duydum ki,
imzali fotograflar dagitiyormussun. Niye bende yok?"
Akli basindan giden Harry, dislerini zorlayarak açti.
Hiddetle, "Imzali fotograf falan dagitmiyorum ben," dedi. "Eger Lockhart hâlâ bunu söylüyorsa -"
Derken, Hagrid'in güldügünü gördü.
Hagrid güler yüzle Harry'nin sirtina vurup onu yüzüstü masaya çakarak, "Saka ediyordum," dedi.
"Aslinda yapmadigini biliyorum. Lockhart'a buna ihtiyacin olmadigini söyledim. Hiç çaba harcamadan
ondan meshur oldugunu söyledim."
Harry dogrulup çenesini ovusturarak, "Bahse girerim bundan hiç hoslanmamistir," dedi.
Hagrid'in gözleri parladi. "Hoslandigim sanmam. Sonra da ona kitaplarindan hiçbirini okumadigimi
söyledim, gitmeye karar verdi. Melas sekerlemesi ister misin, Ron?" diye sordu, yeniden ortaya çikan
Ron'a.
"Yok, sagol," dedi Ron, halsiz halsiz. "Riske girmesem iyi olur."
Harry ile Hermione çaylarini bitirince de Hagrid, "Gelin," dedi, "bakin ne yetistiriyorum ben."
Hagrid'in evinin arkasindaki küçük sebze tarhinda bir düzine balkabagi vardi. Harry'nin o güne kadar
gördügü en büyük balkabaklari. Her biri, iri bir kaya boyundaydi.
Hagrid, hayatindan memnun bir edayla, "Durumlari iyi, degil mi?" dedi. "Cadilar Bayrami söleni için... o
vakte kadar yeterince büyümüs olurlar."
Harry, "Neyle büyüttün onlari?" diye sordu.
Hagrid, yalniz olup olmadiklarini kontrol etmek için omzunun üstünden geriye bakti.
"Eh, onlara - anlarsin - birazcik yardim ettim."
Harry, Hagrid'in çiçekli pembe semsiyesinin kulübenin arka duvarina dayali oldugunu gördü. Daha önce
de bu semsiyeyi göründügünden farkli bir sey sanmasina yol açacak seyler olmustu. Aslinda, Hagrid'in
eski okul asasinin bunun içinde sakli oldugu yolunda güçlü bir kuskusu vardi. Hagrid'in sihirden
yararlanmamasi gerekiyordu. Üçüncü siniftayken Hogwarts'tan atilmisti, ama Harry niye oldugunu
ögrenememisti bir türlü -bu konu açilir açilmaz Hagrid'in yüksek sesle bogazini temizleyecegi tutar ve
konu kapatilana kadar esrarengiz bir sekilde sagir kalirdi.
"Bir Büyütme Büyüsü, sanirim," dedi Hermione. Hem onaylamaz, hem de eglenir gibi bir hali vardi. "Eh,
dogrusu iyi is yapmissin."
Hagrid, Ron'a dogru basini sallayarak, "Küçük kiz kardesin de böyle söylüyordu," dedi. "Daha dün
gördüm onu." Hagrid, sakalini oynatarak yan yan Harrye bakti. "Okul arazisini dolasiyormus, öyle dedi,
ama bana kalirsa evimde birine rastlamayi umuyordu." Harry'ye göz kirpti. "Bana sorarsan o da hayir
demezdi, yani imzali bir..."
"Kes sesini," dedi Harry. Ron bir kahkaha patlatti, yer sümüklüböcek içinde kaldi.
Hagrid, "Dikkat et!" diye bagirarak, Ron'u kiymetli balkabaklarinin uzagina çekti.
Yemek vakti neredeyse gelmisti, Harry ise safaktan beri sadece birazcik melas sekerlemesi atmisti
agzina. Yemek yemek için okula gitmek istiyordu. Hagrid'le vedalasip yukari, satoya dogru yürüdüler.
Ron arada bir hiçkiriyordu, ama sadece iki pek küçük sümüklüböcek çikartti.
Serin Giris Salonu'na henüz adim atmislardi ki, bir sos duyuldu: "Iste oradasiniz, Potter, Weasley."
Profesör McGonagall hasin bir edayla onlara dogru yürüyordu. "Ikiniz de cezalarinizi bu aksam
çekeceksiniz."
Ron endise içinde gegirmesini engelleyerek, "Ne yapacagiz, Profesör?" diye sordu.
"Sen, Mr Filch'le birlikte ödül odasindaki gümüsleri parlatacaksin. Sihir falan istemem, Weasley - alninin
teriyle."
Ron yutkundu. Okulun hademesi Argus Filch'ten bütün ögrenciler nefret ederdi.
"Ve sen, Potter, Profesör Lockhart'in, hayranlarinin mektuplarina cevap vermesine yardimci olacaksin."
Harry umutsuzluk içinde, "Ah hayir!" dedi. "Ben de gidip ödül odasinda çalisamaz miyim?"
Profesör McGonagall kaslarini kaldirarak, "Elbette hayir," dedi. "Profesör Lockhart özellikle seni istedi.
Tam saat sekizde, ikinize de söylüyorum."
Harry ve Ron, derin üzüntüler içinde yorgun argin Büyük Salon'a yürüdüler. Hermione, yüzünde bir
eh-siz-de-okulun-kurallarina-karsi-geldiniz-ama. bakisiyla arkalarindan geliyordu. Harry etli böreginden
sandigi kadar hoslanmadi. O da, Ron da, esas zor cezanin kendisininki oldugunu düsünüyordu.
Ron, dertli dertli, "Filch beni bütün gece orada tuta-çak," dedi. "Sihir yok ha! O odada yüz kupa olmali.
Ben Muggle usulü temizlikten anlamam ki."
Harry, aci aci, "Istedigin an degisirim," diye cevap verdi. "Ben Dursley'lerin yaninda sik sik antrenman
yaptim. Lockhart hayranlarinin mektuplarina cevap vermek ha... o adam bir kâbus..."
Cumartesi ögleden sonrasi eriyip gitti sanki. Aradan hiç vakit geçmemis gibiydi ama, birden saat sekize
bes var oldu. Harry ikinci kat koridorunda ayaklarim sürüyerek Lockhart'in odasina dogru yola koyuldu.
Dislerini sikip kapiyi çaldi.
Kapi hemen açildi. Lockhart tebessümler içinde asagi, ona bakti.
"Ah, iste haylaz geldi," dedi. "Içeri gir, Harry, içeri gir."
Birçok mumun isiginda duvarlarda Lockhart'in sayisiz çerçeveli fotografi piril piril parliyordu. Hatta
birkaç tanesini imzalamisti bile. Masasinin üzerinde de büyük bir yigin duruyordu.
Lockhart, Harry'ye, sanki bu büyük bir lütufmus gibi, "O zarflarin adreslerini yazabilirsin!" dedi. "Birincisi,
Gladys Gudgeon'a, Tanri onu korusun - muazzam bir hayranimdir."
Dakikalar salyangoz gibi geçti. Harry birakti, Lockhart'in sesi dalga gibi asip üstünden geçsin. Arada bir,
"Himmm", "Dogru" ve "Evet" dedi, o kadar. Bazer. de kulagina söyle cümleler çaliniyordu: "Ün, gelgeç
gönüllü bir dosttur, Harry" ya da "Söhretin sagi solu belli olmaz, unutma bunu."
Mumlar yanip küçüldü, isigin, Harry'yi gözleyen hareketli Lockhart yüzleri üzerinde dans etmesine yol
açtilar. Harry yorgun elini ona bininci zarfmis gibi gelen zarfin üzerinde gezdirip, Veronica Smethley'nin
adresini yazdi. Artik gitme vakti yaklasmis olmali, diye düsündü perisan halde, n'olur gitme vakti
yaklasmis olsun...
Ve birden bir sey duydu - ölen mumlarin damlamasindan ve Lockhart'in hayranlari hakkindaki
gevezeliginden farkli bir sey.
Bir sesti, insanin iligini kemigini donduran bir ses. Soluk kesici, buz gibi soguk bir zehir içeren bir ses.
"Gel... gel bana... deseyim seni... parçalayayim seni... öldüreyim seni..."
Harry havaya kadar siçradi, Veronica Smethley'nin sokaginin adinin üstünde leylak rengi büyük bir leke
peydahlandi.
"Ne?" dedi yüksek sesle.
"Biliyorum!" dedi Lockhart. "En iyi satanlar listesinin tepesinde tam alti ay! Bütün rekorlari kirdi!" Harry
çildirmis gibi, "Hayir," diyebildi. "O ses!" "Efendim?" Lockhart, sasirmis görünüyordu. "Ne sesi?”
“O ses dedi ki - duymadiniz mi?" Lockhart büyük bir hayretle Harry'ye bakiyordu. "Ne diyorsun sen,
Harry? Belki de uykun geldi, ha? Vay canina - su saate bak! Hemen hemen dört saat olmus! Buna
dünyada inanmazdim - zaman uçtu gitti, degil mi?"
Harry cevap vermedi. Sesi yeniden duymak için kulaklarini dört açmisti, ama Lockhart'in, her ceza
aldiginda böyle bir ikram beklememesi gerektigini söyleyen sesinden baska ses yoktu. Kendini iyice
afallamis hisseden Harry odadan çikti.
Saat o kadar geç olmustu ki, Gryffindor ortak salonu neredeyse bosalmisti. Harry dosdogru yatakhaneye
gitti. Ron henüz gelmemisti. Pijamalarini giydi, yataga yatti ve bekledi. Yarim saat sonra sag kolunu
ovalayan Ron geldi, kararmis odaya agir bir cila kokusu da tasimisti.
Yataga çökerek, "Kaslarimin hepsi tutuldu," diye inledi. "Tatmin olana kadar tam on dört kere o
Quidditch Kupasi'ni bana parlattirdi. Sonra bir sümüklüböcek saldirisina daha ugradim, hem de Okula
Hizmetler Özel Ödülü'nün üstüne bosaldi. Sümüklerini silmek asirlar aldi... Lockhart nasil gitti?"
Neville, Dean ve Seamus'i uyandirmak istemeyen Harry, yavas sesle Ron'a tami tamina neler duydugunu
söyledi.
Ron, "Ve Lockhart duymadigini söyledi, öyle mi?" diye sordu. Harry ay isiginda onun kaslarini çattigini
görebiliyordu. "Yalan mi söylüyordu dersin? Ama anlamiyorum - görünmez olan biri bile kapiyi açmak
zorunda kalirdi."
"Biliyorum," dedi Harry, dört direkli yatagina yaslanip tepesindeki tenteye bakarak. "Ben de
anlamiyorum."
SEKIZINCI BOLUM
Ölüm Günü Partisi
Ekim ayi geldi, okul arazisiyle satonun üzerini nemli bir sogukla örttü. Ögretmenler ve ögrenciler
arasindaki ani bir soguk alginligi salgini }tizünden Yönetici Madam Pomfrey'in isi basindan as çindi.
Yaptigi Biberli Iksir hemen etkisini gösteriyordu, ama iksiri içen kisi ondan sonra saatlerce kulaklarindan
dumanlar çikarak dolasiyordu. Percy, halsiz görünen Ginny Weasley'yi bu iksirden almaya zorlamisti.
Capcanli kizil saçlarinin altindan yükselen buhar, bütün kafasinin alev aldigi izlenimini uyandiriyordu.
Günlerce sato pencerelerinde kursun büyüklügünde yagmur damlalari trampet çaldi. Gölün su dikeyi
yükseldi, çiçek tarhlari çamurlu derelere döndü, Hagid'in balkabaklari sisti, bahçedeki sundurmalarla ayni
boya geldiler. Ne var ki Oliver Wood'un düzenli antrenman yapma konusundaki coskusu azalmamisti.
Iste Harrynin Cadilar Bayramindan birkaç gün önceki firtinali bir cumartesi ögleden sonrasi, sirilsiklam
islanmis ve her tarafi çamur içinde Gryffindor Kulesi'ne dönmesinin nedeni de buydu.
Yagmur ve rüzgâr hesaba katilmasa bile, mutlu bir antrenman sayilmazdi. Sytherin takimini izleyerek
casusluk yapan Fred ve George, yeni Nimbus Iki Bin Bir süpürgelerin hizini gözleriyle görmüslerdi.
Slytherin takiminin havada jet gibi uçan yedi yesilimsi lekeden baska bir sey olmadigini söylediler.
Harry issiz koridorda sap sup yürürken kendisi kadar dalgin görünen birine rastladi. Gryffindor Kulesi'nin
hayaleti Neredeyse Kafasiz Nick, mutsuzluk içinde bir pencereden disari bakarak kendi kendine
söyleniyordu. "... istenilen özelliklere uymuyormus... bir santimcik daha olaydi..."
"Selam, Nick," dedi Harry.
Irkilip geri dönen Nere'deyse Kafasiz Nick, "Selam, selam," dedi. Uzun dalgali saçlarina fiyakali, tüylü
bir sapka takmisti, sert ve yuvarlak yakasi olan bir tunik giymisti. Böylece neredeyle yerinden kopmus
olan boynunu gözlerden uzak tutuyordu. Sis kadar solgundu ve Harry onun içinden öbür tarafi, disaridaki
karanlik gökyüzünü ve sel halinde bosanan yagmuru görebiliyordu.
"Canin sikkin görünüyor, genç Potter," dedi Nick, konusurken seffaf bir mektubu katlayip yeleginin
cebine koyarak.
"Senin de."
"Ah," Neredeyse Kafasiz Nick zarif bir edayla elini salladi, "önemli bir sorun degil.. Aslinda gerçekten
katilmayi da istiyor degilim... basvurayim dedim ama, besbelli “Istenilen özelliklere uymuyormusum."
Aldirmaz havasina ragmen, yüzünde çok aci bir ifade vardi.
Birden, "Ama sanirsin ki..." diye patladi, mektubu yeniden yerinden çikartarak, "boynuna kör bir baltayla
kirk bes kere vurulmasinin Kafasizlar Avi'na katilacak bir özellik sagladigini sanirsin, degil mi?"
"Ah - evet," dedi Harry. Besbelli onaylamasi gerekiyordu.
"Yani, bu isin çabucak ve tertemiz olmasini kimse benden fazla isteyemez. Keske öyle olsa, kafam da
dogru dürüst kopsaymis. Yani, böylece hem aci çekmekten kurtulurdum, hem de herkesin alayindan. Ne
var ki..." Neredeyse Kafasiz Nick mektubu silkeleyerek açti ve hiddetle okudu.
"Biz yalnizca kafalari bedenlerinden ayrilmis avcilari kabul edebiliyoruz. Aksi halde üyelerin At Sirtinda
Kafa Atip Tutmak ve Kafa Polosu gibi av etkinliklerine katilmalarinin imkânsiz olacagini siz de takdir
edersiniz. Bu yüzden de, büyük bir üzüntüyle, istenilen özelliklere uymadiginizi size bildirmek
durumundayim. En iyi dileklerimle, Sir Patrick Delaney Podmore."
Neredeyse Kafasiz Nick öfkeden köpürerek mektubu cebine tikistirdi.
"Kafami sadece bir santim deriyle bir parça kas yerinde tutuyor, Harry! Çogu kisi bunu pekâlâ da
kafasiz sayar ama hayir, Sir Kafasi Usulünce Koparilmis Podmore'a bu yetmiyor."
Neredeyse Kafasiz Nick derin derin birkaç kez nefes aldi, sonra daha sakin bir sesle, "Evet," dedi, "seni
rahatsiz eden sey neymis bakalim? Elimden bir sey gelir mi?"
"Hayir. Tabii nereden yedi tane bedava Nimbus Iki Bin Bir bulacagimizi biliyorsaniz, o baska. Slyth..."
Harry'nin cümlesinin geri kalani, ayak bilekleri hizasindan gelen tiz mi tiz bir miyavlamada kayboldu gitti.
Gözlerini asagi çevirince kendini bir çift lamba misali sari göze bakarken buldu. Mrs Norris'ti, hademe
Argus Filch'in, ögrencilere karsi sonu gelmez savasinda vekili olarak kullandigi bir deri bir kemik gri kedi.
Nick hemen, "Burdan gitsen iyi olur, Harry," dedi. "Filch iyi bir gününde degil. Grip olmus, üçüncü
siniftan birileri de kazayla bes numarali mahzenin tavanina kurbaga beyni sivamis. Bütün sabah onu
temizledi ve simdi de seni burada her yana çamur saçarken görürse..."
"Tamam,' dedi Harry, gerileyip Mrs Norris'in suçlayici bakicindan uzaklasmaya çalisti, ama yeterince hizli
davranamamisti. Onu igrenç kedisine bagliyora benzeyen esrarengiz bir güçle o noktaya çekilen Argus
Filch, Harry'nin sag tarafindaki bir duvar örtüsünün içinden aniden belirdi. Deli gibi, kurallari ihlal eden
kisiyi ariyordu. Basina kalin bir ekose esarp sarmisti, burnu ise her zamankinden daha da mordu.
"Pislik!" diye haykirdi. Harry'nin Quidditch cüppesinden damlamis çamurlu gölcüge isaret ederken çenesi
titriyordu, gözleri korku verecek sekilde yerinden ugramisti. "Her yer karman çorman, her yer les gibi!
Artik yeter, yeter diyorum! Arkamdan gel, Potter!"
Harry'cik, Neredeyle Kafasiz Nick'e umutsuzca el sallyarak Filch'in ardindan asagi indi. Böylece de
yerdeki çamurlu ayak izi sayisini iki katina çikardi.
Harry daha önce Filch'in odasina hiç girmemisti. Burasi, çogu ögrencinin girmekten kaçindigi bir yerdi.
Oda pis ve kasvetliydi, penceresizdi, alçak tavandan sarkan tek bir petrol lambasiyla aydinlaniyordu Içeri
hatif bir balik tava kokusu sinmis gibiydi. Duvarlarin önünde tahta dosya dolaplari vardi. Harry,
üstlerindeki etiketlerden, onlarin Filch'in simdiye kadar cezalandirmis oldugu her ögrenci hakkindaki
ayrintilari içerdiklerini anladi. Fred ve George'un kendilerine ait koca bir çekmeceleri vardi. Filch'in
masasinin arkasindaki duvarda iyice parlatilmis bir zincir ve pranga koleksiyonu asiliydi. Onun, ögrencileri
bileklerinden tavana asmasina izin versin diye Dumbledore'a hep yalvardigini herkes bilirdi.
Filch, masasindaki tüy kutusundan bir tüy kalem yakaladi ve etrafta parsömen aranmaya basladi.
"Gübre," diye mirildandi öfkeyle, "dumani tüten ejderha pisligi... kur Daga beyni... siçan bagirsagi... artik
yeter... ibret olsun diye... form nerde... evet..."
Masasinin çekmecesinden kocaman bir parsömen tomari çikardi, koca kara tüy kalemini mürekkep
hokkasina batirarak tomari önünde açti.
"Adi... Harry Potter. Suçu..."
"Bir parçacik çamur, hepsi o!" dedi Harry.
"Senin için bir parça çamur, beyim, ama benim için fazladan bir saat yerleri ovmak demek!" diye bagirdi
Filch. Siskin burnunun ucunda bir damla, hiç de hos olmayan bir sekilde titresiyordu. "Suçu... satoyu
kirletmek... verilen hüküm..."
Akan burnuna dokunan Filch, solugunu tutmus, hükmünün okunmasini bekleyen Harry'ye pis pis bakti.
Ama tam Filch tüy kalemini indirirken, odasinin tavaninda muazzam bir KÜT! sesi duyuldu, petrol
lambasi zangirdadi.
"PEEVES!" diye haykirdi Filch, bir öfke kriziyle tüy kalemini savurdu. "Bu sefer yaktim çirani, elimden
kurtulamazsin!"
 
 
Sitenin tek amacı kendim yükleyip kendim okumamdır. Hiçbir ticari vs. Amacım yoktur.
 
Bugün 14 ziyaretçi (20 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol