|
|
 |
"Çünkü Hermione hep öyle yapar," dedi Ron, omuz silkerek. "Süphede oldugunda, kitapliga git."
Harry kararsiz bir halde,ne yakalamaya çalisarak bekledi, ama arkasindaki büyük Salon'dan insanlar
çikmaya baslamisti. Yüksek sesle konusuyorlar, ön kapilardan çikip Quidditch sahasina dogru
ilerliyorlardi.
"Haydi, yürü," dedi Ron. "Saat on bir, maç baslayacak."
Harry, Gryffindor Kulesi'ne firladi, Nimbus Iki Bin'ini aldi ve okul arazisinden geçmekte olan kalabaliga
katildi. Ama akli hâlâ satoda, bedensiz sesteydi ve soyunma odasinda parlak kirmizi cüppesini giyerken
içini rahatlatan tek sey, herkesin maçi seyretmek için disarida olmasiydi.
Takimlar sahaya çiktiginda büyük bir alkis koptu. Oliver Wood kale direklerinin etrafinda bir isinma
uçusuna çikti, Madam Hooch toplari serbest birakti. Kanarya sarisiyla sahaya çikan Hufflepufflar ise bir
yumak olmus, taktiklerini son kez gözden geçiriyorlardi.
Harry tamsüpürgesine biniyorduki,Profesör McGonagall yari yürür yari kosar halde sahaya çikti. Elinde
koca bir megafon vardi. Harry'nin yüregi daraldi.
Profesör McGonagall megafonu agzina götürüp, tiklim tiklim stadyuma, "Maç iptal edilmistir," diye
seslendi. Yuhlar ve bagirislar yükseldi. Yikilmis görünen Oliver Wood, sahaya girdi ve süpürgesinden
inmeksizin Profesör McGonagall'in yanina kostu.
"Ama Profesör!" diye bagirdi. "Oynamak zorundayiz... Kupa... Gryffindor..."
Profesör McGonagall ona aldirmayarak megafondan seslenmeye devam etti: "Bütün ögrenciler binalarinin
ortak salonlarina gitsin, orada Bina Sorumlulari size gerekli bilgiyi verecek. Elinizi çabuk tutun, lütfen!"
Sonra megafonu indirip Harry'yi yanina çagirdi. "Potter, benimle gelsen iyi olur..." Harry bu sefer nasil
olup da Profesör'ün ondan süphelenmis olabilecegini merak ederken, Ron'un yakinip duran kalabaligin
arasindan siyrildigini gördü; onlar satoya dogru ilerlerken, Ron kosarak yanlarina geldi. Profesör
McGonagall, Harry'yi çok sasirtarak buna itiraz etmedi.
"Evet, belki sen de gelmelisin, Weasley." Etraflarindaki ögrenci yigininin bir kismi maçin iptal
edilmesinden dolayi homurdaniyor, digerleriyse endiseli görünüyordu. Harry ve Ron, Profesör
McGonagall'in pesi sira okula döndüler ve mermer merdivenleri çiktilar. Ama bu defa kimsenin odasina
götürülmüyorlardi.
Hastane kanadina yaklasirlarken, Profesör McGonagall sasirtici derecede yumusak bir sesle, "Bu sizi
biraz sarsabilir," dedi. "Yeni bir saldiri gerçeklesti... yeni bir çifte saldiri."
Harry'nin iç organlari sanki takla atmisti. Profesör McGonagall kapiyi açti, Harry ile Ron içeri girdi.
Madam Pomfrey uzun ve kivircik saçli, besinci sinif ödentisi bir kizin üzerine egilmisti. Harry kizi tanidi:
Yanlislikla Slytherin ortak salonuna nasil gideceklerini sorduklari Ravenclaw'du bu. Onun yanindaki
yataktaysa...
"Hermione!" diye inledi Ron.
Hermione kipirtisiz bir sekilde yatiyordu. Gözleri açik ve cam gibiydi.
"Kitapligin yakininda bulundular," dedi Profesör McGonagall. "Sanirim ikiniz de bunun hakkinda bir sey
söyleyecek durumda degilsiniz? Onlarin yaninda, yerde duruyordu..."
Elinde küçük, yuvarlak bir ayna vardi.
Harry ve Ron baslarini iki yana dogru salladilar. Ikisinin de gözleri Hermione'deydi.
"Sizinle Gryffindor Kulesi'ne geleyim," dedi Profesör McGonagall üzüntüyle. "Zaten ögrencilere duyuru
yapmam gerekecek."
"Bütün ögrenciler aksam saat altida binalarinin ortak salonlarina dönecek. Hiçbir ögrenci o saatten sonra
yatakhaneden ayrilmayacak. Her derse bir ögretmen esliginde gideceksiniz. Hiçbir ögrenci yaninda bir
ögretmen olmadan tuvalete gitmeyecek. Bundan sonraki bütün Quidditch antrenmanlari ve maçlari
ertelenmistir. Artik aksam etkinlikleri de yapilmayacak."
Ortak salon dolusmus olan Gryfindorlar Profesör McGonagall'i sessizce dinledi. Profesör, okudugu
parsömeni katladi ve boguk bir sesle devam etti: "Nadiren bu kadar üzüntülü oldugumu açiklamama
herhalde gerek yok. Bu saldirilarin arkasindaki suçlu yakalanana kadar okulun kapatilma ihtimali yüksek.
Bu konuda bir sey bildigini düsünen varsa, hemen öne çikmasini istiyorum."
Biraz zorlanarak portre deliginden tirmanip disari çikti, Gryffindor'lar o çikar çikmaz aralarinda
konusmaya basladilar.
Weasley ikizlerinin arkadasi Lee Jordan parmaklariyla sayarak, "Simdiye kadar iki Gryffindor -hem de
bir Gryffindor hayaletini hesaba katmadan-, bir Ravenclaw ve bir Hufflepuff etti," diye kükredi.
"Ögretmenlerden hiçbiri Slytherin'lere bir sey olmadigini fark etmedi mi? Bütün bunlarin Slytherin'den
kaynaklandigi açik degil mi? Slytherin'in vârisi, Slytherin canavari -niye bütün Slytherin'leri defetmiyorlar?"
Sözleri onaylamadir ve alkislarla karsilandi.
Porcy Weasley, Lee'nin arkasindaki bir sandalyede oturuyordu, ama bir fikir bildirmeye niyeti yok
gibiydi. Solgun görünüyordu.
George, "Percy sokta," dedi Harry'ye sessizce. "O Ravenclaw'lu kiz, yani Penelope Clearwater... bir
Sinif Baskani'ydi. Sanirim canavarin bir Sinif Baskani'na saldirmaya cüret edecegi hiç aklina gelmemisti."
Ama Harry yarim yamalak dinliyordu. Hastane yataginda tastan yapilmis gibi kaskati yatan Hermione'nin
görüntüsü gözünün önünden gitmiyordu. Üstelik suçlu bir an önce yakalanmazsa, Harry hayatinin geri
kalanini Dursley'lerin yaninda geçirecege benziyordu. Tom Riddle'in Hagrid'i ele vermesinin sebebi,
okulun kapanmasi halinde bir Muggle yetimhanesine gidecek olmasiydi. Simdi Harry onu çok iyi
anliyordu.
"Simdi ne yapacagiz?" diye sordu Ron sessizce. "Sence Hagrid'den süpheleniyorlar midir?"
Harry kararli bir sekilde, "Gidip onunla konusmamiz lazim," diye cevap verdi. "Bu sefer onun sorumlu
olduguna inanmiyorum, ama geçen sefer canavari o serbest biraktiysa, en azindan Sirlar Odasi'na nasil
girilecegini biliyordur. Bu da bir baslangiç."
"Ama McGonagall sinifta degilsek kulede kalmamiz gerektigini söylemisti -"
"Sanirim," dedi Harry sessizce, "babamin eski Pelerin'ini çikarmamizin vakti geldi gene."
Harry'ye babasindan bir tek sey miras kalmisti: uzun ve gümüsi Görünmezlik Pelerini. Bu pelerin kimseye
çaktirmadan okuldan disari çikip Hagrid'i ziyaret etme konusundaki tek sanslariydi. Her zamanki saatte
yataklanna yattilar; Neville, Dean ve Seamus Sirlar Odasi hakkindaki konusmalarini bitirip uyuyana kadar
beklediler, sonra da kalkip Pelerin', üstlerine geçirdiler. Satonun karanlik ve issiz koridorlanndaki
yolculuklari eglenceli degildi. Daha önce de gece vakti satoda defalarca dolasmis olan Harry, koridorlari
günbatimindan sonra hiç bu kadar kalabalik görmemisti. Ögretmenler, Sinif Baskanlan ve hayaletler
sürüler halinde koridorda volta atiyor, alisilmadik bir sey var mi diye etrafi kolluyorlardi. Görünmezlik
Pelerini ses çikarmalarini engellemiyordu, bu yüzden Snape’in nöbet tuttugu noktanin birkaç metre
ötesinde Ron ayak parmagini çarpinca epey gergin bir an yasadilar. Neyse ki tam da Ron'un lanet
okudugu anda Snape hapsirdi. Meseden yapilma ön kapilara ulasip disari çiktiklarinda çok rahatladilar.
Açik, bol yildizli bir geceydi. Hagrid'in evinin isikli pencerelerine dogru hizla yürümeye basladilar, Pelerin'i
ancak kapiya gelince çikardilar.
Vurali birkaç saniye olmustu ki, kapi hizla açildi ve Hagrid karsilarina dikildi. Onlara bir arbalet -Bir sap
üstüne oturtulmus ahsap ya da metal yaydan, zen bir tel yardimiyla ok firlatan silah. (Ed. n.)-
dogrultmustu, zagar Fang ise arkasinda deli gibi havliyordu.
Silahi indirip gözünü onlara dikerek, "Ha,” dedi. "Ne ariyorsunuz burada?"
Içeri girerlerken Harry arbaleti isaret ederek sordu:
"O niye?"
"Hiç... hiç," diye geveledi Hagrid. "Beni... önemli bir sey degil... Oturun... çay yapayim..."
Eli ayagina dolanmisti. Çaydanliktaki suyu atesin üzerine döktü, neredeyse söndürüyordu. Sonra da koca
eliyle sinirli bir sekilde çay demligi kirdi.
"Iyi misin, Hagrid?' diye sordu Harry. "Hermione'ye olanlari duydun mi?"
"Ha, evet, duydum," dedi Hagrid, biraz çatlak bir sesle.
Gergin bir sekilde pencerelere bakip duruyordu. Ikisine de büyük birer fincan kaynamis su koydu (içine
çay poseti koymayi untmustu). Sonra tabaga bir dilim meyveli kek koyuy ordu ki, biri kapiya sertçe
vurdu.
Hagrid meyveli keki düsürdü. Harry ve Ron panik içinde birbirlerine baktiklar, sonra, üstlerine
Görünmezlik Pelerini'ni geçirip bir köseye çekildiler. Hagrid saklandiklarindan emin olduktan sonra
arbaletini aldi ve bir kez daha kapisini açti.
"Iyi aksamlar, Hagrid."
Dumbledore'du. Içeri girdi, son derece ciddi görünüyordu. Arkasindan çok ciddi görünümlü biri daha
içeri girdi.
Yabanci, karmakarisik beyaz saçlan olan, kaygili bir ifade takinmis, kisa boylu ve tombalak bir adamdi.
Tuhaf ve karma bir kiyafeti vardi: ince çizgili bir takim elbise, parlak kirmizi bir kravat, siyah uzun bir
pelerin ve uçlari sivri mor çizmeler. Koltuk altinda limon yesili bir melon sapka tasiyordu.
"Babamin patronu!" dedi Ron heyecanla. "Cornelius Fudge, Sihir Bakani!"
Harry sussun diye Ron'a siki bir dirsek atti.
Hagrid'in beti benzi atmisti ve terliyordu. Sandalyelerinden birine yigildi ve bir Dumbledore'a, bir
Cornelius Fudge'a bakmaya basladi.
"Durum kötü, Hagrid," dedi Fudge, hizli ve sertçe. "Durum çok kötü. Gelmek zorunda kaldim. Muggle
çocuklarina yönelik dört saldiri. Biçak kemige dayandi. Bakanligin harekete geçmesi gerekiyor."
"Ben asla," dedi Hagrid, Dumbledore'a yakarircasina bakarak, "biliyorsunuz, Profesör Dumbledore,
efendim, ben asla..."
Dumbledore, Fudge'a kaslarini çatarak, "Cornelius, sunun anlasilmasini istiyorum ki, ben Hagrid'e tüm
kalbimle güveniyorum."
"Bak, Albus," dedi Fudge, rahatsiz bir sekilde. "Hagrid'in sabikasi var. Bakanlik bir seyler yapmak
zorunda - okul yönetim kurulu temasa geçti."
"Gene de, Cornelius, Hagrid'i götürmenin duruma en ufak bir faydasi bile olmayacak," dedi Dumbledore.
Gözleri Harry'nin daha önce hiç görmedigi bir alevle parliyordu.
"Meseleye bir de benim açimdan bak," dedi Fudge. Bir taraftan da melon sapkasiyla oynuyordu. "Büyük
baski altindayim. Bir seyler yaptigimi görmeleri gerekiyor. Eger sorumlunun Hagrid olmadigi ortaya
çikarsa, geri dönecek ve tek kelime bile edilmeyecek. Ama onu götürmek zorundayim. Zorunluyum buna.
Görevim geregi..."
"Beni götürmek mi?" dedi Hagrid. Titriyordu. "Nereye götürmek?"
Fudge, gözlerini Hagrid'inkilerden kaçirarak, "Sadece kisa bir süre için," dedi. "Bu, ceza degil, Hagrid,
daha çok bir önlem. Baska biri yakalanirsa saliverileceksin ve senden gereken sekilde özür dilenecek..."
"Azkaban'a degil, degil mi?" diye hiriltili bir sesle sordu Hagrid.
Daha Fudge cevap veremeden, kapi bir kez daha sertçe çalindi.
Kapiya Dumbledore bakti. Simdi dirsek yeme sirasi Harry'deydi, çünkü duyulabilecek biçimde nefesini
tutmustu.
Hagrid'in kulübesinden içeri Mr Lucius Malfoy girdi. Üzerinde uzun, siyah bir seyahat pelerini,
yüzündeyse soguk ve memnun bir gülümseme vardi. Fang hirlamaya basladi.
"Demek geldin, Fudge," dedi, onaylarcasma basini sallayarak. "Güzel, güzel..."
"Sen burada ne ariyorsun?" dedi Hagrid öfkeyle. "Çik evimden!"
"Azizim, inan ki keyfimden gelmedim evine... Tabii ki buna bir ev diyorsan," dedi Lucius Malfoy, pis pis
sj-ritip küçük kulübeye göz gezdirirken. "Okula baktim, bana Müdürün burada oldugu söylendi."
"Peki benden tam olarak ne isliyorsun, Lucius?" diye sordu Dumbledore. Kibarca konusuyordu, ama o
alev hâlâ gözlerindeydi.
"Çok üzücü bir durum, Dumbledore," dedi Mr Malfoy agir acir. Bir parsömen çikardi. "Ama yönetim
kurulu üyeleri artik çekilmen gerektigi görüsünde. Bu bir Uzaklastirma Emri - üzerinde on iki imzayi da
bulacaksin Korkarim senin artik becerini kaybetmeye basladigin görüsündeyiz. Simdiye kadar kaç saldiri
oldu? Tat ögleden sonra iki tane daha oldu, degil mi? Bu gidisle Hogwarts'ta hiç Muggîe çocugu
kalmayacak ve ruhimiz bunun okul nasil korkunç bir kayip olacagini biliyoruz."
nn, bak, iv , ' iedi l'. - telasla "Dumbledore' un uzaklastirilmasi... yo, yo... su an son düsünecegimiz sey..."
"Müdür'ün göreve atanmasi ya da görevden uzaklastirilmasi yönetim kurulu üyelerimizi ilgilendiren bir
mesele, Fudge," dedi Mr. Malfoy yumusak bir sesle. "Ve Dumbledore bu s; l iinl m durduramadigindan..."
"Bak, Lucius, eger Dumbledore durduramiyorsa -" dedi Fudge. Üst dudagi seyirtmeye baslamisti. "Yani
demek istedigim, o zaman kim durdurabilir ki?"
Mr Malfoy igrenç bir gülümsemeyle, "Bunu görecegiz," dedi. "Ama on ikimiz de oyumuzu..."
Hagrid ayaga firladi, salkim saçak siyah kafasi tamami siyirmisti.
"Peki kabul etmeleri için kaçini tehdit ettin, kaçina santaj yaptin, Malfoy? Ha?" diye kukredi.
"Ah, ah... Biliyor musun, bir gün bu sinirin basini belaya sokacak, Hagrid," dedi Mr Malfoy. "Sana
Azkaban gardiyanlarina da böyle bagirmamani tavsiye ediyorum. Bundan hiç hoslanmayacaklardir."
"Dumbledore'u uzaklastiramazsin!" diye bagirdi Hagrid, Fang'in sepetinde sinip inlemesine sebep olarak.
"Onu uzaklastir da Muggle çocuklarinin hiçbir sansi kalmasin! Bundan sonra ölümler baslasin!"
"Sakin ol, Hagrid," dedi Dumbledore sert bir sesle. Lucius Malfoy'a bakti.
"Eger yönetim kurulu üyeleri benim çikarilmami istiyorlarsa, Lucius, tabii ki çekilirim."
"Ama -" diye kekeledi Fudge.
"Hayir!" diye gürledi Hagrid.
Dumbledore parlak mavi gözlerini Lucius'un soguk gri gözlerine dikmisti.
"Gene de," dedi Dumbledore, herkes her sözcügü duyabilsin diye tane tane konusarak, "göreceksin ki,
ancak burada bana sadik kimse kalmadiginda bu okuldan gerçekten ayrilmisim demektir. Ayrica
göreceksin ki, Hogwarts'ta isteyen herkese yardim edilir."
Harry, Dumbledore'un gözlerinin bir anligina onun ve Ron'un saklandigi köseye dogru kaydigindan
neredeyse sezdi.
"Takdire sayan duygular," dedi Malfoy egilerek. "Hepimiz senin... ee, nasil desem... oldukça bireysel
yönetim üslubunu özleyecegiz, Albus. Ve arkandan gelen kisinin... ee... 'ölümleri' önleyecegini umuyoruz."
Kulübenin kapisina dogru yürüdü, kapiyi açti ve egilerek Dumbledore'u disari davet etti. Elini sapkasinda
gezdiren Fudge, Hagrid'in ondan önce çikmasini bekliyordu. Ama Hagrid yerinde kaldi, derin bir soluk
aldi ve dikkatli bir sekilde, "Eger birileri bir sey bulmak istiyorsa, bütün yapmalari gereken örümcekleri
takip etmek," dedi. "Örümcekler onlari dogru yere götürür! Tek söyleyecegim bu."
Fudge saskinlik içinde ona bakti.
"Tamam, geliyorum," dedi Hagrid, köstebek derisi paltosunu üzerine geçirerek. Ama tam Fudge'in
ardindan kapidan çikacakti ki, bir kez daha durup yüksek sesle devam etti: "Bir de birilerinin ben yokken
Fang'i beslemesi gerekecek."
Kapi kapaninca Ron Görünmezlik Pelerini'ni çikardi.
"Iste simdi basimiz dertte," dedi boguk bir sesle. "Artik Dumbledore yok. Bu gece okulu kapatsalar
yeridir. O yokken her gün bir saldiri olur."
Fang ulumaya, kapali kapiyi tirmalamaya koyuldu.
ON BESINCI BÖLÜM
Aragog
Satonun çevresindeki topraklara yaz çöküyordu. Hem gök, hem de göl Cezayir meneksesi bir maviye
dönmüs, seralarda lahana büyüklügünde çiçekler açmaya baslamisti. Ama Harry satonun penceresinden
bakip da ayaklarinin dibinde Fang'le dolasan Hagrid'i görmedikçe bu manzaradan keyif alamiyordu. Hatta
bu haliyle disarinin satonun içinden daha iyi olmadigi bile söylenebilirdi - ki satonun içinde de isler
yeterince kötüydü.
Harry ve Ron, Hermione'yi ziyaret etmeye çalismislardi, ama artik ziyaretçilerin hastane kanadina girmesi
yasaklanmisti.
Madam Pomfrey hastane kapisinin araligindan onlara, "Bundan böyle riziko almiyoruz," demisti. "Hayir,
kusura bakmayin ama saldirganin her an geri dönüp bu insanlarin isini bitirmesi mümkün..."
Dumbledore gittikten sonra korku daha önce olmadiginca yayginlasti. Öyle ki, sato duvarlarinin disini
isitan günes, tirizlerle ayrilmis pencerelerden içeri giremiyor gibiydi. Okulda endiseli ve gergin görünmeyen
tek bir surat bile yoktu. Koridorlarda yankilanan her kahkaha kulak tirmalayici ve anormal kaçiyor,
hemen bastiriliyordu.
Harry kendine sürekli Dumbledore'un son sözlerini tekrar ediyordu. "Ancak burada bana sadik kimse
kalmadiginda bu okuldan gerçekten ayrilmisim demektir... Hogwarts'ta isteyen herkese yardim edilir."
Ama bu sözlerin ne faydasi vardi? Herkes onlar kadar saskin ve korkmusken, tam olarak kimden yardim
isteyeceklerdi?
Hagrid'in örümcekler hakkindaki ipucunu anlamak çok daha kolaydi. Ancak sorun suydu ki, satoda
takip edilecek tek bir örümcek bile kalmamisti. Harry gittigi her yere bakiyor, Ron da (hayli isteksizce)
ona yardim ediyordu. Elbette artik satonun içinde kendi baslarina dolasmalarina izin verilmemesi ve diger
Gryffindor'larla sürü halinde dolasmak zorunda kalmalari islerini epey güçlestiriyordu. Diger ögrencilerin
çogu ögretmenlerin onlari siniftan sinifa gütmelerinden memnun görünüyordu, ama Harry bu durumu çok
sikici buluyordu.
Ancak birisi, bu dehset ve kusku atmosferinden son derece hosnut gibiydi. Draco Malfoy okulda
Ögrenciler Baskam seçilmis gibi bir havayla dolasiyordu. Harry onun neden bu kadar memnun oldugunu
anlamamisti. Ta ki, Dumbledore ve Hagrid'in gitmesinden bir gece sonraki Iksir dersinde Malfoy'un
arkasinda oturup, onun keyifli bir ses tonuyla Crabbe ve Göyle'a söylediklerini isitene kadar.
"Dumbledore'dan kurtulma isini babamin basaracagini hep düsünmüstüm zaten," dedi, alçak sesle
konusmaya gerek görmeyerek. "Size de söylemistim, babam Dumbledore'un bu okula gelmis en kötü
Müdür oldugunu düsünüyor. Belki simdi dogru dürüst bir Müdürümüz olur. Sirlar Odasi'nin kapali
tutulmasini istemeyecek biri. McGonagall fazla dayanmaz, o yalnizca idareten bu görevde..."
Snape, Hermione'nin bos sandalyesi ve kazani konusunda yorum yapmadan Harry'nin yanindan geçti.
"Efendim," dedi Malfoy yüksek sesle. "Efendim, niye Müdürlük için siz basvurmuyorsunuz?"
"Hadi, hadi, Malfoy," dedi Snape, ama yüzüne ufak bir gülümseme yerlesmesine engel olamamisti.
"Yönetim kurulu üyeleri Profesör Dumbledore'u sadece geçici olarak uzaklastirdi. Sanirim yakinda gene
bizimle olacagini söylemek yanlis olmaz."
"Ya, tabii," dedi Malfoy, muzaffer bir siritisla. "Bence bu is için basvursaniz, babamin oyunu alirdiniz. Ben
babama buradaki en iyi ögretmen oldugunuzu söylerim, efendim."
Snape pis pis siritarak zindanda gezindi, ama neyse ki kazanina kusma taklidi yapan Seamus Finnigan'i
görmedi.
"Simdiye kadar bütün Bulanik'larin pullarini pirtilarini toplamamis olmasina çok sasirdim," diye devam etti
Malfoy. "Bundan sonrakinin ölecegine bes Galleon'a iddiaya girerim. Ne yazik ki bu, Granger'in basina
gelmedi..."
Tam o anda zil çaldi. Bu sansli bir durumdu, çünkü Malfoy'un son sözleri üzerine Ron taburesinden
firlamisti, ama çantalarla kitaplari toplama telasi arasinda, onun Malfoy'a erisme çabalari fark edilmedi.
"Birakin beni," diye hirladi Ron. Harry ve Dean onu kollarindan tutuyordu. "Umrumda degil, asaya da
ihtiyacim yok, onu ellerimle öldürecegim -"
Snape sinifa, "Elinizi çabuk tutun, sizi Bitkibilim'e götürmem gerekiyor," diye bagirdi; timsah dizilisiyle
yola koyuldular. Harry, Ron ve Dean en arkadaydi, Ron hâlâ kurtulmaya çalisiyordu. Ancak Snape onlari
satonun disina kadar götürüp ayrildiginda ve sebze tarhini geçerek seralarin yolunu tuttuklarinda, onu
birakmanin güvenli olduguna karar verdiler.
Bitkibilim dersi çok durgundu; aralarinda iki kisi yoktu: Justin ve Hermione.
Profesör Sprout hepsine Habesistan Büzüsmüsinciri'ni budatmaya basladi. Harry gübre yigininin üstüne
bir kucak dolusu solmus sap koymaya gittiginde, kendini Ernie Macmillan'la yüz yüze buldu. Ernie derin
bir soluk aldi ve çok resmi bir biçimde konusmaya basladi: "Harry, senden süphelendigim için özür
dilemek istiyorum. Senin Hermione Granger'a asla saldirmayacagini biliyorum ve dediklerimin hepsinden
dolayi özür diliyorum. Simdi ayni saftayiz ve -"
Tombul elini uzatti, Harry bu eli sikti. Ernie ve arkadasi Hannah, Harry ve Ron'un yanina gelip onlarla
ayni Büzüsmüsincir üzerinde çalismaya basladilar.
Ernie ölmüs dallari kopararak, "O Draco Malfoy denen tip," dedi, "bütün bu olanlardan dolayi çok
memnun görünüyor, degil mi? Biliyor musunuz, bence Slytherin'in vârisi o olabilir."
"Ne kadar da akillisin," dedi Ron. Ernie'yi Harry kadar kolay affetmis görünmüyordu.
"Peki sen onun Malfoy olduguna inaniyor musun, Harry?" diye sordu Ernie.
"Hayir," dedi Harry. Bunu o kadar kesin bir sekilde söylemisti ki, Ernie ve Hannah ona gözlerini dikip
baktilar.
Bir saniye sonra Harry'nin gördügü sey, budama makasiyla Ron'un eline vurmasina sebep oldu.
"Ah! Ne yap -"
Harry bir iki metre ötesini, yeri isaret ediyordu. Çok sayida örümcek topragin üstünde kosusturuyorlardi.
"Ha, evet," dedi Ron, memnun görünmeye çalisip beceremeyerek. "Ama onlari su anda takip
edemeyiz..."
Ernie ve Hannah merakla kulak kabartmislardi.
Harry örümceklerin kaçisini izledi.
"Yasak Orman'a gidiyorlar galiba..."
Simdi Ron daha da mutsuz görünüyordu.
Dersin sonunda Profesör Snape sinifi Karanlik Sanatlara Karsi Savunma dersine götürdü. Harry ve Ron,
kimse kulak misafiri olmadan konusabilmek için epey arkadan geliyorlardi.
"Gene Görünmezlik Pelerini'ni kullanmak zorundayiz," dedi Harry. "Fang'i de yanimiza alabiliriz. Hagrid'le
birlikte Orman'a gitmeye alisik, yardimci olabilir."
"Evet," dedi Ron. Asasini endiseli bu sekilde parmaklarinin arasinda çeviriyordu. Lockhart'in siritarak her
zamanki gibi arka siralara ilerlerken, ”Orman'da kurtadamlar yok muydu?" diye sordu.
Bu soruyu cevaplamamayi tercih eden Harry, "Orada iyi seyler de var. Atadamlar iyidir, tek boynuzlu
atlar da öyle," dedi.
Ron daha önce hiç Yasak Orman'a gitmemisti. Harry bir kez gitmisti ve bir daha hiç gitmeyecegini
ummustu.
Lockhart hoplayarak sinifa girdi ve bütün ögrenciler gözlerini ona dikti. Bütün ögretmenler her
zamankinden daha tatsiz görünüyordu, ama Lockhart'in neseli oldugu rahatlikla söylenebilirdi.
"Haydi ama," diye seslendi etrafina bakarak. "Niye herkesin surati asik böyle?"
Herkes kizgin gözlerle birbirine bakti, ama kimse cevap vermedi.
"Farkinda degil misiniz," dedi Lockhart, sanki hepsi biraz geçi zekâliymis gibi agir agir konusarak.
"Tehlike geçti! Suçlu alinip götürüldü."
"Kim demis?" dedi Dean Thomas yüksek sesle.
"Delikanli, Sihir Bakani suçlulugundan yüzde yüz emin olmasa, Hagrid'i götürmezdi," dedi Lockhart. Ses
tonu, iki kere ikinin dört ettigini açiklayan birininki gibiydi.
"Hayir, götürürdü," dedi Ron, Dean'inkinden de yüksek sesle.
Lockhart kendinden memnun bir ses tonuyla, "Sanirim Hagrid'in tutuklanmasi hakkinda senden birazcik
daha fazla sey biliyorum, Mr Weasley," dedi.
Ron ayni fikirde olmadigini söyleyecekti ki, lafinin ortasinda Harry ona sira altindan sert bir tekme atti.
"Orada degildik, unutma," diye homurdandi Harry.
Ama Lockhart'in tiksinti verici nesesi, zaten öteden beri Hagrid'in ise yaramaz biri oldugunu düsündügüne
dair imalari ve artik her seyin bitmis oldugu konusundaki güveni Harry'nin o kadar sinirine dokundu ki,
Gulyabanilerle Gezip Tozmak'i Lockhart'in aptal suratina firlatmak için yanip tutusuyordu. Bunun yerine
Ron'a bir mesaj karalamakla yetindi: "Bu gece su isi yapalim."
Ron mesaji okudu, yutkundu ve yana, normalde Hermione'nin oturdugu bos siraya bakti. Bu görüntü
kararliligini artirmis gibi göründü ve basini evet anlaminda salladi.
Bugünlerde Gryffindor ortak salonu hep çok kalabalikti, çünkü saat altidan sonra Gryffindor'larin gidecek
baska yerleri yoktu. Dahasi, konusacaklari çok sey vardi. Bunun sonucunda da ortak salon gece yarisini
geçinceye kadar bos kalmiyordu.
Harry aksam yemeginden sonra gidip sandigindan
Görünmezlik Pelerini'ni aldi ve aksamin geri kalani boyunca onun üstünde oturarak odanin bosalmasini
bekledi. Fred ve George, Harry ve Ron'u birkaç el Patlamali Pisti oynamaya davet etti, Ginny de çok
suskun bir haldi her zaman Hermione'nin oturdugu sandalyeye oturarak onlan izledi. Harry ve Ron maçi
çabuk bitirmek için oyunlari bilerek kaybediyorlardi, ama gene de Fred, George ve Ginny yatmaya
gittiginde vakit gece yarisini geçmisti.
Harry ve Ron uzaktan iki yatakhane kapisinin kapanma sesini duyduktan sonra Pelerin'i aldilar, üzerlerine
geçirdiler ve portre deliginden tirmandilar.
Gene bütün ögretmenleri atlatmaya çalisarak, sato boyunca zor bir yolculuk yaptilar. Sonunda Giris
Salonu'na ulastilar, meseden yapilma ön kapilarin üstündeki sürgüyü çektiler, çok az araladiklari kapilarin
arasindan gacirdatmamaya çalisarak geçtiler ve ay isigina çiktilar.
Siyah çimin üstünde yürürken, "Tabii," dedi Ron birdenbire, "Ormana vardigimizda takip edecek bir sey
bulamayabiliriz de. O örümcekler oraya gitmemis olabilir. Biliyorum, genel olarak o yönde hareket ediyor
gibiydiler, ama..."
Sesi umut dolu bir sekilde azalarak sessizlige karisti.
Hagrid'in evine ulastilar. Bos pencereleriyle üzücü ve acikli görünüyordu. Harry ön kapiyi açtiginda, Fang
onlari görüp sevinçten çildirdi. Ortaligi inleten siddetli havlamalariyla satodaki herkesi uyandiracagi
endisesiyle ona çabucak söminenin üstündeki bir teneke kaptan melas sekerlemesi verdiler, yer yemez
Fang'in disleri birbirine yapisti.
Harry Görünmezlik Pelerini'ni Hagrid'in masasinin üstüne birakti. Zifiri karanlik Orman'da ona gerek
olmayacakti.
Harry bacagina vurarak, "Haydi, Fang, yürüyüse çikiyoruz," dedi ve Fang onlarin ardindan hoplaya
ziplaya evden disan çikti, Orman'in ucuna kadar hizla kostu ve büyük bir çinarin dibine gidip bacagini
kaldirdi.
Harry asasini çikarip, "Lumos!" diye mirildandi. Asanin ucunda, patikada örümcek aramak için ancak
yeterli olacak, minicik bir isik belirdi.
"Iyi fikir," dedi Ron. "Ben de kendiminkini yakardim, ama biliyorsun,patlar matlar simdi..."
Harry parmagiyla Ron'un omzuna dokunup çimeni isaret etti. Iki örümcek aceleyle asanin isigindan
agaçlarin gölgesine kaçiyorlardi.
'Tamam," dedi Ron, sanki en kötü ihtimale karsi hazirmis gibi iç çekerek. "Hazirim. Gidelim."
Böylece, yanlarinda kosusturan, agaç köklerini ve yapraklan koklayan Fang'le birlikte Orman'a girdiler.
Harry’nin asasinin isiltisiyla, örümceklerin patika boyunca olusturdugu kesintisiz çizgiyi izlediler.
Konusmadan, kirilan dallar ve hisirdayan yapraklar disinda bir ses çikacak mi diye kulak kesilerek, yirmi
dakika kadar yürüdüler. Sonra, artik agaçlar tepelerindeki yildizlari görmelerine izin vermeyecek kadar
siklasmis ve
Harry'nin asasi karanliklar denizinde tek basina parlamaya baslamisti ki, örümcek rehberlerinin patikadan
ayrildigini gördüler.
Harry durup örümceklerin nereye gittigini görmeye çalisti, ama kendi küçük isik küresinin disindaki her
yer zifiri karanlikti. Daha önce Orman'in hiç bu kadar derinlerine girmemisti. Buraya son geldiginde
Hagrid'in Orman'daki patikadan ayrilmamasini tembih ettigini net bir biçimde hatirliyordu. Ama Hagrid
simdi çok uzakta, büyük ihtimalle Azkaban'da bir hücredeydi ve sonuçta örümcekleri izlemesini söyleyen
de gene oydu.
Eline islak bir sey degdi ve Harry arkaya kaçayim derken Ron'un ayagina basti. Ama eline degen sey
yalnizca Fang'in burnuydu.
Karanlikta ancak asanin isigini yansitan gözlerini seçebildigi Ron'a, "Ne dersin?" diye sordu. "Buraya
kadar geldik," dedi Ron. Örümceklerin hizla uzaklasan gölgelerini izleyerek sik agaçlarin arasina girdiler.
Artik pek hizli ilerleyemiyorlardi; önlerine karardikta hemen hiç görünmeyen agaç kökleri ve kütükler
çikiyordu. Harry, Fang'in sicak nefesini elinde hissedebiliyordu. Harry’nin çömelip asa isiginda
örümcekleri bulabilmesi için birkaç kez durmak zorunda kaldilar.
Onlara en az yarim saat gelen bir süre boyunca, cüppeleri alçak dallara ve çalilara takilarak yürüdüler.
Bir süre sonra yerin asagi dogru egim kazandigini gördüler, ama agaçlar her zamanki kadar sikti.
Derken Fang ansizin, ormanin içinde yankilanan gür bir havlamayla hem Harry'nin hem de Ron'un ödünü
patlatti.
"Ne var?" dedi Ron, Harry'nin dirsegine siki siki yapisip zifiri karanlikta göz gezdirerek.
"Orada hareket eden bir sey var," diye soludu Harry. "Dinle... Büyük bir sey galiba."
Dinlediler. Saglarinda, biraz uzakta büyük sey dallan kirarak agaçlarin arasinda ilerliyordu.
"Yo hayir," dedi Ron. "Yo hayir, yo hayir, yo -"
"Kes sesini," dedi Harry telasla. "Seni duyacak,"
"Beni mi duyacak?" dedi Ron, fazlasiyla yüksek bir sesle. "Fang'i çoktan duydu bile!"
Orada korkmus bir halde durup beklerlerken, sanki karardik göz yuvarlarina bastiriyordu. Tuhaf bir
gümbürdeme oldu, sonra her sey sessizlesti.
"Sence ne yapiyor?" dedi Harry.
"Herhalde üstümüze atilmaya hazirlaniyordur."
Tüyleri diken diken, kimildamaya cesaret edemez halde beklediler.
"Sence gitmis midir?" diye fisildadi Harry.
"Bilmiyo -"
Sonra sag taraflarinda ani ve çok güçlü bir isik belirdi. Karanlikta öylesine parliyordu ki, ikisi de gözlerini
korumak için ellerini kaldirdilar. Fang ciyakladi ve kaçmaya çalisti, ama dikenlere gömüldü ve daha da
yüksek sesle ciyakladi.
"Harry!" diye bagirdi Ron, rahatlamis bir sesle. "Harry, bu bizim araba!"
"Ne?"
"Gel!"
Harry, Ron'un arkasinda, taküa tökezleye isiga dogrui gitti. Az sonra bir açikliga geldiler.
Mr Weasley'nin arabasi, kalin akaçlarin ortasinda ve sik dallarin altinda duruyordu. Içinde kimse yoktu
ve farlari yaniyordu. Ron, agzi açik halde ona dogru yürüdügünde, araba da sahibini karsilayan büyük,
turkuvaz rengi bir köpek gibi hafif hafif ona dogru ilerledi.
Ron arabanin etrafinda dolasarak, "Bunca süredir buradaymis!" dedi sevinçle. "Suraya bak. Orman onu
vahsilestirmis..."
Arabanin çamurluklari çizilmis ve çamura bulanmista. Besbelli kendi basina Orman'da geziniyordu. Fang
bu durumdan pek hoslanmamisti. Dibinden ayrilmadigi Harry onun titremesini hissedebiliyordu. Nefesi
normale dönen Harry, asasini cüppesinin içine soktu.
"Bir de bize saldiracagini sandik!" dedi Ron, arabaya yaslanip onu oksayarak. "Ben de nereye gittigini
merak ediyordum!"
Harry örümcek var mi diye parlak isikta yerlere bakindi, ama hepsi farlarin göz kamastirici pariltisindan
kaçmisti.
"Izi kaybettik," dedi. "Haydi, gidip onlari bulalim." Ron cevap vermedi. Kimildamadi. Gözleri tam
Harry'nin arkasinda, Orman zemininin üç metre kadar üstünde bir noktaya sabitlenmisti. Yüzü korkudan
faskan kesilmisti.
Harry’nin arkasina dönecek zamani bile olmadi.
Yüksek bir saklama sesi duyuldu ve aniden uzun ve killi bir seyin onu bedeninin tam ortasindan tutup
yerden kaldirdigini hissetti. Bas asagi duruyordu. Dehset içinde çirpinirken gene saklama sesleri duydu.
Ron'un bacaklarinin da yerden ayrildigini gördü ve Fang'in inledigini ve uludugunu duydu. Hemen
ardindan, karanlik ormanin içlerine dogru sürüklenmeye basladi.
Harry bas asagi sallanir halde, onu yakalamis olan seyin alti adet çok uzun, killi bacakla yürüdügünü
gördü. Ön iki bacak ise, onu bir çift parlayan kiskacin hemen altinda siki siki tutuyordu. Arkasinda
yaratiklardan birinin daha sesini duyuyordu, süphesiz o yaratik da Ron'u tasiyordu. Orman'in tam kalbine
gidiyorlardi. Harry, Fang'in kendini üçüncü bir canavardan kurtarmaya çalistigini, yüksek sesle inledigini
duyuyordu. Ama Harry istese de haykiramazdi; sesini o açiklikta, arabanin yaninda birakmis gibiydi.
Ne kadar süredir yaratigin pençesinde oldugunu bilmiyordu; tek bildigi, bir anda karanligin biraz
çekildigiydi. Yapraklarla dolu zeminin simdi örümcek kaynadigim görebiliyordu. Boynunu yana egince,
muazzam bir oyugun kenarina geldiklerini fark etti. Oyuk agaçlardan arindirilmisti ve bu sayede Harry,
yildizlarin isiklan altinda, ömründe gördügü en berbat sahneye bakakaldi.
Örümcekler. Ama yerdeki yapraklarin üzerinde gezinenler gibi ufacik örümcekler degil. At
büyüklügünde, sekiz gözlü, sekiz bacakli, siyah, killi, devasa örümcekler. Harry'yi tasiyan koca örümcek
dik yokustan asagi, oyugun ortasinda bulunan, tepesi sisli bir kubbeyle kapli bir aga dogru ilerledi.
Arkadaslanysa, tasidigi yükü görmenin heyecanindan kiskaçlarini saklatarak çevresini sariyordu.
Örümcek onu biraktiginda Harry dört ayak üstüne yere düstü. Ron ve Fang de sesli bir sekilde hemen
yaninda yere yapistilar. Fang artik ulumuyordu, sessizce sinip kalmisti. Harry kendini nasil hissediyorsa
Ron da aynen öyle görünüyordu. Agzi sessiz bir çiglik atiyormusçasina açilmis, gözleri yerinden ugramisti.
Harry birdenbire onu birakan örümcegin bir seyler söyledigini fark etti. Ne dedigini çikarmak zordu,
çünkü konustugu her sözcükle birlikte kiskaçlarini saklatiyordu.
"Aragog!" diye seslendi. "Aragog!" Ve tepesi sislerle kapli agin ortasindan, küçük bir fil boyunda bir
örümcek yavas yavas ortaya çikti. Siyah bedeninde ve bacaklarinda gri bölgeler vardi ve çirkin, kiskaçli
kafasindaki gözleri süt beyaziydi. Kördü. "Ne var?" diye sordu kiskaçlarini hizla saklatarak. "Insanlar,"
diye kiskaçlarini saklatti Harry'yi getiren örümcek.
"Hagrid mi?" diye sordu Aragog. Yaklasti, süt beyazi rengindeki sekiz gözü belli belirsiz geziniyordu.
"Yabancilar," diye kiskaçlarini saklatti Ron'u getiren örümcek.
Aragog, "Öldürün onlari," diye kiskaçlarim saklatti
huysuzca. "Uyuyordum..."
"Biz Hagrid'in arkadasiyiz," diye bagirdi Harry.
Sanki kalbi gögüs kafesinden firlamis, girtlaginin içinde atiyordu.
Oyugun dört bir yaninda örümceklerin kiskaçlari sak, sak, sak etmeye basladi.
Aragog duraksadi.
"Hagrid daha önce oyugumuza hiç insan göndermedi," dedi yavasça.
"Hagrid'in basi dertte," dedi Harry, hizli hizli soluyarak. "O yüzden geldik."
"Dertte mi?" dedi yasli örümcek. Harry saklayan kiskaçlarin altinda sakli bir endise sezdi. "Ama niye sizi
gönderdi?"
Harry ayaga kalkmayi düsündü, ama bundan vazgeçti; bacaklarinin tutacagini sanmiyordu. O da yerden
kalkmadan, elinden geldigince sakin bir sesle konustu.
"Okulda Hagrid'in ögrencilerin üstüne bir - bir sey - saldigini saniyorlar. Onu Azkaban'a gönderdiler."
Aragog öfkeyle kiskaçlarini saklatti, oyugun her tarafindaki örümcekler de ona katildilar. Bu, alkisa
benzeyen bir sesti, ama tek farkla: Genellikle alkis, Harry'nin korkudan midesinin dügümlenmesine sebep
olmazdi.
"Ama bu yillar önceydi," dedi Aragog huysuzca. "Uzun yillar önce. Iyi hatirliyorum. Onu bu yüzden
okuldan çikarmislardi. Sirlar Odasi dedikleri yerdeki yaratigin ben olduguma inaniyorlardi. Hagrid'in
Oda'yi açip beni serbest biraktigini düsünmüslerdi."
"Yani sen... sen Sirlar Odasi'ndan gelmedin mi?" dedi Harry. Alninda soguk ter damlalarini
hissedebiliyordu.
"Ben ha!" dedi Aragog, kizgin bir seküde kiskaçlarini saklatarak. "Ben satoda dogmadim. Uzak bir
diyardan geliyorum. Ben daha yumurtayken bir gezgin beni Hagrid'e vermis. Hagrid o zaman küçük bir
çocuktu, ama bana bakti, beni satodaki bir dolapta sakladi, masadaki artiklarla besledi. Hagrid benim iyi
arkadasimdir ve iyi bir insandir. Kesfedilip bir kizin ölümüyle suçlandigimda, beni korudu. O zamandan
beri burada, Orman'da yasiyorum ve Hagrid beni hâlâ ziyaret ediyor. Bana bir es bile buldu - Mosag.
Hagrid'in iyiligi sayesinde ailemizin nasil genisledigini görüyorsunuz..."
Harry cesaretinin son damlasini da kullanarak konustu.
"Yani sen - sen hiç kimseye saldirmadin mi?"
"Asla!" diye gakladi yasli örümcek. "Içgüdülerim geregi bunu yapardim, ama Hagrid'e saygimdan dolayi
insanlara hiç zarar vermedim. Öldürülen kizin bedeni bir tuvalette bulundu. Ben içinde büyüdügüm dolabin
disinda satoda hiçbir yeri görmedim. Türümüz karanligi ve sessizligi sever..."
"Ama o zaman... O kizi öldürenin ne oldugunu biliyor musun?" dedi Harry. "Çünkü neyin nesiyse, geri
döndü ve gene insanlara saldiriyor -"
Sözleri, gürültülü saklamalarla ve kizgin kizgin hareket eden bacaklardan çikan seslerle kesildi. Her
tarafinda iri siyah sekiller kipirdaniyordu.
"Satoda yasayan sey," dedi Aragog, "çok eski zamanlardan kalma, biz örümceklerin her seyden çok
korktugu bir yaratik. Onun varligini okulda hissettigimde, beni birakmasi için Hagrid'e nasil yalvardigimi iyi
hatirliyorum."
"Nedir o?" dedi Harry telasla.
Gene gürültülü saklamalar, hisirdamalar. Örümcekler çemberi daraltiyor gibi görünüyordu.
"Ondan söz etmeyiz!" dedi Aragog siddetle. "Onun ismini söylemeyiz! Bana defalarca sormasina karsin,
o korkunç yaratigin adini Hagrid'e bile hiç söylemedim."
Harry üstelemek istemiyordu, özellikle de örümcekler dört bir yandan yaklasirken. Aragog konusmaktan
yorulmus gibiydi. Yavas yavas kubbeli agina dönüyordu, ama diger örümcekler adim adim Harry ve
Ron'a yaklasiyorlardi.
Arkasinda yapraklarin hisirdadigini duyan Harry, Aragog'a ümitsizce, "Biz gidelim o zaman," diye
seslendi.
"Gitmek mi?" dedi Aragog yavasça. "Sanmiyorum..."
"Ama - ama -"
"Ogullarim ve kizlarim emrime uyup Hagrid'e zarar vermiyor. Ama onlari taze etten mahrum edemem,
hele böyle kendi istegiyle ayagimiza gelmisken. Hosça kal, Hagrid'in arkadasi."
Harry hizla döndü. Birkaç metre ötesinde, örümceklerin olusturdugu yüksek bir duvar vardi. Kiskaçlarini
saklatiyorlar, çok sayidaki gözleri çirkin, siyah kafalarinda parildiyordu.
Harry elini asasina götürdü, ama bir faydasi olmayacagini biliyordu. Sayilari çok fazlaydi. Ama tam
savasarak ölmeye hazir bir halde ayaga kalkarken, uzun ve yüksek bir ses duyuldu, oyugu bir isik
kapladi.
Mr Weasley'nin arabasi, farlan açik, korna çalarak yokus asagi yildirim gibi iniyor, yoluna çikan
örümcekleri deviriyordu. Devrilen örümceklerin bir kismi sirtüstü düsüyor, bacaklari yukari dikilmis halde
çirpiniyordu. Araba Harry ve Ron'un önünde tiz bir gicirtiyla durdu ve kapilari açildi.
"Fang'i al!" diye seslendi Harry, ön koltuga dogru dalisa geçerek. Ron zagari belinden kapti ve ciyaklar
halde arka koltuga firlatti. Kapilar hizla kapandi. Ron gaza dokunmadi bile, ama arabanin ona ihtiyaci
yoktu; motor gürledi, örümcekleri devirerek yola koyuldular. Yokus yukari hizlanarak oyuktan çiktilar;
kisa süre sonra Orman'da saga sola çarparak ilerliyorlardi. Dallar pencereleri kirbaçlarken araba akillica
en genis açikliklardan gidiyor, belli ki bildigi bir yolu takip ediyordu.
Harry basini yana çevirip Ron'a bakti. Agzi hâlâ sessiz bir çiglik atarmisçasina açikti, ama artik gözleri
yerinden ugramis gibi görünmüyordu. "Iyi misin?"
Ron dosdogru ileri bakiyor, konusamiyordu. Çaliligin içinden çarpa çarpa ilerlerlerken, Fang arka
koltukta uluyup duruyordu. Harry büyük bir mesenin yanindan geçerlerken park aynasinin kirildigini
gördü. Gürültülü, sallantili bir on dakikanin ardindan agaçlar seyreldi ve Harry gene arada bir gökyüzünü
görebilmeye basladi.
Araba öyle ani bir biçimde durdu ki, az kalsin ön cama yapisiyorlardi. Orman'in kiyisina ulasmislardi.
Fang disari çikma telasiyla cama dogru atildi ve Harry kapiyi açinca firlayip agaçlarin arasindan, kuyrugu
bacaklarinin arasinda, Hagrid'in evinin yolunu tuttu. Harry de indi. Bir dakika kadar sonra Ron da
uzuvlarini yeniden hissetmeye baslamis gibiydi, hâlâ boynu kaskati ve dalgin halde arabadan indi. Harry
arabayi sükranla oksadiktan sonra, araba geri geri Orman'in içine dogru ilerleyip gözden kayboldu.
Harry Görünmezlik Pelerini'ni almak için Hagrid'in kulübesine döndü. Fang sepetinde, bir battaniyenin
altinda tir tir titriyordu. Harry yeniden disari çiktiginda Ron'u balkabagi tarhinin içinde, midesi altüst olmus
durumda buldu.
"Örümcekleri izleyin, ha?" dedi Ron güçsüz bir halde. Koluyla agzini sildi. "Hagrid'i hiç affetmeyecegim.
Hayatta oldugumuz için sansliyiz."
"Eminim Aragog'un onun arkadaslarina zarar vermeyecegini düsünmüstü."
"Hagrid'in sorunu da bu ya zaten!" dedi Ron, kulübenin duvarina vurarak. "Hep canavarlarin sanildigi
kadar kötü olmadigini düsünüyor. Peki, sonuçta bu ona ne kazandirdi? Azkaban'da bir hücre!" Artik
engel olunamaz bir sekilde titriyordu. "Bizi oraya göndermenin ne anlami vardi? Merak ediyorum, ne
ögrendik?"
"Hagrid'in Sirlar Odasi'ni hiç açmadigini," dedi
Harry. Pelerin'1 Ron'un üstüne çekti ve yürütmek için kolunu dürttü. "O masumdu."
Ron yüksek sesle burnundan soludu. Belli ki dolapta Aragog beslemek ona pek masum bir sey gibi
görünmüyordu.
Satoya yaklasinca Harry ayaklarini saklasin diye Pelerin'i düzeltti, sonra gacirdayan ön kapilan iterek
açti. Giris Salonu'nü dikkatle geçip mermer merdivenleri çiktilar, tetikteki gözcülerin yürüdügü yerlerden
geçerken nefeslerini tuttular. Sonunda Gryffindor ortak salonuna ulasip rahatladilar. Ates artik köze
dönüsmüstü. Pelerin'i çikarip, yatakhanelerine giden dönen merdiveni tirmandilar.
Ron üstündekileri çikarmaya zahmet bile etmeden kendini yataga firlatti. Ancak Harry’nin pek uykusu
yoktu. Dört direkli yataginin kenarinda oturdu ve Aragog'un söylediklerinin her kelimesi üzerine uzun uzun
düsünmeye basladi.
Satoda bir yerlerde saklanan yaratik, Voldemort'un canavar olani gibi bir seye benziyordu - diger
canavarlar bile onun adini söylemek istemiyorlardi. Ama o ve Ron bu yaratigin ne oldugunu ya da
kurbanlarini nasil taslastirdigini bulmak konusunda bir arpa boyu yol almis degillerdi. Hagrid bile Sirlar
Odasi'nin içindeki seyin ne oldugunu hiçbir zaman ögrenememisti.
Harry bacaklarini yatagina çekti ve yastiklarina yaslanarak kule penceresinden ayin piriltisini izlemeye
basladi.
Baska ne yapabilecegini bilmiyordu. Her yerde bir çikmaza toslamislardi. Riddle yanlis kisiyi yakalamisti,
Slytherin'in vârisi kurtulmustu ve kimse bu kez Sirlar Odasi'ni açanin ayni kisi mi yoksa bir baskasi mi
oldugunu bilemezdi. Soracak baska kimse kalmamisti. Harry uzanip gene Aragog'un söylediklerini
düsündü.
Tam uyku bastirmisti ki, son bir umut kapisi fark etti ve birden dogrulup oturdu.
"Ron," diye fisildadi karanlikta. "Ron!"
Ron, Fang'inkini andirir bir ciyaklamayla uyanip çilgin bir halde etrafina bakindi, sonra Harry'yi gördü.
"Ron - o ölen kiz. Aragog onun bir tuvalette bulundugunu söylemisti," dedi Harry, kösede Neville'in
burnunu çeke çeke horlamasina aldirmadan. "Ya hiç tuvaletten ayrilmadiysa? Ya hâlâ oradaysa?"
Ron ay isiginda kaslarini çatarak gözlerini ovusturdu. Sonra anladi.
"Hayir, o olamaz - Mizmiz Myrtle'dan bahsetmiyorsun, degil mi?"
ON ALTINCI BÖLÜM
Sirlar Odasi
"Tuvalette onca zaman geçirdik, hemen dibimizdeydi," dedi Ron ertesi gün kahvaltida aci aci. "Ona
sorabilirdik, ama simdi..."
Örümcek aramak yeterince zor olmustu zaten. Ögretmenleri atlatip bir kizlar tuvaletine girmek, hele ilk
saldirinin gerçeklestigi yerin hemen yani basindaki tuvalete girmek, imkânsiza yakin olacakti.
Ama o günkü ilk dersleri Biçim Degistirme sirasinda, haftalardir ilk kez Sirlar Odasi'ni akillarindan
çikaran bir sey oldu. Ders baslayali on dakika olmustu ki, Profesör McGonagall haziranin birinci günü,
yani tam bir hafta sonra sinavlarin baslayacagini söyledi.
"Sinavlar mi?" diye uludu Seamus Finnigan. "Hâlâ sinav mi oluyoruz?"
Harry'nin arkasindan bir gümbürtü yükseldi. Neville Longbottom'in asasi elinden kayip sirasinin
ayaklarindan birini yok etmisti. Profesör McGonagall kendi asasini sallayarak bacagi geri getirdi ve
kaslanni çatarak Seamus'a döndü.
"Su siralarda okulu açik tutmamizin tek amaci egitime devam etmenizi saglamak," dedi sertçe. "Bu
yüzden her zamanki gibi sinav yapilacak, eminim hepiniz ögrendiklerinizi siki siki tekrar ediyorsunuzdur."
Siki siki tekrar etmek mi?! Satoda sartlar böyleyken sinav yapilacagi Harry'nin hiç aklina gelmemisti.
Odayi isyankâr homurdanmalar sardi, bu durum da Profesör McGonagall'in kaslarini daha da çatmasina
neden oldu. "Profesör Dumbledore, okulu mümkün oldugunca normal bir sekilde devam ettirme talimati
vermisti," dedi. "Buna bu yil ne kadar ögrendiginizi kontrol etmenin de dahil oldugunu söylememe
herhalde gerek yoktur.'
Harry basini egip, terlige çevirmesi gereken bir çift tavsana bakti. Bu yil simdiye kadar ne ögrenmisti? Bir
sinavda isine yarayacak hiçbir sey gelmiyordu aklina.
Ron ise sanki az önce biri ona gidip Yasak Orman'da yasamasini söylemis gibi görünüyordu.
Tiz bir islik çalmaya baslamis olan asasini kaldirarak, "Bununla sinava girdigimi düsünebiliyor musun?"
diye sordu Harry'ye.
Ilk sinavlarindan üç gün önce, Profesör McGonagall kahvaltida bir duyuru daha yapti.
"Müjdem var," dedi. Bunun üzerine Büyük Salon, sessizlesecegine gürültüye boguldu.
"Dumbledore geri dönüyor!" diye neseyle bagirdi birkaç kisi.
Ravenclaw masasindan bir kiz, "Slytherin'in vârisini yakaladiniz!" diye çiglik atti.
"Quidditch maçlarina devam ediliyor!" diye kükredi Wood heyecanla.
Gürültü dinince, Profesör McGonagall lafina devam etti: "Profesör Sprout sonunda Adamotlari'nin
kesime hazir oldugunu söyledi bana. Bu gece, taslasmis olanlari eski hallerine döndürebilecegiz. Herhalde
söylememe gerek yoktur: Içlerinden biri bize, onlara kimin ya da neyin saldirdigini söyleyebilir. Ben bu
korkunç yilin suçluyu yakalamamizla sona erecegi konusunda umutluyum."
Salonu bir cosku seli kapladi. Harry, Slytherin masasina bakti ve Draco Malfoy'un bu coskuyu
paylasmadigini görünce sasirmadi. Ron ise günlerdir olmadigi kadar mutlu görünüyordu.
"Myrtle'a sormusuz sormamisiz, fark etmeyecek o zaman!" dedi Harry'ye. "Herhalde Hermione'yi
uyandirdiklarinda, merak ettigimiz her seyin cevabini verebilecek! Hos, üç gün sonra sinavlarin basladigini
ögrendiginde deliye dönecek ya. Dersleri tekrar etmedi çünkü. Belki de sinavlar bitene kadar onu öyle
birakmak daha nazikçe bir hareket olur."
O sirada Ginny Weasley geldi ve Ron'un yanina oturdu. Gergin ve kaygili görünüyordu, Harry onun
ellerini kucaginda kivirip durdugunu gördü.
“Ne oldu?" dedi Ron, biraz daha lapa alarak. Ginny bir sey söylemedi, ama yüzünde korku dolu bir
ifadeyle Gryffindor masasina göz gezdirdi. Yüzündeki ifade Harry'ye birini hatirlatiyordu ama, kimi
hatirlattigini çikaramiyordu.
"Çikar agzindaki baklayi," dedi Ron, ona bakarak. Harry birden Ginny'nin kimi andirdigini fark etti.
Sandalyesinde hafif hafif ileri geri sallaniyordu. Tipki Dobby’nin yasak bilgi vermenin esigine geldiginde
sallandigi gibi.
"Bir sey söylememlazim," diyemirildandi, Harry'ye bakmamaya dikkat ederek. "Nedir?" dedi Harry.
Ginny sanki dogru sözcükleri bulamiyormus gibi görünüyordu.
"Ne?" dedi Ron.
Ginny agzini açti, ama ses çikmadi. Harry öne dogru egilip, Ginny ve Ron disinda kimse onlari duymasin
diye usulca konustu.
"Sirlar Odasi'yla ilgili bir sey mi? Bir sey mi gördün? Tuhaf davranan birini mi?"
Ginny derin bir soluk aldi ve tam o anda Percy Weasley çikageldi. Yorgun ve solgun görünüyordu.
"Yemegini bitirdiysen, yerine oturacagim, Ginny. Açliktan ölüyorum. Devriye görevim yeni bitti."
Ginny sandalyesine elektrik verilmis gibi firladi, Percy'ye kaçamak, korku dolu bir bakis firlatti ve
uzaklasti. Percy oturup masanin ortasindan bir fincan kapti. "Percy!" dedi Ron kizgin bir sesle. "Tam bize
önemli bir sey söylemek üzereydi!"
Percy çayini yudumlamaktayken, birden tikandi. "Ne tür bir sey?" dedi öksürerek.
"Tam ona tuhaf bir sey görüp görmedigini sormustum, oda-".
"Ha - o mesele - onun Sirlar Odasi'yla bir ilgisi yok," dedi Percy hemen.
"Nereden biliyorsun?" dedi Ron Kaslarini kaldirmisti.
"Sey, ee, ille de bilmeniz gerekiyor... Ginny, ee, geçen gün ben tam sey, neyse – mesele su ki beni bir sey
yaparken gördü, ben de, ehem, bundan kimseye bahsetmemesini istedim. Dogrusu onun sir tutacagim
düsünmüstüm. Önemli bir sey degil, gerçekten, ama ben yine de..."
Hany, Percy’yi hiç bu kadar rahatsiz görmemisti.
"Ne yapiyordun, Percy?" dedi Ron siritarak. "Haydi, söyle bize, gülmeyecegiz."
Percy onun gülümsemesine cevap vermedi.
"Su ekmegi uzatsana, Harry, açliktan ölüyorum."
Harry ertesi gün bütün esrarin kendilerinin yardimi olmadan da çözülebilecegini biliyordu, ama Myrtle'la
konusma firsati çikarsa bunu es geçecek de degildi. Ve onun sansina, sabahin ortasinda Gilderoy
Lockhart onlari Sihir Tarihi dersine götürürken, o firsat çikti.
Lockhart tehlikenin geçtigi konusunda onlara defalarca temin etmis, her seferinde de yanildigi hemen
ortaya çikmisti. Yine de artik koridorda baslarina bir sey gelmesin diye onlara eslik etmenin bosuna
zahmet olduguna bütün kalbiyle inaniyordu. Saçi her zamanki gibi parlak degildi; gecenin büyük bir
bölümünde uyumamis ve dördüncü katta devriye gezmise benziyordu. "Bunu bir kenara yazin," dedi,
onlarin basinda bir köseyi dönerek, "O zavalli taslasmis insanlarin agzindan çikacak ilk kelime,
"Hagrid'di," olacak. Dogrusu Profesör McGonagall'in bütün bu güvenlik önlemlerini gerekli bulmasina
sasiyorum."
"Bence haklisiniz, efendim," dedi Harry. Ron saskinliktan kitaplarini düsürdü.
"Tesekkür ederim, Harry," dedi Lockhart kibarca. Hufflepufflardan olusan uzun bir siranin geçmesini
beklediler. "Yani biz ögretmenlerin, ögrencileri siniflarina götürmek ve bütün gece nöbet tutmak disinda da
yeterince isi var zaten..."
"Dogru," dedi Ron, Harry'nin ne yapmak istedigini anlayarak. "Niye bizi burada birakmiyorsunuz,
efendim, sadece bir koridorluk yolumuz kaldi."
"Bir sey diyeyim mi, Weasley, sanirim öyle yapacagim," dedi Lockhart. "Gidip bir sonraki dersime
hazirlanmaliyim."
Ve hizla yanlarindan ayrildi.
"Derse hazirlanacakmis,” diye dudak büktü Ron arkasindan. "Saçimi tarayacagim desene suna."
Arkada kalip diger Gryfrmdor'lann gitmesini beklediler, sonra da bir yan koridora dalip hizla Mizmiz
Myrtle'in tuvaletine dogru ilerlediler. Ama tam zekice planlarindan dolayi birbirleri;kutluyorlardi ki...
"Potter! Weasley! Ne yapiyorsunuz?"
Profesör McGonagall'di bu. Kizginliktan dudaklarini öyle sikmisti ki, agzi zar zor seçiliyordu.
"Biz - biz -" diye geveledi Ron. "Biz gidip -" "Hermione'ye bakacaktik," dedi Harry. Ron da, Profesör
McGonagall da gözlerini ona diktiler.
"Onu çok uzun süredir görmedik, Profesör," diye aceleyle devam etti Harry, Ron'un ayagina basarak.
"Gizlice hastane kanadina girip, ona Adamotlari'nin hazir oldugunu ve, seyy, merak etmemesini
söyleyecektik."
Profesör McGonagall hâlâ gözlerini dikmis ona bakiyordu ve Harry onun ha patladigini ha patlayacagini
düsünüyordu. Ama Profesör onun yerine, tuhaf, kisik bir sesle konustu.
"Tabii," dedi. Harry saskinlik içinde, boncuk gibi gözünün kenarinda bir damla yasin parildadigini gördü.
"Tabii, biliyorum bundan en çok etkilenenler, onlarin arkadaslari... Çok iyi anliyorum. Evet, Potter, tabii ki
Miss Granger’i ziyaret edebilirsiniz. Ben Profesör Binns'e nereye gittiginizi söylerim. Madam Pomfrey'e
benim izin verdigimi söyleyin."
Harry ve Ron, bunu ceza almadan atlattiklarina inanmakta güçlük çekerek uzaklastilar. Köseyi
döndüklerinde, Profesör McGonagall'in burnunu çektigini açik bir sekilde duydular.
"Iste bu," dedi Ron hararetle, "simdiye kadar uydurdugun en iyi hikâyeydi."
Simdi hastane kanadina gidip Madam Pomfrey'e, Hermione'yi ziyaret etmek için Profesör
McGonagall'dan izin aldiklarini söylemekten baska çareleri yoktu.
Madam Pomfrey, pek gönülsüzce olsa da, onlari gene içeri aldi.
"Taslasmis biriyle konusmanin hiç anlami yok," dedi. Hermione'nin yani basindaki sandalyeye
oturduklarinda ona hak vermek zorunda kaldilar. Hermione'nin yüzündeki ifadeden anlasildigina göre,
ziyaretçileri oldugundan haberi bile yoktu. Pekâlâ onun yerine yataginin yanindaki dolaba da
söyleyebilirlerdi endiselenmemesini.
"Yine de saldirgani gördü mü merak ediyorum," dedi Ron, üzüntüyle Hermione'nin kaskati suratina
bakarak. "Çünkü herkese sinsice yaklasip saldirdiysa kimse görmemis olacak..."
Ama Harry, Hermione'nin yüzüne bakmiyordu. Dikkatini onun sag eline vermisti. Hermione'nin sag eli
battaniyesinin üstünde simsiki kapali duruyordu ve Harry basini yaklastirip baktiginda, yumrugunun içinde
bir parça kâgit oldugunu gördü.
Madam Pomfrey'in etrafta olmadigini gördükten sonra, Ron'a bunu gösterdi.
"Çikarmaya çalis," diye fisildadi Ron. Sandalyesini Madam Pomfrey'in Harry'yi görmesine engel olacak
bir açiya çekti.
Kolay is degildi. Hermione'nin eli kâgidi öyle siki tutuyordu ki, Harry onu yirtacagindan emindi. Ron,
Madam Pomfrey'i kollarken, Harry kâgidi büktü, çekti ve sonunda, gerilimli dakikalarin ardindan,
Hermione'nin elinden kurtarmayi basardi.
Çok eski bir kitaplik kitabindan koparilmis bir sayfaydi bu. Harry kâgidi hevesle düzeltti. Ron da
okuyabilmek için egildi.
Bu topraklarda gezen onca korkunç hayvanin ve canavarin hiçbiri, Basilisk ya da diger adiyla Yilanlarin
Kralindan daha garip, ondan daha ölümcül degildir. Devasa boyutlara ulasabilen ve yüzyillarca
yasayabilen bu yilan, bir karakurbagasinin altinda kirilmis bir tavuk yumurtasindan dogar. Öldürme
yöntemleri hayret vericidir, çünkü öldürücü ve zehirli dislerinin disinda, Basilisk'in bir de katil bakislari
vardir: Gözlerinden çikan isina maruz kalan herkes ani bir sekilde can verir, örümcekler, can düsmanlari
olari Basilisk geldiginde kaçar. Basilisk ise sadece horozun ötüsünden kaçar, çünkü horozun ötüsü onun
için ölümcüldür.
Bunun hemen altina, Harry'nin Hermione'ye ait oldugunu çikardigi bir el yazisiyla, tek bir kelime
yazilmisti. Borular.
Sanki biri aniden zihninde bir lamba yakmisti.
"Ron," diye soludu, "iste bu. Iste cevap bu. Oda'daki canavar bir Basilisk - dev bir yilan! Iste bu yüzden
ben her yerde o sesi duyuyordum, ama baska kimse duyamiyordu. Çünkü ben Çataldili anliyorum..."
Harry etrafindaki yataklara bakti.
"Basilisk insanlari, onlara bakarak öldürüyor. Ama kimse ölmedi çünkü kimse onun gözlerine dogrudan
bakmadi. Colin onu kamerasindan gördü. Basilisk ka- meranin içindeki filmi yakti, ama Colin sadece
taslasti. Justin... Justin, Basilisk'i Neredeyse Kafasiz Nick'in içinden görmüs olmali! Bütün darbeyi Nick
aldi, ama yine ölemezdi ya... Hermione ve Ravenclaw'lu o Sinif Baskani ise yanlarinda aynayla bulundular.
Hermione canavarin bir Basilisk oldugunu henüz ögrenmisti. Eminim karsisina çikan ilk kisiyi, köseyi
dönmeden önce aynayla bakmasi konusunda uyarmistir! O kiz da aynasini çikardi - ve -"
Ron'un agzi bir karis açik kalmisti.
"Peki ya Mrs Norris?" diye sordu merakla.
Harry uzun uzun düsünüp, Cadilar Bayrami gecesindeki sahneyi gözünün önüne getirdi.
"Su..." dedi usulca. "Mizmiz Myrtle'in tuvaletinden sizan su. Eminim Mrs Norris sadece Basilisk'in
yansimasini gördü..."
Elindeki kâgida hevesle göz gezdirdi. Okudukça her sey iyice yerine oturuyordu.
"Horoz ötüsü onun için ölümcüldür!" diye okudu yüksek sesle. "Hagrid'in horozlari öldürülmüstü!
Slytherin 'n vârisi, Sirlar Odasi açildiktan sonra satonun yakinlarinda bir horoz olsun istemiyordu!
Örümcekler ondan kaçar! Her sey uyuyor!"
"Peki ama Basilisk etrafta nasil dolasiyordu?" dedi Ron. "Igrenç, koca bir yilan... Biri görürdü..."
Ancak Harry, Hermione'nin sayfanin dibine yazdigi kelimeyi gösterdi.
"Borular," dedi. "Borular... Ron, dolasmak için tesisati kullaniyor. O sesi duvarlarin içinde
duyuyordum..."
Ron birdenbire Harry'nin koluna yapisti.
"Sirlar Odasi'nin girisi!" dedi boguk bir sesle. "Ya bir tuvaletteyse? Ya-"
"- Mizmiz Myrtle'in tuvaletindeyse," dedi Harry.
Öylece kaldilar. Heyecan iliklerine kadar islemisti. Inanamiyorlardi.
"Bu demektir ki," dedi Harry, "okuldaki tek Çatalagiz ben olamam. Slytherin'in vârisi de Çatalagiz.
Basilisk'i öyle kontrol ediyorlardi."
"Ne yapacagiz?" dedi Ron. Gözleri parildiyordu. "Dogruca McGonagall'a mi gitsek?"
"Ögretmenler odasina gidelim," dedi Harry, ayaga firlayarak. "On dakika içinde orada olur, teneffüs
olmak üzere."
Kosarak asagi indiler. Baska bir koridorda dolasirken görülmek istemediklerinden, dogruca bombos
olan ögretmenler odasina girdiler. Koyu renk tahta sandalyeleri olan, büyük, panellerle kapli bir odaydi
bu. Heyecandan oturamayan Harry ve Ron, odanin içinde volta atmaya basladilar.
Ama teneffüs zili asla çalmadi. Onun yerine, koridorlarda Profesör McGonagall'in sihirle güçlendirilmis
sesi yankilandi.
"Bütün ögrenciler binalanndaki yatakhanelere dönsün. Bütün ögretmenler, ögretmenler odasina. Hemen,
lütfen."
Harry dönüp Ron'a bakti.
"Yeni bir saldiri daha olamaz, degil mi? Simdi mi oldu yani?"
"Ne yapacagiz?" dedi Ron, afallamis bir halde. "Yatakhaneye mi dönecegiz?"
"Hayir," dedi Harry. Etrafina bakindi. Sol tarafinda, ögretmenlerin pelerinleriyle dolu, çirkin bir gardirop
vardi. "Suraya. Neler olmus bir duyalim. Sonra onlara ögrendiklerimizi anlatabiliriz."
Gardiroba saklanip tepelerinde yüzlerce kisinin kosusturmasini dinlediler. Sonra ögretmenler odasinin
kapisi hizla açildi. Küf kokulu pelerin yigininin arasindan, ögretmenlerin odaya girisini izlediler. Bazilari
saskin, digerleriyse düpedüz korkmus görünüyordu. Sonra Profesör McGonagall geldi.
"Sonunda olan oldu," dedi sessiz odaya. "Canavar, bir ögrenciyi alip götürdü. Hem de Oda'nin içine."
Profesör Flitwick bir çiglik kopardi. Profesör Sprout ellerini agzina kapadi. Snape iskemlesinin arkasini
sikica kavradi ve, "Bundan nasil emin olabiliyorsunuz?" dedi.
"Slytherin'in vârisi," dedi Profesör McGonagall. Bembeyaz kesilmisti. "Bir mesaj daha birakti. Tam ilkinin
altina, iskeleti sonsuza dek Oda'da yatacak."
Profesör Flitwick gözyaslarina boguldu.
"Kim?" dedi Madam Hooch. Dizleri güçten düsmüs halde sandalyesine gömülmüstü. "Hangi ögrenci?"
"Ginny Weasley," dedi Profesör McGonagall.
Harry tam yaninda Ron'un sessizce gardirop zeminine dogru kaydigini hissetti.
Profesör McGonagall, "Yarin bütün ögrencileri eve göndermemiz gerekecek," dedi. "Hogwarts'in sonu
bu. Dumbledore her zaman derdi ki..."
Ögretmenler odasinin kapisi bir kez daha hizla açildi. Harry bir an girenin Dumbledore oldugunu sandi.
Ama Lockhart'ti ve yüzü sevinçle parliyordu.
"Çok özür dilerim - uyuyakalmisim - ne kaçirdim?"
Diger ögretmenlerin ona, nefreti son derece andiran bir duyguyla baktigini fark etmemis gibiydi. Snape
öne çikti.
"Tam da adami," dedi. "Tam gereken kisi. Bir kiz canavar tarafindan kaçirildi, Lockhart. Sirlar Odasi'na
götürüldü. Sonunda kendini gösterme zamanin geldi."
Lockhart'in beti benzi atti.
"Dogru, Gilderoy," diye katildi Profesör Sprout. "Tam da dün gece, Sirlar Odasi'na girisin nerede
oldugunu bastan beri bildigini söylemiyor muydun sen?"
"Ben - sey, ben -" diye tükürür gibi konustu Lockhart.
"Evet, bana oranin içinde ne oldugunu kesinlikle bildigini söylemedin mi?" diye katildi Profesör Flitwick.
"De-dedim mi öyle bir sey? Hatirlamiyorum..." "Ben sunu kesinlikle hatirliyorum ki, Hagrid
yakalanmadan canavarla sansini deneyemedigine üzüldügünü söylemistin," dedi Snape. "Bu isi yüzlerine
gözlerine bulastirdiklarini, daha en basindan istedigini yapmakta serbest birakilman gerektigini
söylememismiydin?"
Lockhart yüzleri tas gibi kaskati duran meslektaslarina bakti.
"Ben... ben hiç... Galiba yanlis anlamissiniz..."
"O halde bu isi sana birakiyoruz, Gilderoy," dedi Profesör McGonagall. "Bu is için bu gece çok uygun bir
zaman. Kimsenin ayaginin altinda dolasmamasini saglayacagiz. Canavarla kendi basina kapisabileceksin.
Iste nihayet sana istedigin serbestlik."
Lockhart ümitsizce etrafina bakindi, ama kimse yardimina kosmadi. Artik hiç de yakisikli görünmüyordu.
Dudagi titriyordu ve otuz iki disini sergileyen gülümsemesi olmadan ciliz ve zavalli görünüyordu.
"P-pekâlâ," dedi. "Ben - ben odamda, hazirlaniyor olacagim."
Ve odadan çikti.
"Iste oldu” dedi Profesör McGonagall. Burun delikleri titriyordu. "Bu sayede asil o ayak altindan çekilir.
Bina Sorumlulari gidip olanlar hakkinda ögrencilerine bilgi vermeli. Hogwarts Ekspresi'nin yarin ilk is
onlari eve götürecegini söyleyin. Digerleri lütfen yatakhane disinda ögrenci kalip kalmadigini kontrol etsin."
Ögretmenler kalkip birer birer çiktilar.
Büyük ihtimalle Harry'nin hayatinin en kötü günüydü bu. O, Ron, Fred ve George, Gryffindor ortak
salonunun bir kösesinde oturmuslar, birbirlerine tek kelime bile edemiyorlardi. Percy orada degildi. Mr ve
Mrs
Weasley'ye bir baykus göndermeye gitmis, sonra da kendini yatakhanesine kapatmisti.
Hiçbir ögleden sonra o gün oldugu kadar uzun sürmemisti ve Gryffindor Kulesi hiçbir zaman o kadar
kalabalik ama o kadar sessiz olmamisti. Günbatimina dogru, Fred ve George artik orada oturamayip
yatmaya çiktilar.
Ron, ögretmenler odasindaki gardiroba girdiklerinden beri ilk kez konusarak, "Bir sey biliyordu, Harry,"
dedi. "O yüzden kaçirildi. Percy'yle ilgili aptalca bir sey degildi bu. Sirlar Odasi'yla ilgili bir sey kesfetmisti.
Herhalde o yüzden -"
Ron deli gibi gözlerini ovusturdu. "Yani, o bir safkandi. Baska bir sebebi olamaz."
Harry günesin kan kirmizisi bir renkte, ufkun altina gömülmekte oldugunu görebiliyordu. Simdiye kadar
kendini hiç bu kadar kötü hissetmemisti. Keske elinden bir sey gelseydi. Ne olursa.
"Harry," dedi Ron, "sence ufak bir ihtimal de olsa o hâlâ - yani -"
Harry ne diyecegini bilemiyordu. Ginny nasil hâlâ hayatta olabilirdi ki?
"Bir sey diyeyim mi?" dedi Ron. "Bence gidip Lockhart'la konusalim. Ona bildiklerimizi anlatalim. Oda'ya
girmeye çalisacak. Ona Oda'nin nerede oldugunu düsündügümüzü söyleriz, orada bir Basilisk oldugunu
da söyleriz."
Harry'nin aklina baska bir sey gelmediginden ve bir seyler yapmak istediginden, kabul etti. Etraflarindaki
Gryffindor'lar o kadar perisandi ve Weasley'ler için o kadar üzülüyorlardi ki, kalkip salonu geçerek portre
deliginden çiktiklarinda kimse onlari durdurmaya kalkismadi.
Lockhart'in odasina giderlerken karanlik basmak üzereydi. Içeride epey faaliyet var gibiydi. Kulaklarina
sürtünme, vurma ve telasli ayak sesleri geliyordu.
Harry kapiyi çaldiginda içeride ani bir sessizlik oldu. Sonra kapi olabilecek en az sekilde aralandi ve o
araliktan Lockhart'in gözünün disari baktigini gördüler.
"Ah... Mr Potter... Mr Weasley..." dedi, kapiyi biraz daha aralayarak. "Su anda hayli mesgulüm. Kisa
sürecekse..."
"Profesör, elimizde sizin için bazi bilgiler var," dedi Harry. "Isinize yarayacagini düsünüyoruz."
"Ee - sey - aslinda pek de -" Lockhart'in yüzünün görebildikleri tarafi çok rahatsiz görünüyordu. "Yani
-sey - peki."
Kapiyi açti ve içeri girdiler.
Odasi neredeyse tamamen toparlanmisti. Yerde iki tane büyük, açik sandik duruyordu. Birine yesim
yesili, leylak rengi, gece yarisi mavisi cüppeler aceleyle yerlestirilmisti; digerine de kitaplar tikilmisti.
Duvarlari kaplayan fotograflar simdi masanin üstündeki kutulara konmustu.
"Bir yere mi gidiyorsunuz?" dedi Harry.
"Ee, sey, evet," dedi Lockhart, konusurken kapinin arkasindan kendisinin gerçek boyutlarda bir posterini
çikarip katlamaya baslayarak. "Ani bir sey çikti... gitmem gerekiyor..."
"Peki ya kiz kardesime ne olacak?" dedi Ron sarsilarak.
"Sey, ona gelince - ne talihsizlik," dedi Lockhart, gözlerini onlardan kaçirarak. Bir çekmeceyi açip
içindekileri bir çantaya bosaltmaya baslamisti. "Kimse buna benim kadar üzül..."
"Siz Karanlik Sanatlara Karsi Savunma ögretmenisiniz!" dedi Harry. "Simdi gidemezsiniz! Tam da ortada
bu kadar karanlik seyler olurken!"
Lockhart simdi cüppelerinin üstüne çoraplarini yerlestirmeye baslamisti. "Sey, sunu söylemeliyim ki... bu
isi kabul ettigimde..." diye mirildandi, "is taniminda böyle... böyle bir sey.."
"Yani kaçiyor musun?" dedi Harry inanamayarak. "Kitaplarinda yaptigin onca seyden sonra?"
"Kitaplar yaniltici olabilir," dedi Lockhart dikkatle.
"Onlari sen yazdin!" diye bagirdi Harry.
"Evlat," dedi Lockhart, dogrulup Harry'ye kaslarini çatarak. "Lütfen sagduyunu kullan. Eger insanlar o
isleri benim yaptigimi düsünmeseler, kitaplarim bunun yarisi kadar satmazdi. Kimse yasli ve çirkin bir
Ermeni büyücünün yaptiklarini okumak istemiyor, her ne kadar bir köyü kurtadamlardan kurtarmis olsa
da. Ön kapakta korkunç görünüyor. Giyinmekten zerre kadar anladigi yok. Bandon Ölüm Perisi'ni kovan
cadiysa tavsan dudakliydi. Yani, hadi ama..."
"Yani diger insanlarin yaptigi seyleri kendine mi mal ediyordun sadece?" dedi Harry inanamayarak.
"Harry, Harry," dedi Lockhart, sabirsizca basini sallayarak. "Hiç de o kadar basit degil. Yogun çalistim.
Bu insanlari bulmam gerekiyordu. Yaptiklari seyleri tam olarak nasil yaptiklarini sormam gerekiyordu.
Sonra da her seyi kendilerinin yaptiklarini hatirlamasinlar diye onlara Hafiza Büyüsü yapmam gerekiyordu.
Gurur duydugum bir sey varsa, o da Hafiza Büyü'lerimdir. Hayir, hiç de kolay olmadi, Harry. Sirf kitap
imzalamaktan, fotograf çektirmekten ibaret degil bu is. Söhret istiyorsan, uzun ve zahmetli bir çalismaya
hazirlikli olmalisin."
Sandiklarinin kapaklarini kapatti ve kilitledi.
"Bir bakalim," dedi. "Oldu, sanirim her sey tamam. Evet. Yalnizca bir sey kaldi geriye."
Asasini çekip onlara döndü.
"Çok özür dilerim, çocuklar, ama simdi size Hafiza Büyüsü yapmak zorundayim. Sirlarimi herkese
açiklayarak ortalikta dolasmaniza izin veremem. Sonra tek bir kitap bile satamam..."
Harry tam vaktinde asasina uzandi. Lockhart kendininkine ancak ulasmisti ki, Harry bagirdi:
"Expelliarmus!"
Lockhart arkaya uçup sandiginin üstüne düstü. Asasi da havaya firlamisti; Ron onu yakalayip pencereden
disari firlatti.
Harry öfkeyle, "Profesör Snape'in bize bunu ögretmesine izin vermemeliydin," dedi vye Lockhart'in
sandigini tekmeleyerek kenara itti. Lockhart kafasini kaldirmis ona bakiyordu, yine zavalli görünüyordu.
Harry asasini hâlâ ona dogru tutuyordu.
"Ne yapmami istiyorsunuz?" dedi Lockhart güçsüzce. "Sirlar Odasi'nin nerede oldugunu bilmiyorum.
Elimden hiçbir sey gelmez."
"Sanslisin," dedi Harry, asasinin ucunu Lockhart'dan ayirmadan onu ayaga kalkmaya zorlayarak.
"Nerede oldugunu biz biliyoruz galiba. Dahasi, içinde ne oldugunu da. Gidelim."
Lockhart'la birlikte odadan çiktilar, en yakin merdivenlerden asagi indiler, duvarda mesajlarin parladigi
koridoru geçtiler ve Mizmiz Myrtle'in tuvaletinin kapisina geldiler.
Önden Lockhart'i gönderdiler. Harry onun titredigini gördügüne memnun oldu.
Mizmiz Myrtle son tuvaletin sifonunun üstünde oturuyordu.
"Ha, sen miydin," dedi Harry'yi görünce. 'Bu defa ne istiyorsun?"
"Sana nasil öldügünü sormak istiyorum," dedi Harry.
Birden Myrtle'in görünümü bastan asagi degisti. Sanki ona hiç bu kadar gurur verici bir soru sorulmamis
gibi görünüyordu.
"Ah, korkunçtu," dedi zevkle. "Tam burada oldu. Bu bölmede öldüm. Çok iyi hatirliyorum. Olive Hornby
gözlügümle alay edip durdugundan, saklanmistim. Kapi kilitliydi, agliyordum. Sonra birinin içeri girdigini
duydum. Tuhaf bir sey söyledi. Baska bir dildeydi sanirim. Neyse, bana garip gelen, konusanin bir erkek
olabilirdi. Ben de ona gidip kendi tuvaletini kullanmasini söylemek için kapiyi açtim ve -" Myrtle önemli
önemli sisindi, yüzü parildiyordu. "Öldüm."
"Nasil?" dedi Harry.
"Hiçbir fikrim yok," dedi Myrtle alçak sesle. "Sadece büyük, sari bir çift göz gördügümü animsiyorum.
Bütün bedenim zapt edilmisti sanki, sonra uzaklara dogru süzülmeye basladim..." Harry'ye hülyah gözlerle
bakti. "Sonra yine geri döndüm. Çünkü Olive Hornby'ye musallat olmaya kararliydim.. Ah, gözlügüme
güldügüne nasil pisman oldu bilemezsin."
"Gözleri tam olarak nerede görmüstün?" dedi Harry.
"Surada bir yerde." Parmagiyla tuvaletinin önündeki lavabo civarini isaret ediyordu.
Harry ve Ron hemen oraya gittiler. Lockhart yüzünde katiksiz bir dehset ifadesiyle, epey geride
duruyordu.
Siradan bir lavaboya benziyordu. Her santimetresini incelediler, alttaki borular da dahil her rarafina
baktilar. Sonra Harry bir sey gördü: Bakir musluk larin birinin kenarina minicik bir yilan kazinmisti
Harry muslugu çevirmeye çalisirken, Myrtle riespv le, "O musluk hiçbir zaman çalismamistir," dedi
"Harry" dedi Ron, “bir sey büyle Çataldili'nde bi sey."
"Ama -};Harry ciuaünmev Li^iau*b.......
yalnizca karsisinda gerçek bir yilan oldugu zaman Çataldili konusabilmis ti Minicik aynaya dikkatle onun
örnek bir yilan oldugunu düsünerek;
"Açil," dedi.
Ron'a bakti, ama Ron basim hayir anlaminda salladi.
"Ingilizce," dedi.
Harry yine yilana bakip, irade gücüyle kendini onun gerçek olduguna inandirmaya çalisti. Basini biraz
oynatinca, mum isiginda sanki kipirdiyor gibi görünüyordu.
"Açil," dedi.
Ancak kulagina gelen bu degildi; agzindan garip bir tislama çikmisti. Musluk göz alici beyaz bir isikla
parladi ve dönmeye basladi. Az sonra lavabo da hareket etmeye basladi. Lavabo gömülüp gözden
kayboldu ve ardinda genis bir boru birakti. Bir insanin içine sigabilecegi kadar genis bir boru.
Harry, Ron'un nefesini tuttugunu duydu ve bir kez daha yukari bakti. Ne yapacagina karar vermisti. "Ben
oraya iniyorum," dedi.
Tam da Oda'ya girisi bulmusken, Ginny'nin hayatta olduguna dair ufacik, küçücük bir ihtimal bile olsa,
gitmemezlik edemezdi. "Ben de," dedi Ron. Kisa bir sessizlik oldu.
"Eh, bana pek ihtiyaciniz yok gibi görünüyor," dedi Lockhart, eski gülümsemesini andiran bir ifadeyle.
"Ben ufak ufak -"
Elini kapinin kulpuna götürdü, ama Ron ve Harry asalarim ona dogrulttular.
"Önden buyur," diye hirladi Ron.
Lockhart, beti benzi atmis ve asasiz halde, açikliga yaklasti.
"Çocuklar," dedi zayif bir sesle. "Çocuklar, bunun ne faydasi olacak?"
Harry onu asasiyla sirtindan dürttü. Lockhart bacaklarini borunun içine soktu.
"Bence bu hiç -" diyordu ki, Ron onu itti ve Lockhart kayarak gözden kayboldu. Harry de hemen onu
izledi. Yavasça boruya girdi, sonra kendini birakti.
Sonsuz, yapis yapis, karanlik bir kaydiraktan asagi son hizla kaymaya benziyordu bu. Her yöne dogru
baska bir sürü boru ayrildigini görüyordu. Ama hiçbiri onlarinki kadar genis degildi. Içinde kaydiklari boru
kivriliyor, dönüp duruyor, çok dik bir egimle asagi dogru iniyordu. Harry okulun altinda, zindanlarin da
asagisinda bir yere dogru düsmekte oldugunu anlamisti. Arkasinda Ron'un dönemeçlerde saga sola
çarptigini duyabiliyordu.
Tam yere çarptiginda ne olacagi konusunda endiselenmeye baslamisti ki, boru düzlesti ve Harry borunun
ucundan firlayarak, islak bir darbe sesiyle yere indi. Içinde ayakta durulabilecek kadar genis olan
karanlik, tastan bir tünele gelmislerdi. Lockhart biraz ileride ayaga kalkiyordu. Yapis yapis bir seyle
kapliydi ve korkudan bembeyazdi. Ron da hizla borudan firlarken Harry kenara çekildi.
"Okulun kilometrelerce altinda olmaliyiz," dedi Harry. Sesi kapkara tünelde yankilandi.
Ron, karanlik ve yapis yapis duvarlara gözlerini ki- sarak bakip, "Büyük ihtimalle gölün altinda bir
yerde," dedi.
Dönüp ileride uzanan karanliga baktilar.
Harry, "Lumos!" diye mirildandi ve asasi bir kez daha aydinlandi. "Haydi," dedi Ron ve Lockhart'a.
Adimlari islak zeminde gürültüyle sapirdayarak ilerlemeye basladilar.
Tünel öylesine karanlikti ki, anca. biraz önlerini görebiliyorlardi. Islak duvarlara yansiyan gölgeleri asa
isiginda korkunç görünüyordu.
"Unutmayin," dedi Harry sessizce, "en ufak bir hareket görürseniz, hemen gözlerinizi kapatin..."
Ama tünel mezar gibi sessizdi ve duyduklari ilk ses, Ron'un bir seyin üstüne basmasindan çikan çatirti
oldu. Sonra bunun bir fare kafatasi oldugu ortaya çikti. Harry asasini indirip asagi bakti, yerin Küçük
hayvan kemikleriyle kapli oldugunu gördü. Eger Ginny'yi bulurlarsa onun neye benziyor olacagini
düsünmemeye çalisarak ilerleyip karanlik bir köseyi döndü.
Ron, Harry'nin omzunu sikica tutarak, 'Harry, orada, yukarida bir sey var..." dedi boguk bir sesle.
Olduklari yerde donakalip baktilar. Harry tünel boyunca uzanmis, devasa ve kivrimli bir seyin sadece ana
hatlarini görebiliyordu. Gördügü sey kimildamiyordu.
"Belki uyuyordur," diye soludu, arkaya dönüp diger ikisine bakarak. Lockhart elleriyle gözlerini
kapatmisti. Harry o seye bakmak için yine önüne dördü; kalbi öylesine hizli çarpiyordu ki, cani yaniyordu.
Asasini havaya kaldirdi ve gözlerini kisabildigince kisarak agir agir ilerledi.
Isik, dev gibi bir yilan derisini aydinlatti. Parlak, zehirli yesil renkte parlayan deri, tünel zemininde boylu
boyunca uzaniyordu. Bu deriyi döken yaratik en az alti metre boyunda olmaliydi.
"Vay be," dedi Ron güçsüzce.
Arkalarinda ani bir kipirti oldu. Gilderoy Lockhart'in dizleri çözülmüstü.
Ron asasini Lockhart'a dogrultarak, sert bir sesle, "Kalk ayaga," dedi.
Lockhart ayaga kalkti - ve Ron'un üzerine atilip onu yere devirdi.
Harry öne firladi, ama artik çok geçti. Lockhart nefes nefese dogruluyordu, elinde Ron'un asasi, yüzünde
de yine parildayan bir gülümseme vardi.
"Macera burada sona eriyor, çocuklar!" dedi. "Bu deriden bir parça alip okula geri dönecegim ve onlara
kizi kurtarmak için çokgeciktigimi, sizinse onun parçalanmis bedenini gördügünüzde trajik bir biçimde
aklinizi yitirdiginizi söyleyecegim. Anilarinizla vedalasin!" Ron'un Büyülü Seloteyp'le yapistirilmis asasini
basinin üstüne kaldirdi ve bagirdi: "Obliviate!"
Asa küçük bir bomba gücüyle patladi. Harry kollariyla basini kapatti ve çökmeye baslayan tünel
tavaninin altinda kalmamak için, yilan derisinin üstünde kaya kaya kaçti. Az sonra tek basina, kopmus
kaya parçalarindan olusan sert bir duvarin önünde duruyordu. "Ron!" diye seslendi. "Iyi misin? Ron!"
"Buradayim!" diye Ron'un boguk sesi geldi yikilmis taslarin ardindan. "Iyiyim. Ama bu rezil iyi degil -asa
onu uçurdu."
Tok bir darbe sesi ve yüksek bir "of!" duyuldu. Ron, Lockhart'i incik kemiginden tekmelemis olmaliydi.
"Simdi ne yapacagiz?" dedi Ron'un sesi, ümitsizce. "Buradan geçemeyiz. Çok uzun sürer..."
Harry kafasini kaldirip tünelin tavanina bakti. Tavanda kocaman çatlaklar belirmisti. Hiç bu kayalar
kadar büyük bir seyi büyüyle kirmaya kalkismamisti ve simdi de bunu denemenin sirasiymis gibi
görünmüyordu - tünel çökse ne olurdu sonra?
Kayalarin ardindan bir darbe sesi ve bir "of!" daha geldi. Vakit kaybediyorlardi. Ginny zaten saatlerdir
Sirlar Odasi'ndaydi. Harry yapacak tek bir sey oldugunu biliyordu.
"Burada bekle," diye seslendi Ron'a. "Lockhart'la birlikle bekle. Ben devam edecegim. Bir saat içinde
dönmezsem..."
Çok anlamli bir sessizlik oldu.
"Bu kayalarin bir bölümünü yerlerinden oynatmaya çalisacagim," dedi Ron. Sesinin sakin çikmasi için
çaba gösteriyor gibiydi. "Böylece - böylece döndügünde buradan geçebilirsin. Ve Harry -"
"Birazdan görüsürüz," dedi Harry, titreyen sesine biraz güven asilamaya çalisarak.
Ve dev yilan derisini ardinda birakip yalniz basina devam etti.
Ron'un kayalari oynatmaya çalismasinin gürültüsü az sonra duyulmaz olmustu. Tünel kivrildi da kivrildi.
Harry'nin bedenindeki bütün sinirler tatsiz bir sekilde ürperiyordu. Tünelin sona ermesini istiyor, ama
sonunda karsisina çikacak olan seyden de korkuyordu. Sonra, nihayet, bir dönemeci daha döndügünde,
karsisina bir duvar çikti. Duvarin üzerinde birbirlerine dolanmis, gözlerinde iri, parlayan zümrütlerin
bulundugu iki yilan vardi.
Harry duvara yaklasti. Girtlagi kurumustu. Bu tastan yilanlarin gerçek oldugunu hayal etmesine hiç gerek
yoktu, gözleri tuhaf bir sekilde canli görünüyordu.
Ne yapmasi gerektigini tahmin edebiliyordu. Girtlagini temizledi. Sanki zümrüt gözler yanip sönmüstü.
"Açil," dedi Harry, belli belirsiz bir tislamayla.
Duvar aralanirken yilanlar birbirlerinden ayrildi. Duvarin iki yarisi sessizce gözden kayboldu ve Harry,
bastan asagi titreyerek, içeri girdi.
ON YEDINCI BÖLÜM
Slytherin'in Vârisi
Çok uzun, los bir odanin basinda duruyordu. Gene oyma yilanlarla bezenmis yüksek tas sütunlar
karanligin içinde kaybolan bir tavana yükseliyor ve odayi kaplamis olan garip, yesilimsi soluk isigin üzerine
uzun siyah gölgeler düsürüyordu.
Kalbi küt küt atan Harry, orada öylece durup ürpertici sessizligi dinledi. Basilisk karanlik bir kösede, bir
sütunun arkasinda olabilir miydi? Peki ya Ginny neredeydi?
Asasini çikardi ve yilanli sütunlarin arasindan ilerledi. Dikkatle attigi adimlar, gölgeli duvarlardan yüksek
sesle yankilaniyordu. Gözlerini kismisti, en ufak bir hareket belirtisinde kapamaya hazirlaniyordu. Tastan
yilanlarin bos göz yuvarlari sanki onu izliyordu. Birkaç kez içlerinden birinin kimildadigini sanarak midesi
kasildi.
Sonra, son iki sütunun hizasina geldiginde, arka duvarin önünde Oda'nin kendisi kadar yüksek bir heykel
görüntüye girdi.
Harry yukaridaki dev surati görmek için basini kaldirmak zorunda kaldi. Çok yasli ve maymunsu bir
suratti bu. Yerleri süpüren tastan büyücü cüppesinin neredeyse en altina kadar uzanan ince bir sakali
vardi. Kursuni renkli iki devasa ayagi, odanin zeminine basiyordu. Ayaklarin arasindaysa, yere yüzüstü
uzanmis, küçük, siyah cüppeli ve alev gibi kizil saçli bir beden duruyordu.
Harry, "Ginny!" diye mirildandi ve onun yanina kosarak dizlerinin üzerine çöktü. "Ginny! Ölmüs olma!
Lütfen ölmüs olma!" Asasini kenara firlatti, Ginny'yi omuzlarindan tutup çevirdi. Yüzü mermer kadar
beyaz ve soguktu, ama gözleri kapaliydi, yani taslasmis degildi. Ama o zaman...
"Ginny, lütfen uyan," dedi Harry ümitsizce, onu sarsarak. Ginny'nin basi kukla gibi iki yana gidip geldi.
"Uyanmayacak," dedi yumusak bir ses.
Harry irkildi, dizlerinin üstünde arkaya döndü.
Uzun boylu, siyah saçli bir erkek çocuk en yakin sütuna yaslanmis, onlari izliyordu. Hatlari tuhaf bir
sekilde bulanikti, Harry onu bugulu bir camin arkasindan görür gibiydi. Gene de kim olduguna süphe
yoktu.
"Tom - Tom Riddle?"
Riddle, gözlerini Harry'nin yüzünden ayirmayarak, basini salladi.
"Nasil yani, uyanmayacak?" dedi Harry çaresizce. "O sakin - sakin...?"
"Yasiyor," dedi Riddle. "Ama ölümün esiginde."
Harry ona uzun uzun bakti. Tom Riddle elli yil Önce Hogwarts'ta okumustu. Ama iste simdi buradaydi,
etrafinda tuhaf, puslu bir isik vardi ve on altisindan bir gün bile büyük degildi.
"Sen bir hayalet misin?" dedi Harry, ne düsünecegini bilemeyerek.
"Bir ani” dedi Riddle sessizce. "Elli yildir bir güncede saklanmis bir ani."
Heykelin dev ayak parmaklarinin civarinda bir yeri isaret etti. Orada, yerde, Harry'nin Mizmiz Myrtle'in
tuvaletinde buldugu küçük, siyah günce açik duruyordu. Bir an için Harry güncenin oraya nasil gelmis
oldugunu merak etti - ama ilgilenilmesi gereken daha acil meseleler vardi.
"Bana yardim etmelisin, Tom," dedi Harry, Ginny'nin basini bir kez daha kaldirarak. "Onu buradan
çikarmak zorundayiz. Bir Basilisk var... Nerede oldugunu bilmiyorum, ama her an ortaya çikabilir. Lütfen
bana yardim et..."
Riddle kilini bile kipirdatmadi. Harry kan ter içinde Ginny'nin yarisini yerden kaldirmayi basardi ve asasini
almak için egildi.
Ama asasi gitmisti.
"Asami gördün mü...?"
Basim kaldirdi. Riddle hâlâ onu izliyordu - bir taraftan da uzun parmaklarinin arasinda Harry'nin asasini
çeviriyordu.
"Sagol," dedi Harry, elini asasina dogru uzatarak.
Riddle'in dudaklarina bir gülümseme yerlesti. Istifini bozmadan asayi çevirip Harry'ye bakmaya devam
etti.
"Dinle," dedi Harry telasla. Dizleri Ginny'nin agirligiyla bükülmüstü, "gitmemiz gerekiyor! Basilisk
gelirse..."
"Çagrilana kadar gelmez," dedi Riddle sakin sakin.
Harry artik Ginny'yi tasiyamiyordu, onu gene yere birakti.
"Ne demek istiyorsun?" dedi. "Bak, asami geri ver, ona ihtiyacim olabilir."
Riddle'in gülümsemesi yüzüne yayildi.
"Ihtiyacin olmayacak," dedi.
Harry ona dikkatle bakti.
"Nasil yani, ihtiyacim - ?"
"Bu ani çok bekledim, Harry Potter," dedi Riddle. "Seni görme firsatini. Seninle konusma firsatini."
"Bak," dedi Harry, sabrini yitirerek. "Galiba anlamadin. Su anda Sirlar Odasi'ndayiz. Daha sonra
konusabiliriz."
"Simdi konusacagiz," dedi Riddle, yüzünde hâlâ kulaklarina kadar yayilmis bir gülümsemeyle. Harry'nin
asasini cebine koydu.
Harry ona bakakaldi. Burada çok tuhaf bir seyler oluyordu.
"Ginny nasil bu hale geldi?" diye sordu usulca.
"Bu ilginç bir soru," dedi Riddle, hosnut bir sekilde. "Epey de uzun bir hikâye. Sanirim Ginny'nin bu hale
gelmesinin gerçek sebebi, görünmez bir yabanciya kalbini açip bütün sirlarini dökmesi."
"Neden bahsediyorsun sen?"
"Günce," dedi Riddle. "Benim güncem. Küçük Ginny aylardir o günceye yaziyor, bana bütün açmasi
endiselerini ve üzüntülerini anlatiyor: Agabeylerinin onunla nasil dalga geçtiklerini, okula nasil elden düsme
cüppelerle ve kitaplarla gelmek zorunda kaldigini, nasil -" Riddle'in gözleri parladi "- ünlü, iyi kalpli,
muhtesem Harry Potter’in onu asla sevmeyecegim..."
Riddle konusurken gözlerini Harry'nin yüzünden hiç ayirmiyordu. Gözlerinde adeta aç bir bakis vardi.
"On bir yasindaki bir kizin küçük ve saçma sapan dertlerini dinlemek çok sikici bir sey," diye devam etti.
"Ama sabirliydim. Ona cevap yazdim, anlayis gösterdim, nazik davrandim. Ginny beni çok sevdi. Simdiye
kadar kimse beni senin gibi anlamadi, Tom... iyi ki içimi dökebilecegim bu günce var elimde... Cebimde
tasiyabilecegim bir arkadasim olmasi gibi bir sey bu..."
Riddle kahkaha atti. Ona uymayan, tiz, soguk bir kahkahaydi bu. Harry'nin tüylerini ürpertti.
"Itiraf etmek gerekirse, Harry, ben her zaman ihtiyacim olan kisileri etkim altina alabilmisimdir. Ginny de
bana ruhunu açti, ruhu da tam istedigim seydi zaten. Onun en derindeki korkulariyla, en gizli sirlariyla
beslenerek gittikçe kuvvetlendim. Güçlü hale geldim, küçük Miss Weasley'den çok daha güçlü bir hale
geldim. Yeterince güçlenip Miss Weasley'ye ben birkaç sirrimi dökmeye, kendi ruhumun bir parçasini ona
aktarmaya basladim..."
"Ne demek istiyorsun?" dedi Harry. Agzi fena halde kurumustu.
"Hâlâ anlamadin mi, Harry Potter?" dedi Riddle yumusak bir sesle. "Sirlar Odasi'ni Ginny Weasley açti.
Okulun horozlarini o bogazladi, duvarlara tehditkâr mesajlari o yazdi. Slytherin'in yilanini Bulaniklarin ve
Kofti'nin kedisinin üstüne o saldi." "Hayir," diye fisildadi Harry.
"Evet," dedi Riddle sakince. "Tabii ki ilk basta ne yaptiginin kendi de farkinda degildi. Çok eglenceliydi.
Keske günceye yazdiklarim görebilseydin... Çok daha ilginç bir hale geldiler... Sevgili Tom," diye anlatti,
Harry'nin dehsete düsmüs suratini izleyerek, "sanirim hafizami yitiriyorum. Cüppemin her tarafi horoz tüyü
içinde, bunun nasil oldugunu bilmiyorum. Sevgili Tom, Cadilar Bayrami gecesinde ne yaptigimi
hatirlayamiyorum, ama bir kedi saldiriya ugradi ve üstüm basim boya içinde. Sevgili Tom, Percy bana
solgun oldugumu ve kendimde olmadigimi söyleyip duruyor. Sanirim benden süpheleniyor... Bugün bir
saldiri daha oldu ve ben gene nerede oldugumu hatirlamiyorum. Tom, ben ne yapacagim? Galiba
çildiriyoriim... Sanirim herkese saldiran kisi benim, Tom!"
Harry yumruklarini sikmisti, tirnaklari avucuna batiyordu.
"Aptal, küçük Ginny'nin, güncesine güvenmekten vazgeçmesi epey zaman aldi," dedi Riddle. "Ama
sonunda süphelenmeye basladi ve ondan kurtulmaya çalisti. Iste burada sen devreye girdin, Harry. Onu
buldun. Ne kadar sevindim, anlatamam. Onu ele geçirebilecek o kadar kisi varken, kalkip sen buldun...
Yani karsilasmaya en çok can attigim insan..."
"Peki niye benimle karsilasmak istiyordun?" dedi
"Harry. Kizginlik tüm bedenini sardigindan, sesini sakin tutmak için çaba sarf etmesi gerekmisti.
"Çünkü Ginny bana senden söz etmisti, Harry," dedi Riddle. "O hayret verici hayat hikâyeni bastan sona
anlatmisti." Gözleri Harry'nin alnindaki simsek biçimindeki yara izine kaydi ve yüzüne daha da aç bir ifade
yerlesti. "Senin hakkinda daha çok sey ögrenmem gerektigini, seninle konusmam, karsilasabilirsem de
karsilasmam gerektigini biliyordum. Ben de güvenini kazanmak için sana koca angut Hagrid'i yakaladigim
o ünlü ani göstermeye karar verdim."
"Hagrid benim arkadasim," dedi Harry. Artik sesi titriyordu. "Ve sen onu suçlu gösterdin, degil mi? Senin
bir yanlislik yaptigini düsünmüstüm, ama -" Riddle gene o tiz kahkahasini atti. "Bana mi inanacaklardi,
Hagrid'e mi, Harry? Eh, olay yasli Armando Dippet'in gözüne nasil göründü tahmin edersin artik. Bir
tarafta Tom Riddle. Yoksul ama çok zeki, ailesiz ama çok cesur, Sinif Baskani, örnek ögrenci. Diger
taraftaysa iriyan, kaba saba Hagrid. Her hafta basi derde giren, yataginin altinda kurtadam yavrusu
yetistirmeye çalisan, gizlice Yasak Orman'a girip ifritlerle güresen Hagrid. Ama itiraf etmeliyim, planin
böyle tikir tikir islemesine ben bile sasirdim. Hagrid'in Slytherin'in vârisi olamayacagini birinin fark etmis
olmasi gerektigini düsünmüstüm. Sirlar Odasi hakkinda ögrenebildigim her seyi ögrenmek ve odanin
girisini kesfetmek benim bile bes yilimi almisti... Sanki Hagrid'in o kadar akli ya da o kadar gücü varmis
gibi!
"Sadece Biçim Degistirme ögretmeni Dumbledore, Hagrid'in masum olduguna inaniyormus gibiydi.
Dippet'i, Hagrid'i orada tutup bekçi olarak yetistirmeye ikna etti. Evet, sanirim Dumbledore tahmin etmis
olabilir. Dumbledore beni öbür ögretmenler kadar seviyora benzemiyordu hiç..."
"Eminim Dumbledore senin ruhunu okumustu," dedi Harry, dislerini sikarak.
"Hagrid uzaklastirildiktan sonra beni sinir bozucu bir göz hapsine aldigi kesin," dedi Riddle kayitsizca.
"Hâlâ okulda okurken Oda'yi yeniden açmanin güvenli olmadigini biliyordum. Ama onu aramakla
geçirdigim onca yilin bosa gitmesine izin verecek de degildim. Ardimda benim on alti yasmadaki benligimi
barindiran bir günce birakmaya karar verdim. Böylece, sansim yaver giderse bir gün baska birini kendi
izimden götürüp Salazar Slytherin'in soylu çalismasini sonuca erdirebilecektim."
"Eh, sonuca erdirmis degilsin," dedi Harry muzaffer bir sekilde. "Bu sefer kimse ölmedi, kedi bile. Birkaç
saat içinde Adamotu Sivisi hazir olacak ve taslasmis olan herkes eski haline dönecek."
"Söylememis miydim?" dedi Riddle sessizce. "Artik Bulaniklari öldürmek umurumda degil. Aylardir yeni
hedefim sensin." Harry ona bakakaldi.
"Günce bir dahaki sefer açildiginda nasil kizdigimi düsün bir. Çünkü bana yazan sen degildin, Ginny'ydi.
Anliyorsun ya, seni günceyle görmüs ve panige kapilmisti. Ya sen güncenin nasil isledigini bulduysan, ben
de onun bütün sirlarini sana anlattiysam? Daha beteri, ya sana horozlan bogazlayanin kim oldugunu
söylediysem? Bu yüzden salak, küçük velet yatakhane bosalana kadar bekledi ve günceyi çalip gene ele
geçirdi. Ama ben ne yapmam gerektigini biliyordum. Senin Slytherin'in vârisinin pesinde oldugunu
anlamistim. Ginny'nin bana anlattiklarindan, senin bu gizemi çözmek için elinden geleni ardina
koymayacagini biliyordum, özellikle de en iyi arkadaslarindan biri saldiriya ugrarsa. Ginny de bana bütün
okulun senin çataldilini bildiginden bahsettigini anlatmisti...
"Ben de Ginny'nin duvara kendi veda mesajini yazmasini ve buraya, asagi inip beklemesini sagladim.
Debelendi, agladi ve çok sikicilasti. Ama içinde pek y. a m kalmadi artik: Günceye çok fazlasini aktardi.
Öyle ki, nihayet sayfalarin içinden kurtulabildim. Fakat buraya geldigimizden beri senin ortaya çikmani
bekli yordum. Gelecegini biliyordum. Sana soracagim çok sey var, Harry Potter."
"Ne gibi?" dedi Harry öfkeyle. Yumruklari hâla sikiliydi.
"En basta," dedi Riddle, memnun memnun gülür seyerek, "nasil oluyor da olaganüstü büyü yetenegi o
mayen bir bebek, gelmis geçmis en büyük büyücüyü yenmeyi basariyor? Lord Voldemort'un güçleri yol
olurken, nasil oldu da sen sadece küçük bir yara izi ile atlattin?"
Simdi aç gözlerinde garip bir kirmizi parilti vardi.
"Nasil kurtuldugum niye umrunda ki?" dedi Harry yavasça. "Voldemort senin döneminden sonraydi."
"Voldemort," dedi Riddle yumusak bir sesle, "benim geçmisim, bugünüm ve gelecegim, Harry Potter..."
Harry'nin asasini çikarip havada çizgiler çekmeye basladi ve ortaya üç isiyan sözcük çikti:
TOM MARVOLDO RIDDLE
Sonra asayi bir kez salladi ve adinin harfleri yeni bir düzende bir araya geldiler:
ADIM LORD VOLDEMORT
"Gördün mü?" diye fisildadi. "Zaten Hogwarts'ta kullandigim bir isimdi bu. Tabii ki sadece en samimi
arkadaslarim biliyordu. Sonsuza kadar pis Muggle babamin adini mi kullanacaktim saniyorsun?
Damarlarimda annem tarafindan Salaza; Slytherin'in kani akarken? Sirf karisinin bir cadi oldugunu
ögrendigi için beni daha dogmadan terk eden, ayaktakimmdan pis bir Muggle'in adini mi tasiyacaktim?
Hayir, Harry. Kendime yeni bir isim buldum. Bir gün ben dünyanin en büyük sihirbazi oldugumda, bütün
büyücülerin agizlarina almaktan korkacagi bir isim!"
Harry'nin beyni sanki tikanmisti. Riddle'a, yani daha sonra büyüyüp Harry'nin annesini, babasini ve daha
birçok insani öldüren yetim çocuga bakakaldi... Sonunda kendini zorlayip konustu.
"Aslinda degilsin," dedi nefretle dolu, alçak bir sesle.
"Ne degilim?" diye sordu hemon Riddle. "Dünyanin en büyük sihhbazi degilsin," dedi Harry, hizli hizli
soluyarak. "Hiç kusura bakma, seni hayal kirikligina ugratiyorum, ama dünyanin en büyük büyücüsü Albus
Dumbledore. Herkes öyle diyor. Güçlü oldugun zaman bile cesaret edip Hogwarts'i ele geçirmeye
kalkismadin. Sen okuldayken Dumbledore senin ruhunu okumustu ve bugünlerde sakandigin yerde de
seni hâlâ korkutuyor."
Riddle'in yüzünden gülümseme uçup gitmis, yerini son derece çirkin bir görünüm almisti.
"Benim anim bile Dumbledore'u okuldan uzaklastirmaya yetti!" diye tisladi.
"Sandigin kadar da gitmis degil o!" diye cevabi yapistirdi Harry. Gelisigüzel konusuyor, Riddle'i
korkutmaya çalisiyor, söylediklerine kendi de inanmak istiyordu.
Riddle agzini açti, ama donakaldi. Bir yerden müzik sesi geliyordu. Riddle hizla arkasina dönüp bos
odaya bakti. Müzigin sesi gidecek yükseliyordu. Ürpertici, tüyleri diken diken eden, dünya disindan
geliyor gibi bir müzikti; Harry'nin sarlan dikildi ve kalbi sanki sisip iki misline ulasti. Soma, tam ses iyice
yükselip Harry'ye müzigin gögüs kafesinin içinde çaldigini düsündürmeye baslamisti ki, en yakin sütunun
tepesi alevlendi.
Kugu büyüklügünde kipkirmizi bir kus ortaya çikmisti. Kemerli tavana dogru sarkisini söylüyordu. Bir
tavuskusununki kadar uzun, piril piril bir kuyrugu ve burusuk bir bohçayi kavramis, altin rengi parlayan,
pençeleri vardi.
Hemen sonra, kus dogruca Harry'nin üstüne uçmaya basladi. Tasidigi burusuk seyi Harry'nin ayaklarina
birakti ve bütün agirligiyla omzuna kondu. Koca kanatlarini katladiginda, Harry kafasini kaldirip onun
uzun, keskin gagasini ve boncuk gibi kara gözlerini gördü.
Kus sakimayi birakmisti. Harry'nin yanaginin yaninda kimildamadan, sicacik duruyor, dik dik Riddle'a
bakiyordu.
"Bir Anka kusu..." dedi Riddle, kusa bilmis bilmis bakarak.
"Favkes?" diye soludu Harry. Kusun altin pençeleri omzunu hafifçe sikti.
"Ona gelince -" dedi Riddle, Fawkes'un biraktigi burusuk seye bakarak, "o da okulun eski Seçmen
Sapka'si."
Öyleydi. Yamali, yipranmis ve tozlu Sapka, Harry'nin ayaklarinin dibinde hareketsiz yatiyordu.
Riddle gene kahkahalarla gülmeye koyuldu. Öylesine gülüyordu ki, karanlik oda kahkahalariyla çinliyor,
sanki ayni anda on Riddle kahkaha atiyormus hissi veriyordu.
"Dumbledore'un savunucusuna gönderdiklerine bak! Sakiyan bir kus ve eski bir sapka! Simdi kendini
cesur hissediyor musun, Harry Potter? Simdi kendini güvende hissediyor musun?"
Harry cevap vermedi. Fawkes'un ya da Seçmen Sapka'nin neye yarayacagini bilmiyordu, ama artik
yalniz degildi. Giderek artan bir cesaretle Riddle'in kahkahasinin dinmesini bekledi.
"Ise koyulalim, Harry," dedi Riddle. Hâlâ agzi kulaklarindaydi. "Iki kez -senin geçmisinde, benimse
gelecegimde- karsi karsiya geldik. Ve ikisinde de seni öldürmeyi basaramadim. Nasil kurtuldun? Bana
her seyi anlat. Ne kadar konusursan," dedi yumusak bir sesle, "o kadar hayatta kalirsin."
Harry hizla düsünüyor, sansini tartiyordu. Asa Riddle'd aydi. Harry'deyse Fawkes ve Seçmen Sapka
vardi ve ikisi de bir düelloda ise yaramazdi. Evet, durum kötü görünüyordu. Ama Riddle orada dururken,
yasam Ginny'yi yavas yavas terk ediyordu... Harry bu arada Riddle'in hatlarinin giderek belirginlesip
katilastiginin farkina vardi. Eger Riddle'la arasinda mutlaka bir kavga olacaksa, sonra olmasmdansa
hemen olmasi daha iyiydi.
"Bana saldirdiginda güçlerini neden yitirdigini kimse bilmiyor," dedi Harry birden. "Ben kendim de
bilmiyorum. Ama beni niye öldüremedigini biliyorum. Çünkü annem beni kurtarmak için can verdi.
Ayaktakimi, Muggle çocugu annem," diye ekledi, bastirilmis bir öfkeyle titreyerek. "Senin beni öldürmene
engel oldu. Senin gerçek halini gördüm, geçen yil gördüm seni. Yikilmis durumdasin. Yasiyor musun ölü
müsün, belli degil. Iste bütün o gücün seni getirdigi yer. Saklaniyorsun. Çirkinsin, igrençsin!"
Riddle'in yüzü çarpildi. Sonra kendini zorladi ve yüzüne korkunç bir gülümseme yerlesti.
"Demek öyle. Annen seni kurtarmak için öldü. Evet, bu güçlü bir karsi muskadir. Simdi anliyorum -senin
hiçbir özelligin yokmus demek. Merak ediyordum, anliyorsun ya. Çünkü ikimizin arasinda tuhaf
benzerlikler var, Harry Potter. Bunun sen bile farkina varmis olmalisin. Ikimiz de yarim-kaniz, yetimiz,
Muggle'lar tarafindan büyütüldük. Büyük ihtimalle muhtesem Slytherin'den beri Hogwarts'a bizden baska
Çatalagiz gelmemistir. Hatta fizik olarak bile biraz benziyoruz birbirimize... Ama sonuçta, seni benden
kurtaran sadece sansmis. Bütün bilmek istedigim buydu."
Harry, gergin gergin, Riddle'in asasini kaldirmasini bekledi. Ama Riddle'in suratina gene bir gülümseme
yayilmisti.
"Simdi, Harry, sana bir ders verecegim. Haydi, Salazar Slytherin'in vârisi Lord Voldemort'un güçlerini
ünlü Harry Potter'a ve Dumbledore'un ona sunabildigi en iyi silahlara karsi deneyelim."
Fawkes'a ve Seçmen Sapka'ya alayla bakti, yürüyerek uzaklasti. Korkuyu uyusmus bacaklarinda
hissetmeye baslayan Harry, gözlerini ondan ayirmadan izliyordu. Riddle iki sütun arasinda durdu ve basini
kaldirip Slytherin'in yukarida yari karanliga gömülmüs tastan yüzüne bakti. Riddle agzini açip tisladi - ama
Harry onun söylediklerini anladi.
"Konus benimle, Slytherin, Hogwarts Dörtlüsünün en büyügü."
Harry, Fawkes'un omzunda yalpalamasina sebep olarak hizla döndü ve kafasini kaldirip heykele bakti.
Slytherin'in tastan, devasa yüzü kimildiyordu. Harry, dehset içinde, agzin giderek açildigini ve kocaman
bir siyah delik olusturdugunu gördü.
Ve agzin içinde bir sey hareket etmeye basladi. Bir sey heykelin derinliklerinden yukari dogru çikiyordu.
Harry sirti Oda'nin karanlik duvarina çarpana kadar geriledi. Gözlerini kapatirken Fawkes'un kanadinin
yanagini yaladigini ve kusun havalandigini hissetti. Harry, "Birakma beni!" diye bagirmak istiyordu, ama bir
Anka kusunun yilanlar kralina karsi ne sansi olabilirdi ki?
Dev gibi bir sey odanin zeminine çarpti, Harry zeminin titredigini hissetti. Neler oldugunun farkindaydi,
hissedebiliyordu. Dev yilanin Slytherin'in agzindan kivrilarak çiktigini görür gibiydi. Sonra Riddle'in
tislamasini duydu: "Öldür onu."
Basilisk Harry'ye dogru ilerliyordu, Harry onun agir gövdesinin tozlu yerde süründügünü duyabiliyordu.
Gözleri hâla simsiki kapali halde, etrafina elleriyle dokunup yolunu bulmaya çalisarak körü körüne yana
dogru kosmaya basladi. Riddle kahkahalarla gülüyordu...
Harry takildi. Tas zemine sert bir sekilde düstü, agzina kan tadi geldi. Yilan yalnizca birkaç metre
ötesindeydi, üzerine geldigini duyabiliyordu.
Tepesinde gürültülü, patlamayi andiran bir tükürme sesi duydu ve hemen ardindan bir sey Harry'ye öyle
bir çarpti ki, onu duvara çaldi. Artik her an dislerin vücuduna saplanmasini bekliyordu ki, gene vahsi
tislamalar duydu, bir sey deli gibi sunanlara çarpip duruyordu.
Elinde degildi. Gözlerini çok az açip neler olduguna bakti.
Parlak, zehir yesili renkte ve bir mesenin gövdesi kalinliginda olan dev yilan havaya dikilmisti, kocaman
küt kafasi sütunlarin arasinda sarhos gibi sallaniyordu. Harry tir tir titreyerek, gene ona dogru dönerse
diye gözlerini kapatmaya hazirlanirken, yilanin dikkatini dagitan seyin ne oldugunu gördü.
Fawkes yilanin kafasinin etrafinda uçuyor, Basilisk ise bir kiliç kadar uzun ve keskin disleriyle çilginca
onu yakalamaya çalisiyordu.
Fawkes dalisa geçti. Altin renkli uzun gagasi gözden kayboldu ve aniden yere kapkara kan bosandi.
Yilanin kuyrugu savrulup Harry'yi siyirdi geçti ve Harry daha gözlerini kapatamadan, ona dogru döndü.
Harry onun yüzüne bakti ve iki koca yuvarlak sari gözünün Anka kusu tarafindan desilmis oldugunu
gördü. Yere kan bosaliyor, yilan aci içinde tükürüp duruyordu.
"Hayir!" diye bagirdigini duydu Riddle'in. "Kusu birak! Kusu birak! Çocuk arkanda! Hâlâ onun
kokusunu alabilirsin! Öldür onu!"
Ne yapacagini bilemeyen kör yilan sallaniyordu, hâlâ ölümcüldü. Fawkes basinin çevresinde tur atiyor,
ürpertici sarkisini söylüyor, arada bir Basilisk'in pullu burnuna saldiriyordu. Yilanin harap olmus
gözlerinden hâlâ kan bosaliyordu.
"Yardim edin, yardim edin," diye deli gibi mirildandi Harry. "Yok mu yardim edecek!"
Yilanin kuyrugu bir kez daha sallandi. Harry egildi. Suratina yumusak bir sey çarpti.
Basilisk kuyruguyla Seçmen Sapka'yi Harry'nin kollarina firlatmisti. Harry sapkayi yakaladi. Elinde bir bu
kalmisti, tek sansi buydu. Sapkayi hemen kafasina geçirdi ve Basilisk kuyrugunu yeniden sallarken kendini
yere firlatti.
Basina büyük gelen Sapka'nin gözlerini kapattigi Harry, "Yardim et... yardim et..." diye düsündü. "Lütfen
yardim et bana!"
Bir yanit duyulmadi. Bunun yerine Sapka sanki görünmez bir el onu sikiyormus gibi daraldi.
Çok sert ve agir bir sey Harry'nin kafasinin üstüne çarpti, neredeyse onu bayiltacakti. Gözlerinin önünde
yildizlar uçusarak Sapka'yi tepesinden yakalayip çikardi ve altinda uzun ve sert bir sey oldugunu hissetti.
Sapka'nin içinde piril piril bir gümüs kiliç belirmisti. Kabzasinda yumurta büyüklügünde yakutlar
parliyordu.
"Çocugu öldür! Kusu birak! Çocuk arkanda! Burnunu kullan-kokla onu!"
Harry ayaga kalkmisti, hazirdi. Basilisk'in kafasi alçaliyor, bedeni dolaniyor, Harry'ye dönmek için
kivrilirken sütunlara çarpiyordu. Onun kanla dolmus, dev gibi göz yuvarlarim görebiliyordu. Agzini
kocaman, onu oldugu gibi yutabilecek kadar açtigini gördü. Agzinin içindeki kiliç gibi, ince, parlayan,
zehirli disleri de...
Körü körüne ileri atildi yilan. Harry egildi ve yilan Oda duvarina tosladi. Gene atildi, çatal dili Harry'nin
yan tarafina kirbaç gibi çarpti. Harry gümüs kilici iki eliyle kaldirdi.
Basilisk gene atildi, bu defa dogru nisan almisti. Harry bütün agirligini kilica verdi ve onu kabzasina kadar
yilanin üst damagina sapladi.
Ama ilik kan kollarina bosalirken, Harry dirseginin hemen üstünde keskin bir aci hissetti. Uzun, zehirli bir
dis koluna gittikçe daha çok saplaniyordu. Basilisk yana devrilip çirpinarak yere düstügünde, dis kirildi.
Harry yere yigildi. Bedenine zehir salmakta olan disi yakaladi ve çekip kolundan çikardi. Ama artik çok
geç oldugunu biliyordu. Yaradan son derece yakici bir aci agir agir ama inatla bedenine yayiliyordu. Disi
yere birakip cüppesinin kendi kanina bulanmasini izlerken, görüsü bulanmaya basladi. Oda donuk bir
renk anaforunda yitip gidiyordu.
Aniden yanindan bir kirmizilik geçti ve Harry dibinde hafif bir pençe takirdamasi duydu.
"Fawkes," dedi Harry kisik sesle. "Müthistin, Fawkes..." Kusun güzel basini, yilan disinin kolunda destigi
yere yasladigini hissetti.
Yankilanan ayak sesleri duyuyordu, sonra kara bir gölge önüne geldi.
"Sen öldün, Harry Potter," dedi Riddle'in sesi, tepesinde. "Öldün. Dumbledore'un kusu bile bunun
farkinda. Ne yapiyor, görüyor musun, Potter? Agliyor."
Harry gözlerini kapatip açti. Fawkes'un kafasi bir netlesti, bir bulaniklasti. Parlak tüylerden asagi iri, inci
gibi damlalar süzülüyordu.
"Burada oturup senin ölüsünü seyredecegim, Harry Potter. Hiç acele etme. Vaktim var."
Harry kendini sersemlemis hissediyordu. Etrafindaki her sey dönüyormus gibi görünüyordu.
"Iste Harry Potter'in sonu," dedi Riddle'in uzaklardan gelen sesi. "Sirlar Odasi'nda tek basina, arkadaslari
tarafindan terk edilmis, akilsizca meydan okudugu Karanlik Lord'a sonunda yenilmis. Yakinda sevgili
Bulanik annene kavusacaksin, Harry... Sana fazladan on iki yillik ödünç süre sagladi... ama Lord
Voldemort sonunda seni hakladi. Böyle olacagini biliyordun herhalde."
Eger ölmek buysa, diye düsündü Harry, o kadar da kötü degilmis. Acisi bile diniyordu...
Ama bu ölmek miydi? Oda iyice kararacagina, gene netlesmeye baslamisti. Harry kafasini hafifçe salladi.
Fawkes hâlâ kafasini Harry'nin koluna yaslamis, orada duruyordu. Inci gibi gözyaslari yaranin etrafinda
parildiyordu - ama artik yara yoktu.
"Çekil oradan, kus," dedi Riddle'in sesi birden. "Çekil onun yanindan. Çekil dedim sana!"
Harry basini kaldirdi. Riddle, Harry'nin asasini Fawkes'a dogrultmustu; tabanca patlamasi gibi bir
gümbürtü çikti ve Fawkes gene altin rengi ve kirmizi bir leke gibi havalandi.
Riddle, Harry'nin koluna bakarak, "Anka kusu gözyaslari..." dedi sessizce. "Elbette... iyilestirici güç...
unutmustum..."
Harry'nin yüzüne bakti. "Ama bir sey fark etmez. Aslina bakarsan, böyle olmasini tercih ederim. Yalnizca
sen ve ben, Harry Potter... sen ve ben..."
Asayi kaldirdi.
Sonra gene kanat çirpma sesleri arasinda Fawkes bir kez daha yükseldi ve Harry'nin kucagina bir sey
düstü - günce.
Bir an için Harry de, hâlâ asasini ona dogrultmus olan Riddle da günceye baktilar. Sonra Harry hiç
düsünmeden ve kafa yormadan, sanki bastan beri niyeti buymus gibi, yaninda yerde duran Basilisk disini
aldi ve onu kitabin kalbine sapladi.
Upuzun, korkunç, kulak yirtici bir çiglik duyuldu. Günceden bir mürekkep seli bosanmaya, Harry'nin
ellerine ve yere akmaya basladi. Riddle kivraniyor, çirpiniyor, çiglik atiyor, sallaniyordu, sonra birden...
Yok olmustu. Harry'nin asasi patirtiyla yere düstü ve sessizlik çöktü. Yani, günceden hâlâ sizmakta olan
mürekkebin yere sip sip damlamasi disinda bir sessizlik... Basilisk zehri güncenin ortasinda cizirdayan bir
delik açmisti.
Bastan asagi titreyen Harry, kendini dogrulttu. Sanki Uçuç tozuyla kilometrelerce seyahat etmis gibi basi
dönüyordu. Agir agir asasini ve Seçmen Sapka'yi yerden aldi ve bütün gücüyle asilarak, parlayan kilici
Basilisk'in üst damagindan kurtardi.
Sonra Oda'nin sonundan belli belirsiz bir inilti geldi. Ginny kipirdiyordu. Harry kosarak yanma giderken,
dogrulup oturdu. Saskin gözleri ölü Basilisk'in dev bedeninden kanla kapli cüppesinin içindeki Harry'ye,
sonra da elindeki günceye kaydi. Sarsilarak iç çekti ve yüzünden asagi gözyaslari süzülmeye basladi.
"Harry - ah, Harry - k-kahvalhda sana söylemeye çalistim, ama Percy'nin önünde s-söyleyemezdim. O
bendini, Harry - ama - y-yemin ederim böyle bir sey - R-Riddle yaptirdi bunlari, beni e-ele geçirdi - ve -
o - o seyi nasil öldürdün? Riddle n-nerede? Son h-hatirladi-gim sey, onun günceden çiktigi -"
"Her sey yolunda," dedi Harry, günceyi kaldirip Ginny'ye dis deligini göstererek. "Riddle'in isi bitti. Bak!
Hem onun hem de Basilisk'in isi bitti. Haydi, Ginny, çikalim buradan -"
Harry onu zar zor ayaga kaldirirken, Ginny, "Okuldan atilacagim!" diye agliyordu. "B-Bill buraya
geldiginden beri Hogwarts'a gelmeyi dört gözle bekliyordum, s-simdiyse ayrilacagim ve - a-annemle
babani ne diyecek?"
Fawkes, Oda'nm girisinde havada gezinerek onlari bekliyordu. Harry Ginny'yi itekleyerek yürüttü; ölü
Basilisk'in kipirtisiz kivrimlarinin üstünden geçip karanligin içinden ilerlediler ve tünele döndüler. Harry
arkasinda tas kapilarin hafif bir tislamayla kapandigini duydu.
Birkaç dakika karanlik tünelde yol aldiktan sonra, Harry'nin kulagina yerinden oynayan kayalarin uzaktan
gelen sesi çalindi.
"Ron!" diye seslendi Harry, hizlanarak. "Ginny iyi! Yanimda!"
Ron'un boguk bir sevinç çigligi attigini duydu. Bir sonraki dönemeci döndüklerinde, taslarin arasinda
açmayi basardigi büyükçe bir delikten bakan hevesli yüzünü gördüler.
"Ginny!" Ron bir kolunu hemen delikten disari uzatti ve önce onu içeri çekti. "Yasiyorsun! Inanamiyorum!
Neler oldu?"
Ona sarilmaya çalisti, arna gene aglamaya baslayan Ginny buna izin vermedi.
"Ama sen iyisin, Ginny," dedi Ron, gözleri gülerek. "Hepsi bitti artik, bitti - o kus nereden çikti?"
Fawkes, Ginny'nin ardindan delikten süzülüp geçmisti.
"Dumbledore'un," dedi Harry, delikten kendi geçerek.
"Ve nasil oluyor da elinde bir kiliç var?" dedi Ron, Harry'nin elindeki parlayan silaha faltasi gibi açilmis
gözlerle bakarak.
"Buradan çiktigimizda açiklarim," dedi Harry, yan gözle Ginny'ye bakarak. "Ama -"
"Sonra," dedi Harry hemen. Ron'a henüz Oda'yi kimin açtigini söylemenin iyi bir fikir oldugunu
düsünmüyordu, en azindan Ginny'nin önünde. "Lockhart nerede?" "Arkada," dedi Ron siritarak. Basiyla
geriyi, boruya dogru bir yeri isaret etti. "Kötü durumda. Gel de bak."
Büyük, al kanatlan karanlikta yumusak bir altin pariltisi saçan Fawkes'un öncülügünde, borunun agzina
dogru yürüdüler. Gilderoy Lockhart orada oturmus, usul usul bir sarki mirildaniyordu.
"Hafizasi kayboldu," dedi Ron. "Hafiza Büyüsü geri tepti. Bizim yerimize onu vurdu. Kim oldugu, nerede
oldugu ya da bizim kim oldugumuz konusunda en ufak bir fikri yok. Gelip burada beklemesini söyledim.
Kendisi için tehlikeli olmaya baslamisti." Lockhart onlara uslu uslu bakti. "Merhaba," dedi. "Garip bir yer
burasi, degil mi? Burada mi yasiyorsunuz?"
"Hayir," dedi Ron, Harry'ye bakip kaslarini kaldirarak.
Harry basini egip uzun, karanlik boruya bakti. "Buradan nasil geri dönecegiz, düsündün mü?" diye sordu
Ron'a.
Ron basim hayir anlaminda salladi. O anda Fawkes, Harry'nin yanindan uçarak geçti. Simdi onun önünde
kanat çirpiyordu, boncuk gözleri karanlikta parliyordu. Uzun, altin rengi kuyruk tüylerini salliyordu. Harry
ona ne yapacagini bilemeden bakti.
Ron sasirmis bir halde, "Tutunmani istiyor sanki," dedi. "Ama bir kus senin agirligini oradan nasil yukari
tasir?"
"Fawkes," dedi Harry, "alelade bir kus degil." Hizla digerlerine döndü. "Birbirimize tutunmamiz gerekiyor.
Ginny, Ron'un elinden tut. Profesör Lockhart-"
"Senden bahsediyor," dedi Ron, Lockhart'a sertçe.
"Ginny'nin öbür elini tut."
Harry kilici ve Seçmen Sapka'yi kemerine soktu. Ron, Harry'nin cüppesinin arkasini kavradi ve Harry
uzanip Fawkes'un tuhaf bir sekilde sicak olan kuyruk tüylerine tutundu.
Bütün bedenini olaganüstü bir hafiflik hissi sarmis gibiydi ve hemen sonra, vijjt diye havalanip borudan
yukari çikmaya basladilar. Harry, Lockhart'in asagida sallandigini ve, "Inanilmaz! Inanilmaz! Bu sihir gibi
bir sey!" dedigini duyabiliyordu. Serin hava Harry'nin saçini yaliyordu ve daha tadina doyamadan yolculuk
bitti - dördü de Mizmiz Myrtle'in tuvaletinin islak zeminine düstüler. Lockhart sapkasini düzeltirken,
boruyu saklayan lavabo eski yerine dönmeye basladi.
Myrtle onlara yuvalarindan ugramis gözlerle bakti.
"Yasiyorsun," dedi Harry'ye kayitsizca.
Harry gözlüklerinden kan izlerini ve yapis yapis siviyi temizleyerek, sert sert, "Bu kadar üzülmene gerek
yok," diye cevap verdi.
"Yani... düsünüyordum da... ölmüs olsaydin, memnuniyetle tuvaletimi seninle paylasabilirdim," dedi
Myrtle, utançtan gümüsi bir renk alarak.
"Öggg!" dedi Ron, tuvaletten çikip karanlik, bos koridora adim attiklarinda. "Harry! Bence Myrtle
senden haslanmaya basladi! Sana rakip çikti, Ginny!"
Ama Ginny'nin gözlerinden hâlâ yaslar süzülüyordu.
"Simdi nereye?" dedi Ron, Ginny'ye kaygili gözlerle bakarak. Harry parmagiyla isaret etti.
Fawkes onlara yol gösteriyor, koridorda altin gib; isil isil parliyordu. Onun pesinden yürüdüler ve az
sonra kendilerini Profesör McGonagall'in odasinin önünde buldular.
Harry kapiyi tiklatti ve açti.
ON SEKIZINCI BÖLÜM
Dobby'nin Ödülü
Harry, Ron, Ginny ve Lockhart, pislikle ve yapis yapis bir siviyla ve (Harry'nin durumunda) kanla kapli
bir halde kapinin önünde beklerlerken kisa bir sessizlik oldu. Sonra bir çiglik koptu.
"Ginny!"
Mrs Weasley'ydi bu. Atesin önünde oturmus aglarken ayaga firlamisti. Mr Weasley de onu takip etti ve
ikisi kosup kizlarina sarildilar.
Ancak Harry'nin gözleri onlara degil, daha ileride bir noktaya takilmisti. Profesör Dumbledore söminenin
orada durmus onlara gülümsüyor, yanindaysa Profesör McGonagall gögsünü tutarak derin derin nefes
aliyordu. Fawkes, Harry'nin kulaginin yanindan geçip giderek Dumbledore'im omzuna kondugu sirada,
Harry ve Ron kendilerini Mrs Weasley'nin kollarinda buldular.
"Onu kurtardiniz! Onu kurtardiniz! Nasil basardiniz bunu?"
"Sanirim bunu ögrenmeyi hepimiz istiyoruz," dedi Profesör McGonagall halsiz halsiz.
Mrs Weasley, Harry'yi birakti. Harry bir anlik tereddüdün ardindan yürüyüp Seçmen Sapka'yi, yakut
kakmali kilici ve Riddle'in güncesinden arta kalanlari masanin üstüne birakti.
Sonra da onlara her seyi anlatmaya basladi. Neredeyse on bes dakika boyunca, çit çikarmadan onu
dinlediler: bedensiz sesi duyusunu ve Hermione'nin onun duydugu seyin borularda gezinen bir Basilisk
oldugunu kesfedisini; Ron'la birlikte örümcekleri takip ederek Orman'a gitmelerini ve Aragog'un onlara
Basilisk'in son kurbaninin öldügü yeri söylemesini; söz konusu kurbanin Mizmiz Myrtle oldugunu ve Sirlar
Odasi'nin girisinin onun tuvaletinde bulundugunu tahmin etmelerini...
"Güzel," diye onu yüreklendirdi Profesör McGonagall, "demek böylece girisin nerede oldugunu buldunuz
- ve bu yolda okuldaki yüz kadar kurali çignediniz... ama nasil oldu da hepiniz oradan sag çikmayi
basardiniz, Potter?"
Ve böylece, artik konusmaktan sesi kisilmaya baslayan Harry onlara Fawkes'un nasil tam vaktinde
imdadina yetistigini ve Seçmen Sapka'nin nasil ona kilici verdigini anlatti. Ama sonra duraksadi. O ana
kadar özenle Riddle'in güncesinden -ya da Ginny'den- bahsetmemisti. Ginny basini Mrs Weasley'nin
omzuna yaslamis duruyor, hâlâ yanaklarindan asagi gözyaslari süzülüyordu. Ya onu atarlarsa diye
düsündü Harry panik içinde. Riddle'in güncesi artik çalismaz durumdaydi... Ona her seyi yaptiranin Riddle
oldugunu nasil ispat edebilirlerdi ki?
Harry içgüdüsel bir hareketle Dumbledore'a bakti. Dumbledore hafifçe gülümsüyor, atesin isigi yarim ay
seklindeki gözlügünden yansiyordu.
"Beni en çok ilgilendiren," dedi Dumbledore hafifçe, "Lord Voldemort'un Ginny'yi nasil etkisi altina
alabildigi... Çünkü bütün kaynaklarim onun su anda Arnavutluk'ta bir ormanda saklandigini söylüyor."
Harry'nin her tarafini sicak, muhtesem bir rahatlama hissi kapladi.
"N-ne?" dedi Mr Weasley afallamis bir sesle. "Kim-Oldugunu-Bilirsin-Sen, Ginny'yi e-etkisi altina mi
aldi? Ama Ginny... o hiç... ha?"
"Bu günce yüzünden oldu," dedi Harry hemen, günceyi alip Dumbledore'a göstererek. "Riddle on alti
yasindayken yazmis bunu."
Dumbledoie günceyi Harry'den alip uzun, kemerli burnunun üzerinden yanmis ve islak sayfalara dikkatle
bakti.
"Müthis," dedi yumusak bir sesle. "Elbette, o belki de Hogwarts'a gelmis en parlak ögrenciydi." Tam
anlamiyla sersemlemis olan Weasley'lere döndü.
"Çok az kisi Lord Voldemort'un adinin bir zamanlar Tom Riddle oldugunu biliyor. Ben onun
ögretmeniydim, elli yil önce, Hogwarts'ta. Okuldan ayrildiktan sonra ortadan kayboldu... uzaklara gitti,
her yeri gezdi... en kötülerimizle düsüp kalkti, Karanlik Sanatlara öylesine gömüldü, o kadar çok sayida
tehlikeli, büyülü dönüsüm geçirdi ki, Lord Voldemort olarak yeniden ortaya çiktiginda neredeyse
taninmayacak durumdaydi.
Hemen hemen hiç kimse vaktiyle burada Ögrenciler Baskani olan akilli, yakisikli çocukla Lord
Voldemort arasinda bir baglanti kuramadi."
"Peki ya Ginny," dedi Mrs VYeasley, "bizim Ginny' mizin o - onunla ne alâkasi olabilir ki?"
"G-güncesi!" dedi Ginny hiçkirarak. "G-güneeye yaziyordum, o da bütün yil boyunca bana y-yaziyordu
-"
"Ginny!" dedi Mr Weasley, dehsete düsmüs halde. "Sana hiçbir sey ögretemedim mi ben? Kaç kere
söyledim sana. Kendi kendine düsünebilen bir seye, beyninin nerede sakli oldugunu göremiyorsan,
güvenme. Niye günceyi bana ya da annene göstermedin? Öyle süpheli bir nesnenin Karanlik Sihir'le dolu
oldugu apaçik!"
"B-bilmiyordum," dedi Ginny aglayarak. "Annemin verdigi kitaplardan birinin içinde buldum onu.
B-birinin onu oraya koydugunu, sonra da unuttugunu sandim..."
"Miss Weasley'nin hemen hastane kanadina gitmesi gerekiyor," dedi Dumbledore kati bir ses tonuyla.
"Bu onun için korkunç bir sinama oldu. Ceza verilmeyecek. Ondan daha yasli ve daha bilge büyücüler
bile Lord Voldemort tarafindan kandirildi." Gidip kapiyi açti. "Yatak istirahati ve belki de büyük bir fincan
sicak çikolata. Benim keyfimi hep yerine getirir bu," diye ekledi, ona gözlerinde müsfik bir isikla bakarak.
"Madam Pomfrey'i hâlâ ayakta bulacaksiniz. Adamotu suyu veriyor - tahminimce Basilisk'in kurbanlari
kendilerine gelmek üzeredir."
"Yani Hermione iyi durumda!" dedi Ron sevinçle.
"Kalici bir hasar yok," dedi Dumbledore.
Mrs Weasley Ginny'yi disari çikardi, Mr Weasley de yüzünde hâlâ epey sarsilmis bir ifadeyle onu izledi.
"Bak ne diyecegim, Minerva," dedi Dumbledore McGonagall'a, düsünceli bir edayla. Bütün bunlardan
sonra bir sölen iyi gider. Gidip mutfaklara haber verir misin?"
Profesör McGonagall hemencecik, "Evet," dedi ve kapiya dogru yürüdü. "Potter ve Weasley ile
ilgilenmeyi sana birakiyorum, olur mu?"
"Kesinlikle," dedi Dumbledore.
Profesör McGonagall çikti. Harry ve Ron ne yapacaklarini bilemeyerek Dumbledore'a baktilar. Profesör
McGonagall ilgilenme ile tam olarak neyi kastetmisti acaba? Herhalde - herhalde cezalandirilacak
olamazlardi, degil mi?
"Ikinize de bir kez daha okulun kurallar mi çignerseniz atilacaginizi söyledigimi hatirliyorum” dedi
Dumbledore.
Ron dehsetle agzini açti.
"Bu da sunu gösteriyor ki, en iyilerimiz bile bazen tükürdügünü yalamak zorunda kalabilir," diye devam
etti gülümseyerek. "Ikiniz de Okula Hizmet Özel Ödülü alacaksiniz ve - bir bakalim - evet, sanirim
Gryffindor için iki yüzer puan."
Ron, Lockhart'in Sevgililer Günü çiçekleri katlar pembe bir renk aldi ve agzini kapatti.
"Ama içimizden birinin bu tehlikeli maceradaki rolü konusunda agzini biçak açmiyor," diye ekledi
Dumbledore. "Nedir bu alçakgönüllülük, Gilderoy?"
Harry irkildi. Lockhart'i tamamen unutmustu. Dönüp baktiginda odanin bir kösesinde, yüzünde hâlâ belli
belirsiz bir gülümsemeyle durdugunu gördü. Dumbledore onunla konustugunda, kime hitap edildigini
anlamak için omzunun üstünden arkaya bakti.
"Profesör Dumbledore," dedi Ron çabucak, "Sirlar Odasi'nda bir kaza oldu. Profesör Lockhart -"
"Ben bir Profesör müyüm?" dedi Lockhart biraz sasirarak. "Aman Tanrim. Herhalde ümitsiz bir
vakaydim, degil mi?"
"Bize Hafiza Büyüsü yapmaya çalisti ve asa geri tepti," diye açikladi Ron, Dumbledore'a alçak sesle.
"Bak sen," dedi Dumbledore, basini iki yana sallayarak. Uzun, gümüsi biyigi titriyordu. "Demek kilicin
kendine saplandi, Gilderoy!"
"Kiliç mi?" dedi Lockhart anlamayarak. "Kilicim yok. Ama o çocukta var." Harry'yi gösterdi. "Size bir
tane ödünç verebilir."
"Profesör Lockhart'i da hastane kanadina götürür müsün?" dedi Dumbledore Ron'a. "Harry'yle birkaç
kelime daha konusmak istiyorum..."
Lockhart sakin sakin disari çikti. Ron da çikarken dönüp Dumbledore'a ve Harry'ye merakli bir bakis
firlatti.
Dumbledore atesin yanindaki sandalyelerden birine geçti.
"Otur, Harry," dedi. Harry nedensiz bir kaygiyla oturdu.
"En basta, Harry, sana tesekkür etmek istiyorum," dedi Dumbledore, gözleri yeniden parildayarak.
"Oda'da bana gerçek bir sadakat göstermis olmalisin. Baska hiçbir sey Fawkes'un sana gelmesini
saglayamazdi."
Uçarak dizine konan Anka kusunu oksadi. Dumbledore ona bakarken, Harry saskin saskin siritti.
"Demek Tom Riddle'la karsilastin," dedi Dumbledore düsünceli düsünceli. "Sanirim seninle çok
ilgilenmistir..."
Birden, Harry öteden beri dilinin ucunda olan bir seyi söyledi.
"Profesör Dumbledore... Riddle onun gibi oldugumu söyledi. Tuhaf benzerlikler, dedi..."
"Dedi mi bunu gerçekten?" Kalin, gümüs rengi kaslarinin altindan düsünceli düsünceli Harry'ye
bakiyordu. "Peki sen ne düsünüyorsun, Harry?"
"Onun gibi oldugumu düsünmüyorum!" dedi Harry, istediginden daha yüksek bir sesle. "Yani, ben -ben
Gryffindor'luyum, ben..."
Ama gene içindeki bir süphe yüzeye çikti ve lafi yanda kaldi.
"Profesör," diye yeniden konustu bir süre sonra. "Seçmen Sapka bana - Slytherin'de basarili olacagimi
söylemisti. Herkes bir süre benim Slytherin'in vârisi oldugumu düsündü... Çataldili konusabiliyorum
diye..."
"Çataldili konusabiliyorsun, Harry," dedi Dumbledore sakince, "çünkü Lord Voldemort -yani Salazar
Slytherin'in soyundan gelen son kisi- Çataldili konusa- biliyor. Yanilmiyorsam, sendeki o yara izine sebep
oldugu gece kendi güçlerinin bir kismi sana geçti. Eminim bunu isteyerek yapmamistir..."
"Voldemort kendinden bir parçayi benim içime mi koydu?" dedi Harry, çarpilmis gibi. "Süphesiz öyle
görünüyor."
"O halde Slytherin'de olmam gerekiyor," dedi Harry, Dumbledore'un yüzüne çaresizce bakarak.
"Seçmen Sapka benim içimde Slytherin'in gücünü gördü ve -"
"Seni Gryffindor'a koydu," dedi Dumbledore sakince. "Beni dinle, Harry. Sende Salazar Slytherin'in
kendi eliyle seçtigi ögrencilerinde aradigi özelliklerden birçogu var. Kendi çok nadide yetenegi olan
Çataldili... sorunlara çözüm bulma yetenegi... kararlilik... kurallara karsi belli bir kayitsizlik," diye ekledi
biyigi gene titreyerek. "Ama Seçmen Sapka seni Gryffindor'a koydu. Niye böyle oldugunu biliyorsun.
Düsün bir."
"Beni Gryffindor'a koymasinin tek sebebi," dedi Harry yilgin bir sesle, "çünkü Slytherin'e girmek
istemedim..."
"Kesinlikle," dedi Dumbledore, bir kez daha gözleri piril piril gülümseyerek. "Bu da seni Tom Riddle'dan
çok farkli hale getiriyor. Bize aslinda kim oldugumuzu gösteren sey, yeteneklerimizden çok
seçimlerimizdir, Harry." Harry nutku tutulmus halde sandalyesinde oturuyordu. "Eger yerinin Gryffindor
olduguna dair kanit istiyorsan, Harry, o zaman suna daha yakindan bak."
Dumbledore,ProfesörMcGonagall'mmasasina uzanip kan lekeli, gümüs kilici aldi ve Harry'ye verdi.
Harry, yakutlari söminenin isiginda piril piril parlayan kilici, elinde yavas yavas çevirdi. Ve kabzanin tam
altina oyulmus ismi gördü. Godric Gryffindor.
Dumbledore, "Yalnizca gerçek bir Gryffindor onu Sapka'dan çikarabilirdi, Harry," demekle yetindi.
Bir süre ikisi de konusmadilar. Sonra Dumbledore, Profesör McGonagall'in masasinin çekmecelerinden
birini açti ve bir tüy kalemle bir sise mürekkep çikardi.
"Sana gereken sey, biraz yiyecek ve uyku, Harry. Bence asagi inip sölene katil, ben de bu arada
Azkaban'a yazayim - bekçimize ihtiyacimiz var. Ayrica Gelecek Postasi için bir ilan da hazirlamaliyim,"
diye ekledi, kara kara düsünerek. "Yeni bir Karanlik Sanatlara Karsi Savunma ögretmenine ihtiyacimiz
olacak. Ah, ne çabuk tüketiyoruz onlari, degil mi?"
Harry ayaga kalkip kapiya yürüdü. Ama tam kulpa uzandigi anda kapi öyle bir hizla içeri dogru savruldu
ki, duvara çarpip geri döndü.
Lucius Malfoy, yüzünde öfkeli bir ifadeyle kapinin esiginde duruyordu. Ve koltuk altinda sinmis bir
sekilde, bandajlara sarili Dobby vardi.
"Iyi aksamlar, Lucius," dedi Dumbledore tatli tatli. Mr Malfoy hizla odaya girerken neredeyse Harry'yi
deviriyordu. Dobby de yüzünde acinacak bir dehset ifadesiyle, pelerininin etegine çömelmis halde, onun
pesinden sürüklendi.
"Demek öyle!" dedi Lucius Malfoy, soguk gözlerini Dumbledore'dan ayirmadan. "Geri döndün. Yönetim
kurulu üyeleri seni uzaklastirdi, ama gene de Hogwarts'a dönmekten geri durmadin."
"Aslina bakarsan, Lucius," dedi Dumbledore, sogukkanlilikla gülümseyerek, "diger on bir yönetim kurulu
üyesi bugün benimle irtibat kurdu. Dogrusu bir baykus firtinasina yakalanmaktan farki yoktu. Arthur
Weasley'nin kizinin öldürüldügünü duymuslardi ve benim hemen dönmemi istiyorlardi. Bu is için en iyi
adamin ben oldugumu düsünüyor gibiydiler yani. Ayrica bana çok garip hikâyeler anlattilar. Bazilari senin
onlari, uzaklastirilmami kabul etmezlerse ailelerini lanetlemekle tehdit ettigini düsünüyordu."
Mr Malfoy her zamankinden de solgunlasti, ama gözleri hâlâ öfkeyle kisilmis durumdaydi.
"Öyleyse - saldirilarin önüne geçtin mi bari?" diye küçümseyerek güldü. "Suçluyu yakaladiniz mi?"
"Yakaladik," dedi Dumbledore, gülümseyerek.
"Ee?" dedi Mr Malfoy sertçe. "Kimmis?"
"Geçen seferki kisi, Lucius," dedi Dumbledore. "Ama bu defa Lord Voldemort baska birinin araciligiyla
hareket ediyormus. Bu günce sayesinde."
Mr Malfoy'u dikkatle izleyerek, ortasinda büyük bir delik bulunan küçük, siyah kitabi havaya kaldirdi.
Harry ise Dobby'yi izliyordu.
Ev cini çok tuhaf bir sey yapiyordu. Koca gözleri anlamli anlamli Harry'ye odaklanmis halde, bir günceyi
bir Mr Malfoy'u gösteriyor ve sonra da yumruguyla kendi kafasina sertçe vuruyordu.
"Anliyorum..." dedi Mr Malfoy Dumbledore'a, yavasça.
"Akillica bir plan," dedi Dumbledore ifadesiz bir sesle. Hâlâ Mr Malfoy'un gözlerinin içine bakiyordu.
"Çünkü eger Harry -" Mr Malfoy, Harry'ye keskin bir bakis firlatti, "ve arkadasi Ron bu kitabi
kesfetmese, bütün suç Ginny Weasley'nin üstüne kalabilirdi. Kimse onun kendi iradesiyle hareket
etmedigini kanitlayamazdi..."
Mr Malfoy tek kelime bile etmedi. Yüzü aniden bir maske görünümü almisti.
"Düsünsene bir," diye devam etti Dumbledore, "iste o zaman neler olurdu... Weasley'ler önde gelen
safkan ailelerimizden biri. Kendi kizinin Muggle'lara saldirdigi ve onlari öldürdügü ortaya çiksa, bunun
Arthur Weasley ve Muggle Koruma Yasasi üzerindeki etkisi ne olurdu, düsün. Güncenin ele geçmesi ve
Riddle'in anilarinin içinden silinmis olmasi büyük sans. Yoksa sonuç ne olurdu kim bilir..."
Mr Malfoy kendini zorlayarak konustu.
"Büyük sans," dedi kaskati bir edayla.
Ve Dobby, hâlâ onun arkasinda, bir günceyi bir Lucius Malfoy'u isaret ediyor, sonra da kendi kafasini
yumrukluyordu.
Ve Harry birden anladi. Dobby'ye basini salladi ve Dobby ceza olsun diye kulaklarini bükerek bir
köseye çekildi.
"Güncenin nasil Ginny'nin eline geçtigini ögrenmek islemiyor musunuz, Mr Malfoy?" dedi Harry.
Lucius Malfoy hizla ona döndü.
"Nereden bileyim ben küçük, aptal kizin onu eline nasil geçirdigini?" dedi.
"Çünkü bunu ona siz verdiniz," dedi Harry. "Flo-urish ve Blotts'ta. Onun eski Biçim Degistirme kitabini
aldiniz ve günceyi gizlice içine yerlestirdiniz, degil mi?"
Mr Malfoy'un beyaz ellerini yumruk yapip açtigini gördü.
"Ispatla," diye tisladi.
"Ah, iste bunu kimse basaramaz," dedi Dumbledore, Harry'ye gülümseyerek. "Riddle kitabin içinden
çikip gittikten sonra imkânsiz bu. Öte yandan, Lucius, sana bundan böyle Lord Voldemort'un eski okul
esyalarini baskalarina vermemeni tavsiye ediyorum. Baska esyalar da masum ellere geçerse, sanirim en
azindan Arthur Weasley onlarin izini sürer ve ne yapip edip sana ait olduklarini bulur..."
Lucius Malfoy bir süre öylece durdu. Harry onun sag elinin bir an asasina ulasmak istermis gibi
kipirdadigini açikça gördü. Ama Malfoy bunu yapmadi ve ev cinine döndü.
"Gidiyoruz, Dobby!"
Kapiyi sertçe çekip açti ve cin kosarak yanina geldiginde onu kapidan disari tekmeledi. Dobby'nin
koridor boyunca aci içinde ayakladigim duyabiliyorlardi. Harry durup iyice düsündü. Sonra birden aklina
bir fikir geldi.
"Profesör Dumbledore," dedi aceleyle, "su günceyi
Mr Malfoy'a geri verebilir miyim, lütfen?"
"Elbette, Harry," dedi Dumbledore sakince. "Ama elini çabuk tut. Sölen var, unutma."
Harry günceyi kapti ve odadan disari firladi. Dobby'nin aci dolu ayaklamalarinin kösenin oradan
uzaklastigini duyabiliyordu. Planinin yürüyüp yürümeyecegini düsünerek, bir ayagindan yapis yapis, pis
çorabini çabucak çikardi ve günceyi onun içine soktu. Sonra hizla karanlik koridorda kosmaya basladi.
Onlari merdivenlerin basinda yakaladi.
"Mr Malfoy," dedi soluk soluga, kayip durarak. "Size bir sey getirdim."
Ve kokulu çorabi Lucius Malfoy'un eline tutusturdu.
"Bu da neyin...?"
Mr Malfoy çorabi yirtip günlügün üstünden çikardi, kenara firlatti ve öfkeyle bir günceye bir Harry'ye
bakti.
"Bu gidisle senin sonun da layigini bulan aileninki gibi olacak, Harry Potter," dedi usulca. "Onlar da her
ise burnunu sokan aptallardi."
Gitmek için arkasini döndü.
"Gel, Dobby. Gel dedim!"
Ama Dobby kimildamadi. Elinde Harry'nin igrenç, yapis yapis çorabini tutuyor, ona sanki paha biçilmez
bir hazineymis gibi bakiyordu.
"Sahip Dobby'ye bir çorap verdi," dedi cin hayretle. "Sahip onu Dobby'ye verdi."
"Ne?" dedi Mr Malfoy sinirle. "Ne dedin sen?"
"Dobby'nin bir çorabi var," dedi Dobby inanamayarak. "Sahip onu atti, Dobby de tuttu ve Dobby
-Dobby özgür."
Lucius Malfoy, cine bakar halde, dondu kaldi. Sonra Harry'nin üstüne atildi.
"Bana bir hizmetkâra mal oldun, çocuk!"
Dobby birden bagirdi: "Harry Potter'a zarar vermeyeceksin!"
Bir gümbürtü duyuldu ve Mr Malfoy arkaya dogru uçtu. Merdivenlerden üçer beser düserek alt kattaki
zemine yigildi. Ayaga kalkti, yüzü mosmor kesilmisti. Asasini çikardi, ama Dobby uzun parmagini
tehditkâr bir sekilde ona dogru uzatti.
Mr Malfoy'a isaret ederek, "Simdi gideceksin," dedi korkutucu bir edayla. "Harry Potter'a
dokunmayacaksin. Simdi gideceksin."
Lucius Malfoy'un baska seçenegi yoktu. Ikisine tepesi atmis, son bir bakis firlatti ve pelerinini omzunun
üstünden atarak hizla yürüyüp gözden kayboldu.
"Harry Potter, Dobby'yi özgürlügüne kavusturdu!" dedi o. tiz bir sesle, kafasini kaldirip Harry'ye
bakarak. Küre misali gözlerinde en yakin pencereden sizan ay isigi panldiyordu. "Harry Potter, Dobby'yi
serbest birakti!"
"En azindan bunu yapmaliydim, Dobby," dedi Harry siritarak. "Sen bir daha hayatimi kurtarmaya
kalkmayacagina söz ver, yeter."
Birden cinin çirkin, kahverengi suratinin tam ortasinda, bütün dislerini gösteren kocaman bir gülümseme
belirdi.
"Tek bir sorum var, Dobby," dedi Harry, Dobby titreyen ellerle Harry'nin çorabini giyerken. "Bana bütün
bunlarin Adi Anilmamasi Gereken Kisi'yle bir ilgisi olmadigini söylemistin, hatirliyor musun? Ee -"
"O bir ipucuydu, efendim," dedi Dobby, sanki bariz bir seyden bahsediyormus gibi gözleri irileserek.
"Dobby size bir ipucu veriyordu. Adini degistirmeden önce Kara Lord'un adi söylenebiliyordu, anladiniz
mi?"
"Evet," dedi Harry bezgin bir halde. "Eh, ben gitsem iyi olur. Bir sölen var, üstelik arkadasim Hermione
de kendine gelmis olmali..."
Dobby kollarini Harry'nin beline dolayarak ona sarildi.
"Harry Potter, Dobby'nin sandigindan da daha büyük!" diye agladi. "Elveda, Harry Potter". Ve büyük bir
çatirtiyla, Dobby yok oldu.
Harry birçok Hogwarts sölenine katilmisti, ama hiçbiri bunun gibi degildi. Herkes pijamalariylaydi ve
kutlamalar gece boyunca sürdü. Harry en iyi bölümün hangisi olduguna karar veremiyordu. Hermione'nin,
"Çözdün! Çözdün!" diye çiglik atarak ona dogru kosmasi mi; Justin'in Hufflepuff masasindan kosarak
gelip elini sikmasi ve ondan süphelenmis oldugu için özür dilemesi mi; Hagrid'in üç buçukta gelip Harry'yle
Ron'un omuzlarina, onlari meyveli kremali kek dolu tabaklarinin içine düsürecek kadar hizli saplak atmasi
mi;
Ron'la onun dört yüz puaninin Gryffindor'a ikinci yil üst üste Bina Kupasi'ni kazandirmasi mi; Profesör
McGonagall'in kalkip bütün sinavlarin okulun armagani olarak iptal edildigini söylemesi mi ("Yo, hayir!"
demisti Hermione); Dumbledore'un, Profesör Lockhart'in gidip hafizasini geri kazanmasi gerektigi için
maalesef bir dahaki sene geri dönmeyecegini duyurmasi mi? Sonuncusunun yol açtigi coskuya birçok
ögretmen de katildi.
"Yazik," dedi Ron, biraz daha reçelli çörek alarak. "Tam da ona alismaya baslamistim."
Yaz döneminin geri kalan bölümü piril piril günes isigiyla geçti. Hogwarts normale dönmüstü, sadece
birkaç küçük degisiklik vardi: Karanlik Sanatlara Karsi Savunma dersi iptal edildi ("ama biz nasilsa o
konuda yeterince antrenman yaptik," dedi Ron, pek cani sikkin görünen Hermione'ye) ve Lucius Malfoy
yönetim kurulu üyeliginden çikarildi. Draco artik okulda, orasi kendine aitmis gibi bir edayla
dolasmiyordu. Aksine, gücenik ve somurtkan görünüyordu. Diger taraftan, Ginny Weasley gene son
derece mutluydu.
Hogwarts Ekspresi'yle eve dönüs yolculugu vakti çok çabuk geldi. Harry, Ron, Hermione, Fred, George
ve Ginny'nin kendilerine ait bir kompartimanlari vardi. Tatilden önce büyü yapabilecekleri son birkaç
saatin tadini çikardilar. Patlamali Pisti oynadilar, Fred ve George'un Filibuster Maytaplari'nin sonuncularini
ateslediler ve büyüyle birbirlerini silahsiz birakmaya çalistilar. Harry bu konuda çok iyi hale gelmeye
baslamisti.
Neredeyse King's Cross'a varmislardi ki, Harry'nin aklina bir sey geldi.
"Ginny - Percy'yi ne yaparken gördün de kimseye söylemeni istemedi?"
"Ha, o mu?" dedi Ginny kikirdayarak. "Sey -
Percy'nin bir kiz arkadasi var."
Fred, George'un kafasina bir kitap bohçasi düsürdü.
"Ne?"
"Su Ravenclaw'lu Sinif Baskani, Penelope Clearwater," dedi Ginny. "Yaz boyunca ona mektup
yaziyordu. Okulun her yerinde gizli gizli onunla bulusuyordu. Bir gün bos bir sinifta öpüsürlerken
yakaladim onlari. Kiz o saldiriya ugradiginda Percy öyle üzüldü ki. Onunla dalga geçmezsiniz, degil mi?"
diye ekledi endiseyle.
"Aklimizin ucundan bile geçmez," dedi Fred. Yüzünde sanki dogum günü erken gelmis gibi bir ifade
vardi.
"Kesinlikle," dedi George, pis pis gülerek.
Hogwarts Ekspresi yavasladi ve sonunda durdu.
Harry bir tüy kalem ve bir parça parsömen çikardi ve Ron'la Hermione'ye döndü.
"Buna telefon numarasi deniyor," dedi Ron'a ve telefon numarasini iki kez yazarak parsömeni ikiye yirtip
ikisine de birer parça verdi. "Babana geçen yaz telefonun nasil kullanildigini anlatmistim, hatirlayacaktir.
Beni Dursley'lerden ara, olur mu? Sadece Dudley'yle konusarak iki ay daha geçiremem..."
Trenden inip sihirli bölmeye dogru yürüyen kalabaliga katilirlarken, Hermione, “Teyzenle enisten gurur
duyacaklar ama, degil mi?" dedi. "Yani bu yil yaptiklarini duyunca."
"Gurur duymak mi?" dedi Harry. "Aklini mi oynattin sen? Ölmem için o kadar firsat çikmisken ve ben
bunu basaramamisken mi? Sinirden çilgina dönecekler..." Ve hep birlikte geçitten geçerek Muggle
dünyasina dogru yürüdüler.
|
|
 |
|
|
|
Sitenin tek amacı kendim yükleyip kendim okumamdır. Hiçbir ticari vs. Amacım yoktur. |
|
|
 |
|
|
|
|